Sinan Çiftyürek
Tehlike büyüyor, dünya ve bölge aktörleri istihbarat ve seçkin askeri birlikleriyle küçük alanda burun buruna konuşlanmışlar. Kimler yok ki? ABD liderliğindeki Batı koalisyonu, Rusya, İran derken Türkiye de artık askeri olarak Suriye’de, özelde de Rojava’da.
“Öyle ki küçücük alanda dünyanın belli başlı askeri güçleri yığınak yapıyor! Denilebilir ki Akdeniz ve Ortadoğu hiç bu kadar ısınmamıştı! Rusya ve ABD’nin başını çektiği eksenler hiç bu kadar burun buruna askeri güç denemesine girişmemişlerdi. Havada, denizde, karada kuyrukları birbirine değecek kadar yakın askeri hareketlilikten bir melanet çıkabilir! ABD ve Rus emperyal gücünü İngiliz, Fransız, Almanlar izledi. İran bölgedeki militan müttefikleriyle zaten bölgenin her yerinde aktif! Bu durum yıllarca kazasız belasız devam edemez!” dedim (Irak-Suriye üzerinde egemenlik savaşları ve bağımsız Kürdistan başlıklı yazımda.)
Türkiye’nin yukarıda belirttiğimiz aktörlerden farklılığı Suriye, Irak’ın Osmanlı sömürgeleri olup “devamıyım” dediği imparatorluğun 400 yıl buraları işgal altında tutmasıdır. Farklılık, Türkiye’nin içerde olduğu gibi sınır ötesinde de Kürdün yokluğu ve kazanımlarının ortadan kaldırılması üzerine kendini kurmasıdır. Operasyona verilen “Fırat Kalkanı” ismi tesadüf olmayıp Kürtlerin özelde de YPG’nin Fırat Batısı’na itilmesi hedefini içerirken, operasyon tarihi olan 24 Ağustos ise emperyal düşlerini açığa vuruyor.
Dikkat edin, Cerablus işgali üzerinde geliştirilen şoven propaganda, sadece darbe girişimi sürecinde bozulan Türk ordusunun imajının düzeltilmesi ile sınırlı tutulmuyor. ABD desteğiyle ele geçirilen küçücük kasaba üzerinden, “Yavuz Selim’in 24 Ağustos 1516 Mercidabık savaşı ile Osmanlıya Ortadoğu kapılarını açması” benzeri bir amaçla emperyalist duygu ve hedefler el altından propaganda ediliyor. Erdoğan’ın 24 Ağustos günü, “bugünkü Irak, Suriye, Kafkasya geçmişte bizim egemenliğimizdeydi” diyerek bölgeye dönük emperyal hedeflerine gönderme yapması tesadüf değil.
Cerablus işgali ile başlayan süreç Erdoğan’ın Neo Osmanlılık düşünü de canlandırdı burası açık ama eğer devlet aklı da buna uyarsa o zaman bu düş Kürt düşmanlığı üzerinden toprağa gömülmesiyle Türkiye’yi bataklığa sürükleyip operasyona açık hale de getirebilir. Kısacası, “IŞİD’e saldırıyorum” görüntüsü altında asıl hedef Rojava’ya yönelik işgalini derinleştirirse birden fazla cepheden bataklığa saplanacaktır.
Birincisi, dört parçasıyla halkımızı karşısına alacaktır. Kürt siyaseti arasındaki iç çelişkilere rağmen Türk işgaline karşı birleşecektir. İkincisi; yine IŞİD adı altında hedefini emperyal doğrultuda büyütürse ABD başta olmak üzere diğer emperyal güçlerle karşı karşıya gelebilir. Hatta bölge statükosunun korunmasında hemfikir olan İran ve Rusya bile, “Türkiye çizmeyi aşarsa” buna “hayır” derler. Kısacası Türkiye, Kürtleri hedefleyerek işgal alanını genişletirse, YPG ile müttefik olan ABD’nin yanı sıra Kürtlerle ilişkisini koparmak istemeyen Rusya’da buna “dur” diyebilir. Özellikle ABD liderliğindeki Batı için burada alacağı tutum Kürt meselesinde bir sınav olacaktır. Bunu yakında göreceğiz.
Çünkü Türkiye’nin sıkça tekrarladığı “Mımbiç alındıktan sonra YPG kenti SDG’ye bırakıp Fırat Batısı’na çekileceği konusunda ABD ile anlaştık” şeklindeki iddiası ve Türk Dışişleri Bakanı’nın “YPG, ya Fırat’ın Batısı’na çekilecek ya da gereğini yaparız” beyanı; Rojava’nın coğrafik birliğini engellemek ve gelecekte Akdeniz’e açılacak Kürdistan koridoruna karşı önleyici hamle geliştirmektir.
Ayrıca Türkiye tampon bölgeyi fiilen kurabilir çünkü 3 milyona yakın Türkiye’de tutulan mültecinin yanı sıra Halep ve Rakka operasyonlarının tetikleyeceği yeni mülteci akınını Batı’ya “ya tamponu kabul edin ya da ben milyonlarca mülteciyi Avrupa kapılarına yollarım” şeklindeki tehdidi kullanıyor ve etkili olma ihtimali de var.
ABD’nin Mimbıç’te YPG’yi, Cerablus’ta ise Türkiye’yi desteklemesi ne demek?
ABD’nin Mimbıç’te, Türkiye’yi karşısına alarak YPG’yi desteklemesi, 30 km beride Cerablus’ta ise bu kez esas YPG’yi hedefleyen Türkiye operasyonunu desteklemesi, 21. Yy savaşlarının postmodern karakterinin sahadaki tipik yansıması. ABD hava desteğiyle dün YPG Mimbıç’i almışken şimdi Türkiye Cerablus’u aldı. İlginç değil mi?
Hatlar, düşmanlıklar, dostluklar, ittifak güçleri anlık değişiyor. “Tıpkı postmodern sanat, kültür, felsefede yaşandığı gibi her şeyin anlık değişkenlik gösterdiği, her şeyin aynı anda hem kendisi hem bir başka şey olduğu, tarafların, karşıtlıkların, cephelerin çizgilerinin net ve kalıcı olmadığı postmodern savaş, savaşlar tablosu görmekteyiz.
Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında yaşandığı gibi emperyal ve bölgesel devletlerin doğrudan cephelerde savaştığı, tarafların belirgin olduğu, kazanan ve kaybedenin net olarak ortaya çıktığı savaşlar yerini tarif ettiğimiz postmodern savaşlara bırakmıştır. 20 yıldır aralıksız süren savaşlarda halen kim kazandı kim kaybetti belli değil! (Avrasya’da savaşın değişen ağırlık merkezi ve Yemen başlıklı 09.04.2015 tarihli yazımdan)
Savaşın postmodern karakterine Ortadoğu’nun kaygan politik zemini eklenince olup biteni anlamak zorlaşıyor. Filistin ve İsrail’i iyi bilen bir arkadaşım “Filistin-İsrail arasında tam anlaşma oldu tamam denildiği anda atılan bir taş her şeyi yeniden başa döndürebiliyor” derdi.
IŞİD artık sanıldığı gibi güçlü değil!
Cerablus’ta 24 saat bile sürmeden IŞİD kenti terk etmek zorunda kaldıysa demek ki IŞİD’in özellikle Musul ve Rakka dahil sökülüp atılarak alan hâkimiyetine son verilmesi iddia edildiği kadar zor değilmiş. Elbette alan hakimiyetinin sonlandırılması ile örgütsel varlığının tümüyle sonlanması aynı şey değil.
Peşmerge ve YPG’nin kendi topraklarını savunma temelinde savaş yeteneğini geliştirmesinde ve Kürdistan parçalarının sınırlarının çizilmesinde IŞİD ile savaş işlevli olmuştur. Öte yandan ABD, Rusya başta olmak üzere birçok devletin bölgeye yerleşmelerinde IŞİD’in varlığı güçlü bir neden oldu fakat buradan kalkarak IŞİD sadece Batının kullandığı bir araçtı denilemez.
IŞİD Batı emperyal projeksiyonunda kullanılan bir araç olduğu kadar Sünni Arapların,Şii Arap rejimine karşı bir politik tepkisiydi. IŞİD, Ebu Garip hapishanesi ile Guantanamo kampında ki insanlık dışı muameleye karşı öfkenin dile getirilişiydi. IŞİD, Batı metropol banliyölerinde ırkçı zihniyetin böcek gibi algılayıp dışladığı Doğu halklarının ideolojik tepkisi ve kılıcıydı.
Süreçte IŞİD’in kendi icraatları nedeniyle, İslam özelde de Arap halkların belirttiğim ideolojik, politik tepkisi olma yönü gün geçtikçe zayıfladıkça, dolayısıyla ömrü daha fazla emperyal projeksiyonda ki yerine bağlı hale geldikçe kentler başta olmak üzere coğrafik alan hakimiyetine son verilmesi de o kadar kolay olacaktır. Cerablus’un birkaç saatte düşürülmesi bu durumun önemli bir işareti oldu.
Cerablus işgali, Türkiye’nin eksen tartışmasına şimdilik noktayı koydu
Türkiye’nin ABD destekli Cerablus işgali, darbe girişimi ile yoğunlaşan “Türkiye Avrasya eksenine mi kayıyor” tartışmasına da en azında şimdilik noktayı koydu. Hem Türkiye’nin, ABD merkezli Batı ekseninden kopmayacağı hem de ABD’nin Türkiye’yi gözden çıkarmayacağını gösterdi.
24 Ağustos işgal günü Ankara’ya gelen ABD başkan yardımcısı Biden’in; “Darbe girişimine gerektiği gibi tepki veremediğimiz için şahsen Türkiye'ye geldim… ABD olarak yanınızdayız. Özür dilerim, keşke daha erken burada olabilseydim” beyanı ile darbe sürecinde “yalnız bırakıldım” diyen Türk hükümetinin günlünü almıştır.
Operasyona hava desteği sağlayan ABD açısından amaç, elbette darbe girişimi sürecinde Türkiye ile bozulan ilişkileri düzeltmekle sınırlı da değil. ABD’nin bölge siyasetinde Kürt- Türk dengesini gözeterek sürdüreceğini göstergesi de oldu ancak “Kürtleri yine yarı yolda bırakır mı” sorularını da gündeme taşıyarak!
Türkiye, Kürdistan meselesinde bir yanda sahada uzun süredir PYD/YPG ile çalışan müttefiki ABD’ye kırgın ama Cerablus işgali üzerinden görüldük ki aynı Kürdistan meselesi nedeniyle ABD’ye muhtaç da. Bir önceki “Eksen kayması tartışmasında, ayrıştıran-birleştiren temel unsur: Kürdistan” başlıklı yazımda;
“Kürdistan meselesi, Türk devletinin bölgesel ve küresel duruşunu belirlemede yerine göre ayrıştırıcıyerine göre birleştirici işlev üslendi, üstleniyor… Kürdistan meselesi bir yandan, Türk devleti ‘bölünme korkusu’ algıladığında, NATO ve AB’de birliğini aramak gibi Batı ile ilişkilerde birleştirici işlev üstlenir… Diğer yandan, ‘bölünme tehdidi’ üzerinden ise aynı Kürdistan meselesi bu kez Türkiye’yi Batı’dan ayrıştırıcı işlev üstlenebilir. Halihazırda yaşanan sorunlara rağmen Türkiye’nin bölünmez birliğini NATO kanatları altında görmesi belirleyicidir” dediğim gibi Cerablus işgal pratiğinde yaşandı ki Kürdistan meselesinde ABD tutumu, bu kez Türkiye ile ABD’yi yakınlaştırdı. Şöyle ki;
Türkiye ile ilişkilerin bir hayli gerildiği, bu gerilimin ana unsurunun Kürdistan özelde de Rojava Kürdistan’ı olduğundan hareketle, Cerablus operasyonunda Türkiye’yi fiilen hava saldırıları ile desteklemesi, ABD-Türkiye ilişkilerini onarmada önemli katkı koydu ama PYD ile ABD’nin ilişkileri de kritik bir viraja girdi!
PYD’nin hem Rusya liderliğindeki Doğu hem de ABD liderliğinde ki Batı ile birlikte yürüyemeyeceği ile yüzleşmesi onu bir yol ayrımına getirdi. Elbette ABD ve Batılı müttefikleri için Kürtler ile sahadaki işbirliklerini Türkiye, İran ve genelde Arap basıncına rağmen sürdürüp sürdüremeyecekleri açısından da sınav olacaktır.
Doğu ekseninin başının çeken Rusya, ABD destekli Türkiye’nin Rojava operasyonuna yeşil ışık yakması ve Suriye’nin kerhen kınaması demek; “Hem Doğu hem de Batı ekseni ile çalışırım, bu bizim izlediğimiz üçüncü yol gereğidir” diyen ancak hızla yüzleştiği tercih nedeniyle adım adım ABD liderliğindeki Batı ile müttefik hale gelen PYD’ye “safını belirle” mesajdır. ABD liderliğindeki Batı’nın askeri üsleri ve özel kuvvetleri Rojava kentlerinde boy verdikçe, Rusya ve yılların müttefiki olan Suriye ilişkilere gevşetmeye hatta son Cerablus operasyonunda yaşandığı gibi YPG’nin düşmanına (Türkiye’ye) işgal için yol verdiler. Suriye rejimi araya mesafe koymakla da kalmıyor yer yer saldırılarda geliştirmeye başladı. Önce Qamışlo sonra Haseke’de rejimin YPG’ye saldırıları hem bozulan ilişkilerin ilk önemli işaretleri gibi duruyor hem de IŞİD sonrası Arap-Kürt çatışmasının ön işaretleri.
Sonuç olarak;
1- Sıkça dile getirdim, IŞİD ortadan kalktığı anda gerek Irak gerekse Suriye’de Kürtlerle Araplar karşı karşıya geleceklerdir. Çözüm Kürt ve Arap halklarının demokratik, barışçıl zeminde meselelerini çözmelerinde yatıyor ancak çatışma seçeneğine de halkımızın hazır olması lazım. Özellikle Peşmerge ile YPG’nin bunu dikkate alarak hızla ortaklaşması lazım. ABD ve müttefiklerinin Kürdistan’ı, Güney üzerinden özelde de KDP üzerinden okumalarının Rojava’ya yansımasında yeni gelişmeler beklenebilir. İki parça arasında ilişkilerin yumuşama ve giderek IŞİD’in geri plana düşeceği Suriye rejimi ile Kürtler arasında çelişki ve çatışmaların öne çıkacağı süreçte, “bak zor durumdasınız Rojava Peşmergesi ülkesine dönmelidir” argümanı da daha çok karşılık bulabilir ki gerçekleşirse iyi de olur.
2- Rusya, İran ve Suriye, Türkiye’ye operasyon kolaylığını sağlarken karşılığında ne aldılar? Halep’te rejimin elinin güçlendirilmesine hizmet edecek adımların atılmasını, desteklediği örgütleri baskılayarak eylemlerini durdurmak gibi adımları Türkiye’den isteyebilirler.
Türkiye açısından hedef “Suriye’nin toprak birliği” ise bunu da destekledikleri muhalif akımlar üzerinden sağlayamıyorsa, Esad liderliğindeki rejim üzerinden arayabilirler. Zaten giderek Esad’lı geçişe evet deme arayışı var ve Cerablus operasyonu bu arayışı hızlandırabilir.
3- Rusya, İran, Suriye ittifakının Kürdistan üzerinde yaratacağı basınca dikkat diyoruz! Hep dedik Türkiye-İran-Rusya yakınlaşırsa Kürt özgürlük mücadelesi nefes almakta zorlanır. Bu yakınlaşma karşısında Batı’nin Kürt ulusal hareketine desteği de kırılganlaşabilir. PYD’ ye “Fırat’ın Batısı’na çekil” baskısını artırabilir vb.