Kerkük ve çevresi Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) içinde Talabani ailesinden bazı fertlerin İran destekli Haşdi Şabi milisleri ve Bağdat ile anlaşmaları sonucu 16 Ekim’de işgal edildi. Bu içten hançerleme, Güney Kürdistan'ın son yirmi küsur yılda elde ettiği siyasi, ekonomik ve askeri kazanımların önem derecelerine göre tehlikeye girmesine neden oldu.
Söz konusu kazanımlar, Güney Kürdistanlı siyasal güçlerin meşakkatli ve özverili mücadeleleri yanında, önemli ölçüde dış dinamiklerin rolüyle oluşmuştu. 1990’da Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali, 1991 Birinci Körfez Savaşı, BM Güvenlik Konseyi’nin 688 kararıyla Güney Kürdistan’ın önemli bir bölümü, 36. Paralelin Saddam rejimine ait uçakların uçuşuna yasaklanması, birleşik askeri Çekiç Güç’ün göreve başlaması dış dinamikler sonucu oluştu.
Uzun yıllardır Güney Kürdistan hareketinin iki önemli gücü Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasındaki süregelen kardeş kavgası da “Washington formülü” ile 1998’de son buldu. Kürdistan’ın Irak içinde federe bir statüye kavuşması ve 2005’de kabul edilen anayasanın hazırlanmasında da uluslararası toplumun belirleyici rolü vardı. IŞİD’in 2014’de Musul ve çevresini işgal etmesi ardından, Kürdistan’dan koparılan bölgelerin Bağdat’tan Kürdistan Bölgesi Yönetimi’nin (KBY) kontrollüne geçmesi de dış faktörler sonucu oluştu.
Uluslararası toplumun özellikle ABD’nin “Bağımsızlık referandumunu tanımıyoruz” tavrı, başta Irak, İran ve Türkiye olmak üzere Kürdistan’a karşı yaptırımların, daha sonrasında ise askeri saldırıların serbestçe önünü açtı. Donald Trump'ın IŞİD'le Mücadele Koalisyonu Özel Temsilcisi Brett McGurk ve ABD’li yetkililerin referandumdan bir hafta önce Süleymaniye’de, işbirlikçi grupla görüşmeleri Tahran ve Bağdat ile ilişkilerde bu grubu cesaretlendiren önemli bir dış etkendi.
Kısaca tarihsel fırsatların Kürtlerin lehlerine ve aleyhlerine gelişmesinde, uluslararası ve bölgesel konjonktür her zaman belirleyici oldu. Benzer dış etkenler Şiiler ve Sünniler için de geçerli bir faktör idi. Bunun nedeni politik konjonktürün şartlara göre mağdur ve mazlum olan gruplardan biri veya birkaçının lehine ya da aleyhine koşullar yaratmasıdır. Irak’ta lehte veya aleyhte fırsatlar sürecinin son bulması, ancak mevcut mezhepler ve ulusal kimliklerin toplumsal ve sosyolojik ihtiyaçlarına cevap verecek adil ve kalıcı çözümlerle mümkün olabilir.
Adil ve kalıcı çözümler nelerdir sorusunu cevaplamadan önce bağımsızlık referandumuna tepkiler ve ardından Haşdi Şabi milisleri ile Irak ordusunun Kürdistan’a saldırısında öngörülemeyen bir kaç noktayı belirtmekte yarar var.
Kürtlerin yanılgıları
Bağımsızlık referandumu öncesi Kürtler açısından en önemli yanılgı, uluslararası toplumun IŞİD’e karşı verilen mücadelede Kürdistan verilen desteğin bağımsızlığa destek olarak okunmasıydı. En azından bağımsızlık referandumuna yaklaşımda uluslararası toplumun ikiye bölüneceği düşünüldü.
İkincisi, Türkiye ile enerji alanında imzalanan 50 yıllık anlaşma ve sürdürülen ekonomik ve siyasal ilişkilere aşırı güven vardı. Türkiye’nin “Statüsüz Kürtler ve Kürdistan” devlet siyaseti hafife alındı. Ekonomik menfaatları açısından bağımsızlık referandumuna Türkiye’nin cılız muhalefeti, nötr tavrı veya desteğinin hesap edilerek, Kürdistan’a karşı yaptırımlara girişmeyeceği öngörüldü.
Üçüncüsü, KYB, Goran ve Komel içindeki bağımsızlık karşıtlarından özellikle KYB içindeki İran yanlısı kanadın, Kosret Resul ekibi tarafından kontrol edilebileceği ve KYB peşmergelerinin ekseriyetinin bu grubun denetiminde olduğu inancı. İç ihanetin hiçbir şekilde olasılıklar dâhilinde düşünülmemesi, fark edildiğin de ise önlem alınmada geç kalınması.
Dördüncüsü, Irak ordusunun Kürdistan’a saldırısının beklenmiyor oluşu. Olası saldırı karşısında ise, Uluslararası Koalisyon’un silahlı çatışmaya müsaade etmeyeceği ve sahada müdahaleci olacağının hesaplanması.
Beşincisi, ısrarla vurgulanan siyasi, askeri ve ekonomi alanlarda kurumların demokratik işleyişi için reform ve şeffaflık ile peşmergenin partilerin denetiminden çıkarılarak tek bir merkezde ordulaşmasının gerçekleşmemiş olması. Bu bağlamda dış ve iç olaylar karşısında politik ve askeri dinamiklerin KBY içinde kırılgan olması.
Kerkük, çözümün ve çözümsüzlüğün anahtarı
IŞİD’in Irak’tan çıkarılması ve Bağdat’ın Kerkük’te kontrolü ele geçirmesiyle Irak’ın siyasi ve ulusal “birliğinin” sağlandığı, Başbakan Haydar Abadi’nin elinin kuvvetlendiğini düşünen önemli bir çevre var. Kısa vadede bunun böyle olduğu kabul edilse bile, orta ve uzun vadede Irak’ı zorlu bir süreç beklemektedir.
Tahran ve Bağdat’ın Kürdistan’a saldırılarına Washington’dan müdahale gelmemesi, bir kısım politik yorumcu tarafından “ABD, bir kez daha Kürtlere sırtını döndü”, “Trump'un yeni İran stratejisi Kürdistan’da boşa çıktı” şeklinde yorumlanıyor. Buna karşın, Irak’ın şekillenme sürecinde olduğu, bu süreci kendi lehine etkilemek amacıyla İran'a karşı kayda değer “bağımsızlığı” olan Haydar Abadi’nin 2018 seçimlerinde Maliki’ye karşı elini kuvvetlendirmek için ABD’nin saldırılara seyirci kaldığını ifade eden çevreler de var.
Oysa Abadi de Nuri Maliki gibi toplum mühendisliği yapan katı bir Şii milliyetçisi ve Kerkük olayıyla tercihini açıktan İran’dan yana koydu. Haşdi Şabi’nin Irak’ın resmi silahlı gücü sayılması, ABD’li askeri danışmalardan fazla, İranlı askeri danışmanların Irak ordusu üzerindeki operasyonel etkileri artık bir sır değil. Bugün Washington, Tahran, Ankara ve Riyad arasında rahatça dolaşabilen Abadi, yarın bu başkentler arasında hangilerini tercih edeceğini belirlemek zorunda bırakılacaktır. Batı ile ilişkisinin varacağı son nokta, Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bugün vardığı noktadan farklı olma şansı gözükmüyor. En önemlisi de Abadi’nin elinin Kürt kanına bulanmış olması.
Kerkük operasyonunun siyasi ve askeri ayağı yanında, onu her zaman önemli kılan zengin petrol yataklarının kimin kontrolünde olduğudur. Kürdistan Bölgesi Yönetimi’nin (KBY), Türkiye ile yapmış olduğu enerji anlaşmalarından dolayı İran’ın rahatsızlığı biliniyor. İran, bölgedeki siyasi ve ekonomik ağırlığı ölçüsünde Kerkük petrollerinden gerekli payı alamadığını ve bunu KBY’nin engellediğini düşünüyor. Kerkük-Ceyhan boru hattına alternatif üçüncü bir boru hattının hayata geçirilmesi için İran girişimde bulunmuştu. KBY ise, Kerkük’ten İran’a döşenecek boru hattını gündemine almakla birlikte, fiili bir girişimde bulunmamıştı.
Referandum arifesinde Kürdistan ile Rus Rosneft şirketi arasında yapılan ilk iki yıl için 3 milyar dolar tutarındaki 20 yıllık enerji anlaşması, Kürdistan petrolü ve doğal gazının çıkarımı, Avrupa’ya transferi ve petrol kuyularının modernizasyonunu kapsıyor. Söz konusu anlaşma, İran açısından bardağı taşıran son damla oldu. Bu açıdan İran’ın Kürdistan’a yönelik saldırgan tavrını sadece bağımsızlık referandumuna bağlamak eksik olur. Enerji açığının katlanarak devam ettiği günümüzde, bölgede başta Rus, ABD ve İngiliz petrol şirketlerinin pay alma savaşı da tüm hızıyla devam ediyor. İran, Kürdistan’a saldırarak Bağdat üzerinden Kerkük petrollerini kontrol etmeye başlamasıyla Türkiye, ABD, Rusya, Avrupa Birliği ve Arap coğrafyasına karşı da bölgede elini ve pozisyonunu kuvvetlendirdi.
En önemlisi de Kerkük ve Süleymaniye olmadan Kürdistan’ın bağımsız olma şansının ortadan kalkacağı hesabıyla planını uygulamaya başladı.
Bağdat cephesinde ise, Kürdistan’a yapılan saldırılar zaten pamuk ipliğine bağlı olan ilişkileri tamamıyla kopma noktasına getirdi. Bağdat, Kürdistan federe bölgesine geniş yetkiler veren ademi merkeziyetçi yapıyı ortadan kaldırmak, bütçeyi kısmak, peşmergenin sayısını azaltmak ve kontrol altına almak için anayasa değişliği çalışmalarını şimdiden başlatmış durumda. Oysa bu durumlarda bağımsızlık isteyen grubun hak ve özgürlükleri genişletilerek merkezle bağını sağlamlaştırmak genel bir kuraldır. Bağdat tersini yaparak, Kürdistan’ın bağımsızlık sürecini frenlemek yerine hızlandırıyor.
Erbil, Bağdat ve uluslararası toplum, anayasaya atıfta bulunarak sorunların diyalogla çözüme kavuşturulması vurgusunda bulunsalar bile, sorunların çözümünde Irak anayasasının fazla bir etkisinin olma şansı neredeyse yok. Mevcut durum, sorunların çözümünde uluslararası toplumun hakemliği ve geçici anlaşmalarla sürecin yürütüleceği işaretini veriyor.
Kürtler açısından uluslararası toplumun hakemliği, Kürdistan’ın bağımsızlık sürecini hızlandırıcı ve pozitif etki yapacak ikinci bir faktör durumunda. Her iki başkent arasında hakemlik süreci 140. maddenin hayata geçirilmemesinden dolayı 2009 yılında Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde zaten başlamıştı.
Bu konuda BM Özel Temsilcisi ve kıdemli diplomat Staffan de Mistura Kürdistan’dan koparılan topraklar hakkında yazdığı raporu Bağdat ve Erbil’e Nisan 2009'da sunmuştu.[1] Kerkük, bugün olduğu gibi Bağdat’ın işgali altındaydı ve söz konusu raporda Kerkük anlaşmazlığını çözmek için dört seçenek önerilmişti.
Birinci seçenek: 140. maddenin açık, net ve anlaşılır bir şekilde anayasada yeniden biçimlendirilmesi, bölgedeki seçmen kayıtlarının yenilenmesi ve coğrafi sınırların belirlenmesi.
İkinci seçenek: Kerkük'ün vilayet ve valilik statüsünün korunarak, hiçbir bölgeye bağlanmaması.
Üçüncü seçenek: Kerkük'ün Bağdat ve Kürdistan Bölgesi Yönetimi ile ikili bağlantısının olması.
Dördüncü seçenek: Irak'taki diğer herhangi bir ilden farklı olarak Kerkük’e özel statü, idari özerklik verilerek Bağdat ve Erbil'in doğrudan etki alanından çıkarılması.
BM’nin her dört önerisi Bağdat ve Erbil tarafından ret edilmesine karşın, uluslararası toplumun, BM ve benzer kurum ve devletler aracılığıyla Kerkük örneğindeki gibi hakemliği bundan sonraki süreçte de devam edecektir.
Irak gerçek gündemine dönecek
Saddam döneminde Sünni egemen iktidarın Şiiler ve Kürtler üzerinde benzer baskıcı siyasetini Şii iktidarlar da devam ettirdiği sürece, bu kör döngü de devam edecektir. Gidişat bu yöndedir. Önümüzdeki dönem Kürtler ve Sünniler açısından özgürlükler için fırsatlar dönemi olmaya aday gözükmektedir. Kürtler bağımsızlıklarını elde etme, Sünnilerin de Kürtler gibi federe haklara sahip, yetki ve güç paylaşımında Bağdat’tan hak talep etme, hatta bağımsız olmak için önemli siyasal adımlar atmaları muhtemeldir. Irak’ı ayrışmaya götürecek nedenler, birliğini sürdürecek nedenlerden bu yüzden fazladır.
Kerkük ve çevresinin Bağdat tarafından işgali, Kürtlerin mevcut kazanımlarının önemli ölçüde tehlikeye girmesine, karamsarlığa ve ellerinin zayıflamasına yol açsa da, bu durumun uzun sürmeyeceğini söyleyebiliriz. Bu açıdan Kürtlerin cevaplaması gereken, bundan sonra Irak’ta nelerin olabileceği ve muhtemel gelişmeler karşısında nasıl bir yol izlenebilir sorusudur.
Güney Kürdistan’ın devletleşmesi için yapılması gereken ev ödevleri defalarca yazılıp ve söylendi. Kerkük olayı, bölgede ve ülkede herhangi bir kriz durumunda, krizi yönetecek, ona direnç gösterecek federal kurumların zayıf, işlevsiz ve kırılgan olduğunu ortaya çıkardı.
Özetle devlet olmak için başta devlet bilincine, daha sonra da kurumlara sahip olmak gerekiyor. En önemlisi bu kurumları evrensel demokratik, çoğulcu, şeffaf, hesap veren ve hesap soran prensiplerle inşa etmek ve yönetmek gerekiyor. Ortadoğu gibi bir coğrafyada haklı olmanın tek başına yetmediği, güçlü olmanın da gerektiği sıklıkla vurgulanıyor. Kürtler haklı ve güçlüler. Önemli olan haklı ve güçlü olmanın yanında, gücün kontrolü ve rasyonel kullanımıdır. Eğer Süleymaniyeli bir peşmerge Zaxo’da, Zaxo’lu bir peşmerge Süleymaniye’de, Erbil’li bir peşmerge, Halepçe’de, Halepçe’li bir peşmerge Şengal’de parti, bölge, aşiret, cemaat ve aile aidiyetiyle değil de, ülke ve ulus aidiyetiyle görev yaparsa, o zaman ortak hedefe kilitlenmiş kurumlar ve bireylerden bahsedebiliriz.
İhanetle hesaplaşılmadan adım atılamaz
Kerkük olayıyla Güney Kürdistan tarihinde benzeri görülmeyen bir iç ihanet yaşadı. İlk etapta bu ihanetin halkın vicdanında mahkûm edilmesi, sorumlularının siyasi, hukuki ve cezai yaptırımlara maruz kalmaları gerekir. İhaneti yapanların halk desteği olmayan marjinal gruplar haline getirilmesi en etkili cezai müeyyide ve tecrittir. Kürdistan’ın siyasi ve toprak birliğine yönelik tehdit ve yaşanan travma ancak bu şekilde aşılabilir.
İş birlikçi grup, bağımsızlık iradesini yok sayarak gizli anlaşma ve angajmanlarla Bağdat ve Tarhan’a Kerkük’ün kapılarını açtı. Eylemlerini siyasi, askeri ve jeopolitik bir sunumla ifade etseler de, özünde yatan ekonomik çıkarlar, açgözlülük, iktidar ve ihtiras tutkusudur. Bu açıdan ”ideolojik” gerekçeler sadece çıkar ve iktidar tutkularının üstünü örten bir kamuflajdır. Bugün ileri sürülen “ideolojik” gerekçeler, yarın farklı biçimlerde farklı zamanlarda tekrardan gündeme gelebilir.
Adını nasıl koyarsak koyalım ister ayrılıkçı, ister bağımsızlıkçı diyelim, Kürdistan’da geniş toplumsal tabanı, programı ve meşruiyeti olan istiklalci bir hareket doğmuştur. Bu hareket aynı zamanda iktidardır ve halkından bağımsızlık için yetki almıştır. Bağdat, Tahran, Ankara, Washington, Moskova ve Brüksel kısaca uluslararası toplum, 25 Eylül’den sonra bağımsızlıkçı hedefi olan bir irade ile muhataptırlar. Düne kadar birleşik Irak’ın bir parçası kabul edilerek ilişki kurdukları Güney Kürdistan, 25 Eylül’den itibaren Irak ile yollarını ayırmak, kendi geleceğini belirlemek isteyen, gizli ajandası olmayan bir hareket olarak karşılarındadır.
Yaşanan tüm olumsuzluklar karşın KBY, kendi geleceğini belirleme ve Irak'tan ayrılma siyasetini tavizsiz sürdürürse, Bağdat, Tahran ve Ankara’nın yaptırım ve saldırıları ters teper. Irak ile Kürdistan arasındaki makas umulandan da hızlı açılır ve bağımsızlık süreci hızlanabilir. Birleşik Irak siyaseti ise, Kürdistan’ın elde ettiği kazanımların törpülenmesi ve yüz yıllık acı kör döngünün tekrarı demektir.
Özetle, Kürdistanlı siyasal güçler zaaf ve eksiklikleriyle biran önce yüzleşerek, bağımsızlık iradesine uygun siyasi, ekonomik, askeri ve diplomatik adımlar atmaları gerekir.
(*) "Kürdistan’a yaptırımlar bağımsızlık sürecini hızlandırabilir" Deng Dergisi 108. sayısında yayımlanmıştır.
[1] Hasan Al-Qarawee, Abadi'nin ABD ve İran arasında denge siyaseti, http://www.atlanticcouncil.org/blogs/menasource/abadi-s-balancing-act-between-the-us-and-iran