Kürdlerin “Milliyetçi” olması kabahat mı?

Celâl Temel

TÜRKİYE’DE KÜRDLER ADINA POLİTİKA YAPANLAR, BAŞINDAN BERİ SADECE, KENDİ DİLİYLE EĞİTİM YAPMA TALEBİYLE ORTAYA ÇIKSALARDI BİLE DURUM BU GÜNKÜNDEN DAHA İYİ OLABİLİRDİ. KÜRD DİLİ ÖNE ÇIKARILARAK, KÜRD TARİHİ, MÜZİĞİ, KÜLTÜRÜ ORTAK DEĞERLERİ ETRAFINDA İNŞA EDİLEN KÜRD MİLLİYETÇİLİĞİ, KÜRDLER İÇİN TEK ÇIKAR YOL GİBİ GÖRÜNÜYOR…

Kürdlerin, millet olma bilincine geç ulaştıkları şeklinde genel bir kanı vardır. Oysa Fransız Devrimi’nden yüz yıl önce, daha Avrupa’da bile milliyetçilik akımlarının gelişmediği, inanç kavramının belirgin, millet kavramının silik olduğu bir dönemde, Kürd Bilgesi Ehmedî Xanî, tüm Kürd kabilelerini, beyliklerini millet olmaya çağırmıştı. Ama sonrası gelmedi. Kürdler, kapalı aşiret yapılanmalarıyla, içlerine dönük çatışmaların içine girerken birlik olup bir devlet egemenliği kuramadılar. Ümmet anlayışıyla başkalarına bağımlı kaldılar. İçe kapalı bu yapı, bazı Kürd değerlerini korusa da Kürdlerin, millet olma bilincine ulaşmasını geciktirdi. Bu gecikme, Kürd ulusuna pahalıya mal oldu.

Pek çok sebeple birlikte, kendini tanımama, tarihini bilmeme, tarih bilinci eksikliği, Kürdlerde ulus bilinci eksikliği yarattı.Ulus bilinci eksikliği de Kürdlerin ulusal mücadelelerini doğru bir şekilde ortaya koymalarına engel oldu. Kürdlerin, bir millet olmaktan doğan haklarını doğru olarak ifade edememelerine yapmaları gerektiğini doğru tespit edememeleri, kendileri adına büyük bir eksiklik oldu. Bu durum,onları egemenliklerinde tutanların işini de kolaylaştırdı.

Türkiye’deki Kürdlere, sık sık, “Kürdler ne istiyor” şeklinde kurnazca, alaycı şekilde bir soru sorulur. Konuyu bilenler buna, yüzlerce, binlerce cevap verebilirler. Ama bilmeyenler, “Bakın her şey olabiliyorsunuz, cumhurbaşkanı bile…” diye başlayan safsatalarla karşılaşınca genellikle ne diyeceklerini fazla bilmezler. Oysa çok fazla demagojiye girmeden verilebilecek kolay bir cevap vardır;“KÜRDLER, KÜRD OLARAK KALMAK İSTİYORLAR.” Bunun nasıl olabileceğini, karşıdaki düşünsün.

Türkiye’deki Kürdler, uzun süre, “Sosyalist Çözüm”, “İslami Çözüm” gibi kavramların yarattığı ortamlarda mücadelelerini doğru bir eksene kaydıramadılar, aralarındaki ulusal birliği sağlayamadılar. Dünya’da solun yükselişe geçtiği, ellili, altmışlı, yetmişli yıllarda, sol akımdan, doğal olarak Kürdler de etkilendiler. Türkiye’deki Kürd aydınları arasında, Sosyalizm’in bir ilkesi olduğu belirtilen “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı”, büyük umut yarattı. Yalnız Kuzey Kürdistan’da değil, Kürdistan’ın diğer parçalarında da bu etki görüldü; Suriye’de, İran’da, Irak’ta, Kafkaslarda…

1958 yılında, Iraklı sol-sosyalist gruplar, Irak’taki Kürdlerin de desteğiyle, Irak’taki krallık rejimini devirdiler. Güney Kürd Hareketi’nin sürgündeki lideri Mele Mustafa Barzani, Kürdistan’a döndü. Feodal olarak ifade edilen Kürdistan Demokrat Partisi, Irak komünistleriyle iktidarı paylaştı. Geçici anayasada, Irak Devleti’nin Arap ve Kürdlerden oluştuğu belirtildi. Daha sonra Arap solcuları sözlerinde durmadılar ve bilindiği gibi, 1961 yılında, Güney’de Peşmerge mücadelesi başladı…

Biz gelelim, Kuzey Kürdistan’da, sol, sosyalizm ve komünizmle Kürdlerin aşkına. Sol rüzgarlar, özellikle, üniversitelerdeki Kürd gençlerini sarmıştı. Emek-sermaye, proletarya-burjuvazi ana çelişkisi üzerinden, “Proletarya Diktatörlüğü” ile kurtuluş sağlanacağı ifade ediliyordu. Kürdler, kısa bir süre sonra kendi geleceklerini kendileri tayin edeceklerdi; devrim yakındı. Öyle deniyordu, Kürd gençleri de buna inanıyor, aşklarını bile erteliyorlardı! Önce dava, sonra sevda…Ağa babasına karşı köylülerini ayağa kaldıran, Kürd ağa, şeyh ve şehir mütegalibesine hakaret eden, ilk “devrimci eylem” olarak köyünün imamının çocuğunu döven, halkının sahip olduğu inanca ve geleneklere söven, …, daha neler neler yapan arkadaşlarımız oldu. Onlara, “Siz önce engelleri kaldırın, sonrası gelir.” denmişti çünkü…

Diğer taraftan, altmışların sonlarında, Doğu Mitingleri ve DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) örgütlenmesi içinde, çok farklı gelişmeler de oldu. Üniversiteli gençler, sosyalist aydınlar, geleneksel Kürd yurtseverleri ve bazı Kürd din adamları, mitinglerde, DDKO çalışmalarında omuz omuzaydı. Sadece “Doğu geri kalmış” demiyor, “Kürdara Azadî”, “Asimilasyona Hayır”, “Kahrolsun Sömürgecilik” de diyorlardı. Aslında bu Kürd milli bilincinin gelişmesi için önemli bir gelişmeydi ama bunu hemen bozdular. Mücadele dışa değil, içe döndü.

Türk Solu’nun kurnazca, Milli Demokratik Devrim tezini geliştirdiği, Türk Sol Hareketi’ni, Türk Milliyetçiliğine, Kemalizm’e monte ettiği bu sıralarda, Kürdlerin milliyetçi olmasının büyük kabahat olduğu tezi geliştirildi. Sağ bir ideoloji diye nitelendirilen milliyetçiliğin, aslında sağdan çok sola yakın olduğu, modern çağın bir kavramı olduğu, hatta toplumların yeni dini olduğu şeklindeki görüşler, Kürd gençlerinden saklandı.

Kürdler söz konusu olunca “Ulus Devlet” çağı bitti deniyordu. Oysa aynı dönemlerde, dünyada onlarca yeni devlet kuruluyor, Türk Solu, milliyetçi (ulusalcı) bir niteliğe bürünüyordu. Seçkinci Türk Solu, milliyetçiliği rahatlıkla kullanabiliyor ama Kürdler bundan uzak durmalıydı. Egemen (ezen) ulusun devrimcileri milliyetçilik yapabilirdi, sömürge (ezilen) ulusun devrimcileri milliyetçilik yapamazlardı. Türk devrimcilerinin, Samsun’dan Ankara’ya yürüyüşü, devrimci eylemdi ama Kürd devrimcileri, Kürdistan’dan Rusya’ya, uzun, görkemli yürüyüşü hatırlayamıyordu bile!..

       Farklı düşünen Kürd grupları, birbirlerini ve işbirlikçi olarak gördükleri Kürd Burjuvazisini yok etmenin peşine düştüler. Hedefe ulaşmak için önce engeller kaldırılacaktı!Kimi Sovyet yolundan, kimi Çin yolundan, kimi Arnavutluk yolundan hedefe ulaşacağına inanıyordu. Kürd dili, Kürd kültürü, Kürdlük, sonraki işlerdi; önce devrim yapılacak, sonra, varsa Kürdlerin hakları verilecekti. “Leninizm”,“Feodalizm”,“alt yapı”, “üst yapı”, “Üç Dünya Teorisi”, “Sosyal Emperyalizm”, nizam çık çık (bilmem ne ne)…Bu büyük büyük (!) konular yüksek perdeden tartışılırken Kürd gençlerinin kendi aralarında Kürdçe konuşması bile, Kürd milliyetçisi suçlamasına muhatap olmalarına yetiyordu.Kimse de neden milliyetçi olmak kabahat veyasuç olsun, diyemiyordu. İsmail Beşikçi gibi, “Kürdler asıl olarak, önce milliyetçi olmalıdırlar” şeklindeki sesleri de duyan yoktu.

Herkes, kendine “devrimci” derken karşısındakileri, “küçük burjuva”, “milliyetçi”, “şovenist”, “revizyonist” diye nitelendiriyordu. Hiç kimse, maazallah “Burjuva Milliyetçisi”, günümüzdeki ifadesiyle “İlkel Milliyetçi” damgasını yemek istemiyordu. Bu hengamede, daha ne olduğu anlaşılmadan, üç-beş yıl içinde, 12 Eylül Cuntası, ayırım yapmadan herkesi, başta Amed olmak üzere zindanlara topladı.

 İlginçtir, Türkiye Devleti, 1959 yılında yargılamak üzere ancak 50 (49) “Kürtçü” bulabilmişti. Yaklaşık yirmi yıl sonra, “Kürtçü” diye topladıklarının sayısı on binin üstündeydi. Çoğu kendine “devrimci” dese de devlet onları, “Kürtçü”, yani milliyetçi biliyordu! Sayıları on binleri bulduğuna göre, her şeye rağmen, 1960-1980 yılları arasındaki yirmi yılda çok şey yapmışlardı demek. Zaman olsa, bu gruplar, büyük oranda, yanlışlarından uzaklaşıp daha doğru işler de yapabilirlerdi. Devlet aklı buna izin veremezdi…

      12 Eylül Cuntası, büyük oranda, Sosyalist yoldan özgürlüğüne kavuşacaklarına inanan ve çözüm yolunda birbirlerini kıran Kürd gençlerinin kafalarında bir deprem yarattı. O arada, zindandaki zulüm karşısındaki direniş, dağda bir savaşa dönüştü. O da ayrı, apayrı bir konu; en azından bu yazının konusu değil. 90’ların başında, Dünya Sosyalist Sistemi de çökünce Kürd gençlerinin sosyalizmden hiç bir ümidi kalmadı. Günümüzde bir çoğu, utangaç olarak da olsa, artık “milliyetçiyim” diyor.

Kürd gençlerinin, Kürd aydınlarının yanlış-doğru mücadele verdiği bu dönemde (60’lar, 70’ler), Kürd İslam aydınları veya “İslami Çözüm” diyenlerya ortada yoktu ya da onları “solcu”, “komünist” diye nitelendirip devletle işbirliği hâlindeydiler.90’lı yıllardan itibaren, bunların bir kısmı, Kürd gençlerinin, o dönemde fazlaca sol akımlara kapılmasında, kendilerinin de kabahati olduğunu söyleyerek öz eleştiri yaparken bir kısmı, hâlen Kürdlerin o zamanki solculuğunun Kürdlere çok şey kaybettirdiği iddiasının peşinde. Günümüzde, hâlâ İslami yoldan çözüm diyenler de var.

 Çeşitli sebeplerle, uzun süre milliyetçiliği bir kabahatmiş gibi görerek uzak duran çeşitli anlayışlardaki Kürd aydınları, son zamanlarda yavaş yavaş oraya toplanıyorlar. Başkalarının değirmenlerine su taşıyanların, başkalarına hamallık yapanların bir kısmı, artık kendileri için de bir şeyler yapmanın bilincine varmaya başladı. Eski solcu aydın, eski sağcı aydın, İslamcı aydın, Kürd milliyetçiliği çevresinde beraber olabileceklerini görüyorlar artık. Son dönemlerde, Kürd milliyetçiliği, daha doğru bir şekilde değerlendirilmeye, analiz edilmeye de başlandı. 

Milletin içinde farklı inanç ve ideolojilere sahip grupların olması doğaldır. Kürdler de çok farklı inanç sistemlerini içinde barındırıyor. Kürdler, yakın zamana kadar, zararlı bir şeymiş gibi uzak durdukları milliyetçilik potasında bir araya gelebilirler mi? Olabilir. Herkesi, tek ideoloji veya tek inanç etrafında toplamak mümkün olmadığına göre, ulusal değerler üzerinden kurulan ulusal bir çizgide buluşma, diğer bir ifadeyle milliyetçiliğe sığınma bir çözümün başlangıcı olabilir. Sorunun çözümü için izlenecek mücadele yöntemi ise (silahlı, silahsız, ...) ayrı bir konudur.

Kürd ortak değerleri üzerinden inşa edilen milliyetçiliğin, ırkçı bir nitelikte olması zaten mümkün değildir. Başka ulusları egemenliğinde tutmak, ezmek gibi bir hedefi olamaz Kürd Milliyetçiliğinin. Kürdleri bir araya getiren milliyetçilik anlayışı; milletini sevmek, milletinin haklarını savunmak, milleti uğruna özveride bulunmak şeklinde tanımlanan “yurtseverlik” anlayışıyla da aynı anlama gelmektedir. Fakat böyle bir milliyetçiliğin, kavmiyetçilikle, ırkçılıkla, başkalarını egemenliğine alan bir milliyetçilik anlayışıyla ilgisi yoktur.

Haksızlığa uğramış, ulusal hakları için mücadele veren Kürd halkının Demokratik Ulus Mücadelesi, bir sıçrama yapma potansiyeline sahiptir. Bu potansiyeli kullanmak elbette kolay değildir. En az yüz yıllık süreçte, Kürdistan parçalarının durumu, birbirinden çok farklı durumlara gelmiştir. Her parçadaki hedefler ve çözüm yolları da farklı hâle gelmiştir. En azından Kuzey Kürdistan için şunları söyleyebiliriz: Asimilasyon büyük boyutlara ulaşmıştır; nerdeyse Kürdlerin Kürd olarak kalmaları imkânsız hâle gelmiş/getirilmiştir. Türkiye’de Kürdler adına politika yapanlar, başından beri sadece, kendi diliyle eğitim yapma talebiyle ortaya çıksalardı bile durum bu günkünden daha iyi olabilirdi. Kürd dili öne çıkarılarak, Kürd tarihi, müziği, kültürü ortak değerleri etrafında inşa edilen Kürd milliyetçiliği, Kürdler için tek çıkar yol gibi görünüyor.

Kürdlerin, Kürd ulus bilinciyle hareket etmeleri,Kürd ulusal çizgisinde buluşmaları, her şeyi çözmüyor. Kürdlerin içinde bulunduğu durum, dünya şartları, onları egemenliklerinde tutan güçlerin durumu ve her parçadaki farklı durum ortadadır. Bunlar ayrı konular. Kürd ulusal bilinciyle hareket etme, ancak başlangıç olabilir. Sonrasında mücadele, haklı olmanın verdiği avantajla sürdürülür. Çünkü KÜRD HALKININ ULUSAL DEMOKRATİK MÜCADELESİ, HER BAKIMDAN MEŞRU VE HAKLI BİR MÜCADELEDİR…