Kürdler kaybetse de Türkler kazanamayacaktır…

Diyar Budak

Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesinden sonra, Kuzey Kürdistan’da Türk devletinin baskısı sonucunda binlerce insan ülkesini terk etmek zorunda kalmıştı. Özellikle Kürd siyaseti içinde aktif olan birçok kadro yakalanıp ağır işkencelerden geçirilmiş, yıllarca hapishanelerde yıllarını geçirmek zorunda bırakılmışlardı. Devletin ağır baskı ve zulmünden kaçan bir o kadar insanda Rojava Kürdistanı’na yani Suriye’ye kaçmak zorunda kalmışlardı. Birçok Kürd parti yönetici ve kadroları yıllarca Qamışlo başta olmak üzere, Kobani, Afrin, Heseki ve diğer yerleşim yerlerinde yaşamak zorunda kalmışlardı.
Rojava Kürtleri 1900 başından itibaren Kürdistan’ın diğer parçalardaki sömürgeci devletlere karşı baş kaldırıp zorluk ve yenilgi yaşamışlardı. Fransız egemenlerinin hâkim oldukları dönemde Kürdlerin dilleri yasaklanmıştı. Kürd diline özgürlük ve özerklik taleplerinde bulunmalarına rağmen, talepleri ret edilmişti.


Rojava, Şex Said, Ağrı, Dersim isyanları sonrası birçok Kürd aydınının kaçıp sığındığı yerdir. Osman Sebri, Nurettin Zaza, İsmet Şerif Vanlı, Dr. Nuri gibi değerlerimiz.

 

Kürd Latin alfabesi Celadet Bey tarafında burada bize kazandırılmıştır. Ancak bu durum Kürdlerin diğer parçalardan gelip yerleştiği bir alan olduğu anlamına gelmemelidir. Kürd halkı bu bölgede hep vardı. Kürdistan bölündüğünde, Rojava Fransızlara, 1946 yılında çekildiklerinden hemen sonra yeni kurulan Suriye Arap devletinin egemenliğine geçmişti. Yeni hükümetin ilk icraatı olarak binlerce Kürde “kayıtsızlar” belgesi verildi. Böylece Kürd vatandaşlar kimliksizleştirilmiş ve ecnebi muamelesine tabi tutulmuşlardı. Bu asimilasyoncu ve yerleşim yerlerini değiştirme ve dağıtma politikası zaman içerisinde esneklikler göstermiştir.


Devletin Kürdü yok sayan bu anlayışı, Kürdün Kürt kalmasına da katkı sağlamıştır.


Daha sonradan kurulan ve iktidara gelen Baas Partisi giderek hâkimiyetini pekiştirmişti. Aynı dönem Kürdler topraklarından sürgün edilerek yerlerine Arap nüfusu yerleştirilip demografik yapı değiştirilmek istenmiştir. Bu yeni baskı ve zülüm politikasına yönelik, Suriye’de bir ilk olarak, Kürdistan Demokrat Partisi kurulmuştur.

1962-63 yılında Baas Partisi iktidara kansız gelmeyi başarmış ve kısa bir süre sonra Kürd nüfusu toprağından koparılıp başka yerlere sürgün edilmiştir.


Bu tehcirin sebebi, günümüzde suçlandıkları gibi Kürtler, “ikinci İsrail “veya “Siyonist heveslileri” olmakla suçlanıp, yerlerine çöl Arapları getirilip yerleştirilmişti.

 

 

Bilindiği gibi Suriye’de iktidar değişikliği hep kansız gerçekleşmiştir. 1970 yılında iktidara darbe ile gelen Hafız Esad içinde geçerlidir. 30 yıllık iktidarı boyunca da Kürd sorununa değer verecek bir çözümden hep uzak kalmıştır. 2000’li yıllarda yerine geçen oğlu Beşar Esad halen zorlu da olsa iktidarı elinde bulundurmaktadır.

Arap baharıyla başlayan eylemler, burayı da ciddi sorunlarla karşı karşıya getirmiş oldu. Suriye’nin Kürd politikasında bir değişiklik olmadığı gibi 2005’ten beri Newroz yasakları, katliamlar ve faili meçhul cinayetler işlendi.


İktidarı zora düştükçe seven, rahata kavuştuğunda Kürdü döven bir sopa politikası gütmektedir. Esad’ın bu baskıcı politikasına rağmen, Suriye iç savaşında Kürd halkı, Esad iktidarına karşı savaşmadığı için T.C.’nin ve cihatçıların hedefi haline geldi.


2011’den bu yana yaşanan iç savaş her yönü ile bu ülkeye büyük bir yıkım ve milyonlara varan can kaybı getirmiştir. Suriye devleti giderek Rusya’nın bir parçası ve egemenliğini tamamen Rusya’ya borçlu bağımlı bir hale gelmiştir son yıllarda. Rusların ve İran’ın desteğini alarak, İslamcı cihat örgütlerine kaptırdığı topraklarını, giderek tekrar geri ele geçirmektedir. Kürdlerin yaşadığı Kuzey doğu bölgesi olan Rojava ise Kürdlerin denetiminde yerel yönetimler kurularak 9 Ekim 2019 tarihli T.C. saldırısına kadar barış içinde yaşanarak gelinmiştir.

Dünyada bütün ulusal kurtuluş mücadelesi veren parti ve örgütler, kendi halkının adını taşımaktadır. Sadece biz Kürtler bir istisna olarak kalmaktayız.


2003 yılında Kürd partisi olarak kurulan PYD, Demokratik Birlik Partisi ve kolları olan YPG ve YPJ de olduğu gibi Kürd öznesi olmayan bir parti ve yapıdırlar. PYD giderek kitleselleşip yetkinleşerek Rojava’da ciddi bir güç haline gelmeyi ve koşulları fırsata çevirmeyi başarmış bir Kürd örgütüdür. Esad rejimine karşı “kansız bir devrim” gerçekleştirdiğini söylemek abartılı olmaz.


ABD’nin bölgeye gelmesi ve sağladığı destek ile PYD giderek hâkimiyetini pekiştirdi. Bu yeni durum T.C., İran, Rusya ve Suriye devletlerini rahatsız etti. Kürd sorununun uluslararası bir özellik kazanmasında en fazlada T.C. devleti rahatsız olmaktaydı. Rojava’ya dayatılan Ekim savaşı bunun sonucudur.


Son olarak isim değişikliği ile oluşan SDG’de yani Suriye Demokratik Güçleri oluştu. Ancak %99’ü Kürd olan bir örgüt adının Suriye diye değiştirmesinin bir anlamı var mı? Bu nasıl anlaşılması zor stratejik bir değişiklik?


Kuzey Kürdistan örgütü olan KCK’ den etkilenme olarak mı anlamalı veya ideolojik bir dayatma mı?
Rojava’da T.C. devletinin Kürde katliam yaptığını söyleyen bir batı dünyasına, DSG sorumlularının Kuzey Suriye halkı katlediliyor demesi, sizce de abes değil midir?

On binlerce insanımızın Kürdistan’ın özgürlüğü için şahadet gittiği bu savaşta Kuzey Suriyeli oldukları için değil, Kürd oldukları gerçeğini hiç unutmamak gerekmektedir.

Aslanın adını kedi diye çağırmak, hem anlamsız, özüne ters hem de doğru değildir...


Kurulduğu günden beri oldukça yiğit bir direniş gösterdikleri dünyaca kabul görmüş bir gerçekliktir. İşgalci, İslam anlayışı ile saldıran DEAŞ güçlerini yenmiş ve onları büyük bozguna uğratmışlardır. Batılı devletler ile müttefik konumuna gelmeleri ister istemez sempatilerini artırmıştır. Bu durum başta T.C. devleti olmak üzere bölge devletlerini rahatsız etmiştir. Kobani süreci ve DEAŞ’a gönderilen silah dolu tırlar hatırlardadır.


Türkiye’deki birçok gazeteci yazar, politikacı, tüm düzen partileri, basın yayın cumhuriyet tarihinde bir ilk olarak Kürde karşı, tüm faşist ırkçılar, hep beraber Anti-Emperyalist olmuşlardır.
Son bir kaç gün özellikle Bağdadi’nin öldürülmesinden sonra, gücü ABD’ ye yetmeyen T.C. devleti hıncını Kürdlerden almaya çalışmaktadır.

Özellikle DSG komutanlarından Mazlum Kobani’nin dünyaya verdiği mesajdan ve direnişlerinden rahatsız olmaktadırlar. Türk tv’lerinde açıkça suikast girişimi tartışılmaktadır. İmhası için içerde ve dışarıda yoğun bir çaba olduğu kesindir.

Türk devleti bir yandan kırmızı bülten ile aradığı O. Öcalan’ı tv de konuk ederken, diğer yandan ABD davetlisi Kürd komutan Mazlum’a kırmızı bülten ve ölüm fermanı çıkarmaktadır. Dünya ile Türk usulü alay etmek bu olmalıdır.


ABD güçlerinin çekilmesinden sonra, sahaya hâkim olan Rusya’ya Afrin sonrası güvenmek ne kadar doğru? Türkiye’yi NATO üyeliğinden uzaklaştırmak için Rojava’nın tümünü gözden çıkarabilir ve General M. Kobani’yi TC’ye satabilirler. ABD’nin çekilmesinden sonra bunlarda bir sürpriz yapmaları ihtimal dâhilindedir.


DSG güçleri Kürdistani diğer güçlere yönelik kucaklayıcı söylemleri doğru anlaşılmaktadır. Tüm halkımıza, birlik yönünde telkinde bulunmalı, sıcak gündeme öncülük etmeye, özelikle Avrupa’daki Kürd kadro ve dostlardan danışmanlık ve diplomatik destek sağlayıp, acilen her ülkede bir komite kurulmalıdır.
 

Kürd halkının birliğini engelleyen parti ve örgüt ve kişiler deşifre edilmeli, söylem, paylaşım, bayrak, flama ve sloganlara dikkat edilmelidir. Avrupa’daki dayanışma, eylem ve gösterilerinde PYD kendi parti bayrakları ve Kürdistan bayraklarını taşımaya özen göstermelidir.