Celâl Temel
19. yüzyılın başında Osmanlıda yenileşme çabalarıyla birlikte merkeziyetçi politikalar ve peş peşe ilan edilen Tanzimat ve Islahat fermanları, Kürdlerle birlikte Osmanlı’daki tüm halkları etkiledi. Gayrimüslim unsurlar, yenileşme ifade eden bu fermanlardan memnun olup sonuçlarından yararlanırken belirli bir bilince sahip olmayan ve Beylikler şeklindeki egemenliklerini de kaybetmeye başlayan Kürdler, bu yenileşme fermanlarından yararlanamadılar. Durum, Gayrimüslimlerin lehine gelişirken Kürdler için şartlar giderek kötüleşti. Kürdlerin ulus olarak zarar gördükleri süreç esas olarak bundan sonra başladı.
1876 yılında Osmanlı İmparatorluğunda II. Abdülhamid padişah olunca, Kürdler için de imparatorluk bünyesindeki diğer halklar için de yeni bir dönem başladı. Aynı yılın içinde I. Meşrutiyet ve Kanun-i Esasi (Anayasa) ilan edildi, padişahın otoritesi yanına Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan konuldu. 1877’de (1293) gerçekleşen ve Osmanlıyı yıkıma götüren Rus-Osmanlı Savaşı (93 Harbi) sonrasında, Abdülhamid, Kanun-i Esasi’yi askıya aldı ve iki meclisi kapattı.
“93 Harbi” olarak adlandırılan bu savaş sonrasında, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşmasıyla, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın aralarında bulunduğu büyük devletler (Düveli Muazzama) Osmanlıyı darmadağın ettiler. Berlin Antlaşması’nın, Kürdleri ve Ermenileri ilgilendiren en önemli maddesi 61. maddeydi. Bu maddede Ermenilerin Kürdlerden korunması isteniyor ve bunun sonucunda, bugünkü idari yapıyla yirmiden fazla vilayeti kapsayan Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamuretulaziz (Harput) ve Diyarbekir vilayetleri “Vilayet-i Sitte” olarak adlandırılıp Ermeni bölgesi ilan ediliyordu.
Hristiyan Batılı Devletlerin talepleriyle Osmanlıya dayatılan bu durum ve Abdülhamid’in derin politikaları, sonuçta Ermenilere de Kürdlere de yaramadı. Kürdlerin çoğunluk hâlinde yaşadığı coğrafyanın, Musul ve Halep vilayetlerine bağlı olan bazı bölgeleri hariç, büyük bölümü, ilan edilen Ermeni bölgesi içinde kalıyordu. Bitlis’in güneyinden Mardin’e kadar uzanan Diyarbekir vilayetinde Kürd nüfus Ermeni nüfusun üç katına yakınken Diyarbekir de bu altı vilayetin içindeydi. O sırada Ermeniler, Batıların da desteğiyle büyük bir hareketlilik ve aydınlanma içindeydiler. Kürdler ise büyük oranda ortaçağ karanlığında yaşıyorlardı.
Berlin Antlaşması’na en büyük itiraz Kürd lider Şeyh Ubeydullah Nehri’den geldi. Ubeydullah Nehri, 1880-1881 yıllarında büyük bir Kürd ulusal hareket başlatsa da İran, Osmanlı güçleri ve onları destekleyen Batılıların karşısında fazla bir şey yapamadı. Kürdler bu süreçte, devletleşme için büyük bir fırsat kaçırdılar.
Bu dönemde, Batılı Devletlerin ve İstanbul’daki kilisenin de desteğiyle Ermeniler, sosyal, kültürel ve siyasal olarak büyük bir gelişmenin içindeydi. Daha önce var olan Ermeni örgütlerine, 1885 yılında Armenekan, 1887 yılında Hınçakyan ve 1890 yılında Taşnaksütyun adlı modern partiler eklendi. Osmanlı aydınları da II. Abdülhamid yönetimine karşı bir çalışma içindeydiler. 1889 yılında Tıbbiyle gençlerin öncülüğünde İttihadı Osmani Cemiyeti (İttihat-Terakki Cemiyeti) kuruldu. Bu cemiyetin dört (beş) kurucusunda ikisi Kürd olmasına karşın bu cemiyet, sonraki süreçte Kürdlerin kaybetmesinde baş aktör olacaktır.
Batılıların Müslüman Kürdleri görmediği, Kürdistan’ın büyük oranda Ermenistan olarak ilan edildiği bu süreçte, II. Abdülhamid’in bazı Kürd aşiretlerinden Hamidiye Alayları oluşturması ve Abdülhamid’e “Bavê Kurdan (Kürdlerin Babası)” denmesi de ilginç bir gelişmeydi. Denilebilir ki, Batı-Ermeni ittifakına karşı, en çok da dinsel etkiyle Kürdler de Abdülhamid’e sığındılar! Bu da süreç içinde Kürdlere değil, Kürdleri Osmanlıya bağlı tutmak isteyen Abdülhamid’e, Osmanlıya ve daha sonra da Türkiye’ye yaradı. Bu tarihten, II. Meşrutiyet’e kadar geçen süreçte İttihatçılar, Ermeniler, hatta bazı Kürd aydınları, Abdülhamid’e karşı mücadele ederken Kürdler adına bu süreçte (1890-1908) ulusal bir kazanım elde edilemedi.
Kürdler, en çok da “hürriyet” umudu yaratan ve İttihatçıların Osmanlı yönetimine egemen olduğu II. Meşrutiyet süreci sonrasında kaybettiler. Bu on beş yıllık dönemi de kendi içinde, beşer yıllık üç devreye ayırabiliriz.
a) 1908-1913, İttihat-Terakki’nin tek ulus yaratma proje ve planlarını geliştirildiği süreç,
b) 1913-1918, İttihatçıların mutlak iktidar olduğu I. Dünya Savaşı yılları süreci,
c) 1918-1923, Kemalistlerin egemen olduğu Mütareke süreci.
İttihatçılar, 1908-1913 yılları arasındaki süreçte, ağırlıklı olarak Ermeniler ve Rumlar olmak üzere Gayrimüslimlerden ve daha sonra da Kürdlerden kurtulmanın nüfus mühendisliği planlarını yapıp, I. Dünya Savaşı yıllarında uygulamaya koydular. I. Dünya Savaşı öncesinde, Ermenilerin önemli bir bölümü, gelen tehlikenin farkında olmayarak, seküler gördükleri İttihat-Terakki ile ittifak hâlindeydiler. 1913-1914 sürecinde, Bitlis bölgesinde Mele Selim önderliğinde direnen Kürdler, Ermenilere, İttihat Terakki’ye karşı, birlikte direnme çağrısında bulundular. Bir sonuç alınamadı. Bu sırada İttihat-Terakki Hükümeti, Rusya ile yaptığı 8 Şubat 1914 tarihli antlaşmayla Ermeni Reformu yapacağını belirtiyordu…
İttihat-Terakki’nin mutlak iktidar olduğu 1913-1918 sürecinde, İttihatçılar savaştan çok, derin nüfus mühendisliği politikalarıyla uğraştılar, Ermenilerden ve Kürdlerden kurtulmanın çalışmasını yaptılar. 1914’te savaş başladı ve 1915’te Ermeniler, 1916’da da savaş bölgesindeki Kürdler tehcir edildiler. Bu dönemde, İttihat-Terakki’ye bağlı olarak kurulan gizli Teşkilat-ı Mahsusa örgütü karanlık işler yaptı. Ermeniler ve Kürdler birbirleriyle uğraşırken İttihat-Terakki savaşı kaybettiği hâlde parsayı topladı. Bu sırada (1917) meydana gelen Rusya’daki komünist devrim, Türk yönetiminin işini kolaylaştırdı.
Savaşın bitiminden sonra 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti fiilen bitti. İttihatçı liderler, görevlerini yapıp yurt dışına kaçarken onların devamı Kemalistler devreye girdi. 1918 yılında yapılması gereken antlaşma, 1923 Lozan Antlaşması’na kadar beş yıl sürdü. Mütareke Dönemi olarak adlandırılan bu süreçte, Türk milliyetçi hareketi, savaştaki müttefiki Almanya değil, daha önce savaştığı Rusya ve İngiltere ile işbirliği yaparak yeni bir devletin temellerini attı. Bu sırada Batı-Ermeni İttifakı ile yeni Türkiye hareketi arasında kalan Kürdlerin önemli bir bölümü, haçlıya karşı “kurtuluş savaşı” verdiği belirtilen yeni Türk Ulusal Hareketi yanında yer aldılar.
Mondros-Lozan arasındaki bu süreçte (1918-1923), bazı Kürd aydınları 1. Meclis’te Kemalist Hareket’in yanında yer alırken bazı işbirlikçi Kürd çevreleri de valilerin organize ettiği protesto telgraflarına katılıyor, Türk kardeşlerinin yanında olduğunu belirtiyorlardı. Kürdler, Paris Barış Konferansı sonucunda imzalanan Sevr Antlaşmasıyla, beğenemeseler de bazı haklar elde ettiler. Ancak bu haklar da Lozan Antlaşmasıyla ellerinden alındı. Kısacası, Kürdler, Mondros-Sevr-Lozan sürecinde, başkalarının değirmenine su taşıdılar; aldandılar, aldatıldılar…
Kürdler, genel olarak, 1923-1938 yılları arasındaki on beş yıllık Erken Cumhuriyet Dönemi’ni, az da olsa bilirler ama yukarıda çok kısaca anlatmaya çalıştığımız 1908-1923 yılları arasındaki on beş yıllık Geç Osmanlı Dönemi’ni ve 1918-1923 Mondros-Lozan sürecini pek bilmezler.
Öncesi, sonrası var ama Kürdler asıl olarak, 1878 Berlin Antlaşmasıyla başlayan, 1923 Lozan Antlaşmasıyla noktalanan, Osmanlı İmparatorluğunun tarihe karıştığı kırk beş yıllık Geç Osmanlı Döneminde, en çok da 1918-1923 Mondros-Lozan sürecinde kaybettiler.
Kürdler için, özellikle Kuzey Kürdleri için, 1923 Lozan Antlaşması’yla çok şey bitti. Sonrası, 1924-1938 dönemindeki isyanlar, direnmeler, biten maçın inkıtaları (uzatmaları) gibiydi. Onurlu mücadele ve direnmeler karşın bir sonuç alınamadı. Mücadele devam ediyor, edecek. Haklının mücadelesi bitmez…
GELECEK YAZI: KÜRDLER NEDEN KAYBETTİ?..