Kürt halkı birlik istiyor Birlik ise bir üst bilinci gerektirir

Veysel Çamlıbel

Yüzyıl sonra yakın ve Ortadoğu yeniden tartışılıp şekillenirken, Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talepleri en üst düzeyde ifade ediliyor. Kürtlerin gündemleşen, güçlenen statü arayışları bölge devletlerini, demokratik değişime, kabul edilebilir demokratik değerlere, hukuki iyileştirmelere yönelteceğine, daha da sıkı rejimlere, uygulamalara doğru itti. Irak ve Suriye’de Kürt varlığının çözüm yolunda tartışılır olması, Türkiye’de kendi Kürt meselesindeki olumluya yönelen tavrında ciddi kırılmalara neden oldu. Türkiye’de, Kürt Halkının varlığı, çözüm bekleyen hak – hukuk talepleri ‘’ devletin bekası ‘’ için bir tehlike ve tehdit olarak gösterilerek, 12 Eylül rejimine ve onun hukukuna rahmet okutacak, devleti toplum ve insana karşı daha da güçlendirecek bir yola girildi. Devlet, tek adam otoritesine, bir parti egemenlinde dayanan, dediğim dedik otoriter bir rejim çerçevesinde yeniden inşa edilmek isteniyor. Böylesi bir rejim, toplum yaşamının genel geçer demokrasi değerlerini, Türkiye toplumun bu güne kadarki bir bütün kazanımlarını, bundan da ötesi direk Kürt halkını, varlığını hedefliyor. Kısacası, bu kötü gidişat, doğrudan Kürt halkının varlığını ve geleceğini tehdit ediyor...

 

Bu kötü gidişin kesin sonuca ulaştırılması için, olağan üstü şartlar fırsat bilinerek baskın bir seçim kararı alındı. 24 Haziran baskın seçim kararıyla muhafazakar – İslamı – milliyetçi toplumsal zeminde AKP – MHP ittifakına dayanan ‘’ Cumhur ittifakına ‘’ karşı kendisini demokrasi, özgürlük, adalet gibi kavramlardan uzak tutan ‘’ Millet İtifakı ‘’ diye vasıflandıran, içinde CHP – İyi Parti – SP, DP gibi partilerin yer aldığı bir karşı blok oluşturuldu. Parlamento’ya 3. büyük parti olarak giren HDP Türk egemenlik sisteminin sofrasının dışında tutuldu, Kürt halkı yalnız başına bırakıldı. Sebep? HDP’nin Türk kamuoyunun nazarında ‘’ terör ile bağlarını koparmamış olması’’, daha yaygın bir kavrayışla da partinin omurgasının, siyasal enerjisinin Kürt seçmenden gelmiş olması… Bu tehlikeli saflaşma - mevzilenme Kürt ve Türk Halkları arasındaki mümkün olan güven duygularını derinden sarstı. Sonuç olarak söz konusu bu gelişmeler, HDP’yi, önemli bir demokratik muhalefeti sindirmek, Kürt halkının sesini bütünüyle kısmak, onun iradesini baraj altında bırakmaktı. Bu ise, açıkça ‘’ başkanlık ‘’ve ‘’ meclis seçimlerini ‘’, geride özgürlük, eşitlik, adalet değerleri bırakmadan, AKP – MHP egemenliğine teslim etmek demek olacaktı….

 

 

KENDİSİNİ ‘’ TÜRKİYE PARTİSİ ‘’ OLARAK TANIMLAYAN; BÖYLE OLMAYA DA GAYRET EDEN HDP İLE KENDİLERİNİ ‘’ KÜRDİ - KÜRDÜSTANİ ‘’ OLARAK TANIMLAYAN, BİRLİK YOLUNDA YÜRÜME, BİRLİKTE İŞ YAPMA ÇALIŞMALARI YÜRÜTEN PARTİLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER BÖYLESİ BİR ORTAMDA ÖNE ÇIKTI, İLETİŞİM VE DAYANIŞMA DAHA DA GEREKLİ HALE GELDİ…

 

BASINDAN, ANLATTILARDAN İZLENİLDİĞİ KADARIYLA KÜRTLER ARASI BU ZORUNLU YAKINLAŞMA, BİR ÖNEMLİ BAŞLANGIÇ OLARAK, SONU ARZU EDİLDİĞİ GİBİ BİTMESE DE, KENDİSİNİ VARLIĞINI ÖTELENMİŞ GÖRÜP – HİSSEDEN KÜRT HALKI VE ONUN GERÇEK DOSTLARI İÇİNDE BÜYÜK BİR İLGİ

İLE KARŞILANDI VE KABUL GÖRDÜ… BU İHTİYAÇ VE BİR ARAYA GELİŞ, ÖNÜMÜZDE DURAN YEREL YÖNETİMLER SEÇİMLERİNE OLAN ÖNEMİ VE İLGİYİ DERİNLEŞTİRDİ, HALKIN KENDİ KENDİSİNİ YÖNETME ARZU VE AZMİNİ KAMÇILADI…

 

* * * * * *

 

Söz buradayken, böylesi hayati bir seçim için ortak hareket etmek, birlikte bir iş becermek arayışı içinde olan, kendisini ‘’ Türkiye Partisi ‘’ değerlendiren HDP ve kendisini ‘’ Kürdi ve Kürdistani ‘’ olarak tanımlayan partiler üzerinde kısaca da olsun durmakta yarar olabilir.

 

‘’ TÜRKİYE PARTİSİ ‘’ HDP, ‘’ KÜRDİ VE KÜRDİSTANİ ‘’ PARTİLER ÜZERİNE

( Kısa bir bilgi ve analiz )

 

Kendilerini ‘’ Kürt ve Kürdistani ‘’ diye niteleyen 8’e yakın parti ve hareketten 5’i bir süredir ilgi uyandıran bir ortak bir seçim çalışmasını gerçekleştirme faaliyeti içinde oldular, kimi temaslar yaptılar, bazı ortak anlayışlarda, değerlendirmelerde buluştular. HDP ile de iletişim kurdular, seçim nedeniyle Kürt halkının ortak çıkarları çerçevesinde bir temel anlayışta ve ortak bir seçim faaliyetinde buluşmanın olabilirliğini konuştu ve denediler…Doğrusu böyle bir girişimin alt yapısı, en aşağısından olsun bunun bir psikolojik ön hazırlığı bile bulunmamaktaydı. HDP öteden beri farklı bir yerde duruyordu, farklı bir partiydi. Söz konusu Kürdi / Kürdistani parti ve hareketler ise daha farklı kulvarlarda idiler; doğrusu, aralarında geçmişten gelen, birbirlerini anlayan, tanıyan işe yarar bir yakınlık da yoktu, aksine bir birlerine karşı, güvensiz ve mesafeliydiler…Zaman oldukça dardı. Sonuç da olması gereken gibi olmadı, geniş bir seçim işbirliği gerçekleşmedi, daha ilerilerde olması gereken kapsamlı birlik arayışlarının da moral – motivasyon zemini böylece eksik kaldı, başarı sağlanamadı…

 

* * * * * *

 

İfade ettiğimiz gibi, HDP kimliğini tanımlamış, konumunu belirlemiş bir parti. O, solculuğu / solculuk anlayışı tartışma konusu da olsa, siyasal faaliyetlerindeki yük taşıyıcı kolonları Kürt halkının omzunda da dursa, Türk Halkının büyük çoğunluğu onu ‘’ Kürt Partisi ‘’ olarak da değerlendirse, netice olarak HDP kendisini solcu ve bir ‘’ Türkiye Partisi ‘’ olarak tanımlıyor, niyetini, yapacağını da ona göre yürütüyor. HDP kendisini ‘’ Türkiye Partisi ‘’ olarak tanımlasa da, kadroları ve 6 milyonu bulan seçmen kitlesiyle kendi içinden homojen, yekpare bir parti değil. HDP’lilerde kendini tanımlamada farklı, hatta derin sayılabilecek görüş farklılıkları var. HDP’yi, Türk ve Kürt devrimcilerinin mütabakat partisi gibi görenler, bunu böylece savunanlar olduğu gibi, partiyi, ezilen - ötelenen bütün kimliklerin ortak kitle partisi gibi değerlendirenler de var. HDP’deki Kürtler arasında, Kürt kimlik vurgusunun, Kürt özgürlükçü - eşitlikçi taleplerinin ihmal edildiği, bu yöndeki potansiyellerin iyi kullanılmadığı da yaygın bir görüştür. Kürtçe’nin siyaset dili olarak kullanılmadığının, partinin, anadilde eğitim gibi temel talepleri seslendirmese de, bunun eksik ve yanlışlarını zamanla düzeltileceğine olan inançla partide yer alan duyarlı Kürtlerin de olduğunu görmemek mümkün değil.

 

Diğer yandan bir gerçeğe işaret etmek de gerekiyor. HDP modelindeki parti, son birkaç on yılda doğmuş, yeni icat edilmiş bir parti de değil. Onun temelleri ta 1960 başlarında, TİP’e kadar götürmek, TİP ile ilişkilendirmek gerçeği ifade etmek bakımından kuşkusuz önemlidir. TİP, ilk yola koyulduğu tarihlerde, işçi ve emekçilerin partisi olarak doğmuş olsa da, çok

geçmeden, Kürt aydınları – gençleriyle, derken Kürt halkının belli bir bölümüyle buluşmuş, işçi ve emekçilerin partisi formatında bir parti iken sonraları Kürt halkı ile ilişkilenmiş, buluşmuştu. Öyle ki; TİP, kuruluşundan daha on yıl geçmeden Kürt halkının varlığını, hak ve hukukunu bir kongre kararı ile tanımış, teslim etmiş, bu sebeple de kapatılmış bir partiydi. Elbette TİP’de Kürt – Türk halkının mutlak eşitliği gibi bir anlayışa, o olgunluğa ulaşabilmiş değildi o zamanki siyasal kültür. 1960 yıllarını sonlarında, sosyalizm dünyada ve Türkiye’de yükselen değerdi ve fakat, henüz yeni kavranmakta olan sosyalist siyasal kültüre, çok da gerçeği, yaşamın kendisini yansıtmayan kaba ideolojik algılar, ölçüler ve kavrayışlar egemendi. İşçi ve emekçiler devrim ve demokrasi mücadelesinde esas, öncü güç kabul edilirdi…Öncü olmadan hiçbir kervan yürüyemezdi. Bir köylü / köylülük meselesi olarak değerlendirilen Kürt meselesi derseniz, o, devrimin de, demokrasinin de ‘’ itiyat kuvveti ‘’, yedek / yardımcı gücü çerçevesinde görülüyor, değerlendiriliyordu…O tarihlerde sosyalist literatür Türkiye’de çocukluk günlerini yaşıyordu. Yaşamın, gerçeğin kendisi esas değildi. Her şey kitabiydi, tercümesi batı kaynaklı olan kitaplar da öyle yazıyordu, yada yazılanlar yanlış kavranıyordu. Reel politika değil, teorilerin, ideolojik bilgilerin yarışı siyasete egemendi…

 

O günlerin üzerinden çok günler geçti, çok sular aktın köprülerin altından. 1990 sonrasında, bir çok şey değişti. İki kutuplu / bloklu dünya dağıldı, Sovyetlerin havlu atıp minderi terk etti. O tarihlerde Türkiye siyasal yaşamında, HEP ile başlayan bir süreç doğdu, gelişti. Bu yeni süreç, uyuyakalmış kitlesel enerjinin ortaya çıkışı açısından, Kürt halk / millet varlığının, kimlik ve hak mücadelesinin yükselmesi açısından önemli bir gelişmeydi. 1990 başında şekillenip yükselen bu süreç; Kürt halkının mücadelesinin bir ‘’ itiyat kuvveti ‘’ olmadan çıkıp, demokratik değişim açısından asıl – belirleyici bir kuvvet olmaya adım attığı yaşanılıp görülecekti. HEP’in ardılları olan, DEP, HADEP, derken ulaşılan yerde HDP Kürt halkının omuz verip omurgasını oluşturduğu, demokrasinin ağır yükünü taşıdığı, Türkiye’de demokratik değişimin başlıca dinamiğini oluşturduğu bir parti haline geldi, HDP böylesi bir önemli mirastan beslenip gelişti, yaşamda karşılığını buldu…

 

HDP önemli bir parti, ama önemli sorunları da olan bir parti. HDP’de Türk – Kürt devrimcilerin solcu partisi çerçevesindeki anlayış, partinin önündeki en öteleyici, en daraltıcı, en kısır, en tartışmalı anlayış olarak duruyor. Ve bu anlayış parti içinde mutlak, nihayi otoriteyi temsil ediyor. Bu anlayış, sınırlı kalmış DTK birleşenleri ile HDP arasındaki tartışması süren ve fakat çözülememiş sorunların da başlıca nedenlerinden biri olarak gözüküyor. Bu anlayış her kimlikten, her renkten ezilen / ötelenen kimliklerin kendisini partide yaygın bir şekilde ifade etmesi için de ne yazık ki önemli bir engel oluşturuyor. Kürt kimliğinin potansiyellerinin açığa çıkarılmasında, Kürt dil ve kültürünün kendisini özgür ve eşitçe ifade etmesinde de sıkıntılara neden oluyor. Sol alışkın olduğu bir tavırla, Kürt kimliğini, Türk kimliği ile eşit bir kimlik değil, daha ziyade foklorik düzeyde bir kimlik olarak algılıyor, öyle görmek istiyor. Bir çok zaman da kendisini, bilen, yöneten baş, partiyi ayakta tutan Kürt seçmeni ise yönetilecek bir gövde olarak algılıyor, değerlendiriyor.

 

Demem özetle şu; daha farkı, daha geniş kitlelere ulaşma, farklılıkları parti kanatlarının altına barındırabilme, daha büyük güç yaratma imkan ve şansı varken, bunun HDP’de yaşam bulmaması onun önemli bir açmazıdır. Parti iç işleyişi demokrasi normlarına daha da uygun olması gerekirken, bunu yapmaması / gerçekleştirememesi, söz ve karar mevkiindeki bir sağlıksız sol anlayışın kendisini partinin gerçek sahibi, kendisini her şeyin üstünde görmesinden, kimlik çoğulcuğunu, farklı eğilimleri hesaba katmadan, son sözü söyleyip, bildiğini okumasından kaynaklanmaktadır.

 

 

* * * * * *

 

Şimdi kendilerini ‘’ Kürdi - Kürdistani ‘’ diye niteleyen, siyasal faaliyet alanını daha ziyade Kürt halkının kadim coğrafyasına çeviren, yerel yönetimlere, yerel demokrasiye, yerel siyasete, yerel katılıma yüzünü dönen partiler üzerine düşünce ve değerlendirmelerimi kısaca ifade etmek istiyorum. İzleyebildiğim, bilebildiğim kadarıyla bu partilerin nerdeyse hepsi, uzunca bir süreden beri kendilerini sadece Kürtler temsil eden partiler olarak değil, etnik bakımından farklılık gösteren diğer etnik ve din ve inanç farklılıklarını da kucaklayan, bir çok değişik parametreler bakımından özgün koşulları olan coğrafyanın, Kürdistan coğrafyasının üzerinden ifade ediyorlar…Bu nedenle bu partileri birer ‘’ Kürt Partisi ‘’ diye tanımlamak eksik ve yanlış oluyor. Kürt halkını üzerinde yaşadığı coğrafyanın faklılığı, özgünlüğü bir realitedir. Ademi merkeziyetçilik yaşamı sahiplenmenin en etkili yoludur. Demokrasinin omurgasını oluşturan çoğulculuk, yönetmeye katılım, kendini gerçekleştirme ademi merkeziyetçi bir idari ve siyasi sistemde yaşam bulur. İnsanların kendi evlerini yönettikleri gibi, kendi köylerini, mahallelerini, ilçe ve şehirlerini yönetme talepleri kuşkusuz haktır, meşrudur. 20 – 25 milyon olarak ifade edilen bir halka en temel haklarını tanımamak Kürtçe’nin eğitim dili olmasını, ikinci bir resmi dil olmasını istemek oldukça doğal bir insani taleptir. Doğrusu bütün bu talepler yaşamda karşılığı olan, insanlar için vazgeçilmez taleplerdir.

 

 

50 – 60 yıl öncelerine kadar Kürtlerin büyük bir çoğunluğu kendi baba – ata toprakları üzerinde, kendi doğal iklimlerinde yaşıyorlardı. O günden bu yana Kürt meselesi farklılaştı, değişti. Önceleri, kendi ecdat topraklarından kopup batıya göçleri büyük ölçülerde daha iyi bir yaşam gerekçesine dayanıyordu. 1980 sonraları Kürt meselesi, eşitlik çerçevesinde barışla çözülebilecek bir mesele iken şiddete bulaştırıldı, şiddetin kurbanı oldu. Şiddetin önünü katıp sürükleyip göçe zorladığı milyonlarca insan batı illerine savruldu. İstanbul, İzmir, Bursa, İzmit, Adana, Mersin…Aydın, Manisa, Denizli, Eskişehir vs gibi batı illeri, köy ve ilçeleri hatırı sayılı bir Kürt nüfus barındırır hale geldi. Şiddetin hüküm sürmeyi devam ettirdiği topraklarda sivil bir siyasetin yaşama şansı yok iken, metrapollere göçen Kürt nüfus bütünüyle asimilasyonun pençesine itildi. Kürtler, kimliklerinin en belirli unsuru ana dillerinden, kimi hassasiyetlerinden uzaklaşmış olsa da, büyük kentlerde getolar halinde bir arada yaşamış olmaktan gelen imkanlarla politikleştiler, doğal olarak HDP’nin destekleyeni, seçmeni haline geldiler…Metrapollere savrulan bu Kürtler, anadilde eğitim hakkı başta olmak üzere, kimlik meselelerinin bir hak olarak çözülüp kullanılması açısından Ankara merkezli bir siyaset zemini üzerinden bir mücadeleye katkı koymaya başladılar..

 

Yukarda Kürt yoğunluğu içinde bulunan, Diyarbakır eksenli Kürdistan bölgesindeki yerel politik konumlanış ve ihtiyaçlar elbette Türkiye’nin bir çok bölgeleri bakımından da geçerli. Böylesi yerel coğrafi kimlik ihtiyaçlar da karşılık görmese de, ihtiyat ile karşılansa da, bu ihtiyaç fiilen yaşanıyor. Ege bölgesi yaşam kültürü, bir çok ölçü ve değerleri bakımından özgün kimliği, talepleri olan bir bölgedir. Karadenizlilik kimliği, her açıdan kendisini özgün durumuyla konumunu her zeminde ifade eden oldukça etkin bir kimliktir. Çukurovalılık, farklılıkları, farklı yaşam tarzıyla, çoğulcu konumuyla gene benzersiz bir bölge profili çizmektedir…Trakyalılık da çok özgün bir coğrafi, kültürel kimliğin adıdır. O, Anadolu coğrafyasının ağırlıklı yanından farklılık gösteren farklı bir kimliğe sahiptir. Bütün yanında, bu farklı bölgelerin kendilerine / bölgelerine has bir politika geliştirebilmeleri, kendileri bakımından bir haktır. Bu hakkı kullanabilmek farklılıkların hukukuna saygıdır, demokratik çoğulculuğun gereğidir.

 

Sonuç olarak;

 

Kürt halkı feleğin çarkından geçmiş, özgürlükleri için ağır fatura ödemiş, karşılığında ise işe yarar bir mesafe almamış bir mazlum halktır. Ehmedê Xanî’nin Yekbün / Birlik konusundaki 300 yıl önceleri söylenmiş sözlerini bilmeyen – duymayan nerdeyse bir tek Kürt bile yoktur. Kürt halkı birlik için mücadelenin esas olduğunu tecrübeleriyle yakından görmüş, bunun önemini kavramış bir halktır. Emek verip yetiştirdiği herkesten, özellikle de genç kuşaklardan birlik için ertelenmez bir çaba ve fedakarlık göstermelerini; yeni Kürt kuşaklarının aşiret husumetlerini andırır kör rekabetlerden uzak durmalarını, siyaset erbabının kendilerini aşmalarını, büyük düşünmelerini, meselelere geniş ve derin bir ufuktan bakmalarını beklemekte ve istemektedir.

 

Dünya’daki, bölgemizdeki hareketli büyük resmi gözden kaçırmadan takip etmek, buna göre düşünmek ve davranmak…Kendisini ‘’ Türkiye Partisi ‘’diye tanımlayan HDP’yi, kendilerini ‘’ Kurdi ve Kurdistani ‘’ partiler olarak tanımlayan partileri bir birlerinin rakibi / karşıtı gibi değil, birbirlerinin eksiğini - yanlışını düzelteni, zaman içinde birbirlerinin tamamlayanı olarak görmek gerekiyor. Ve yaşamı değiştirebilmek için fikri sabitlere takılıp kalmamak, yaşamı esas almak, gerçekleşebilir olana, reel politikalara yönelmek, sonuç verici olana yoğunlaşmak gerekiyor.