Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde Eksen Kayması: 12 MART 1971 DARBESİ

Kamil Sümbül

12 Mart 1971 askeri darbesinin üzerinden 50 yılı aşkın uzun bir süre geçmesine rağmen hâlâ çeşitli yorumlar ve değerlendirmeler yapılmaktadır. Fakat bu askeri darbenin Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesini etkileyen yanları tam olarak değerlendirilememektedir kanımca. Dönemin Kürt politik şahsiyetleri, DDKO ve KDP’lilerin yargılanması, DDKO’cuların yaptığı siyasi savunmalar hakkında bolca yazılar çıktı, kitaplar yazıldı. Bu yargılanmaların kuşkusuz Kürt toplumunda etkileri de oldu. Ama devlet aklını iyi incelediğimiz zaman karşımıza daha farklı sonuçlar çıktığı görülecektir.

Devlet sadece o dönemin birçok politik şahsiyetlerini yargılayıp cezalara çarptırmadı, aynı zamanda ulusal mücadelenin eksenini kaydırıcı olaylar da yaptırdı. Bu noktanın şimdiye kadar yeterince incelenmediği kanısındayım. Eksen kayması iki Saidlerin ortadan kaldırılmasıyla başladı. Türk devletinin bir beka sorunu olan Kürt sorununu sadece kendi egemenliği altında bulundurduğu Kuzey parçasını değil, tüm parçalarla ilgilenip kontrol etmek istediği bilinmektedir. Gerek Osmanlı döneminden beri Kürdistan’da yerleşik olan Türk/Türkmenlerden oluşturduğu ajanlarla, gerekse de ulusal ve vatan duygusundan yoksun Kürtlerden para ve maddi çıkar karşılığında kendine bağladığı, devamlı bilgi veren, iş birliğinde olan bir grup her dönem olmuştur. Türk devletinin beka sorunu yaptığı Kürtlerin mücadelesini sadece Kuzey’de değil Rojhelat (Doğu), Başur (Güney) ve Batı Kürdistan’daki Kürtlerin her başkaldırışını da dikkatle izleyip tüm Kürdistanı bir beka sorunu olarak kabul etmektedir.

Kürt ulusal hareketi Dersim direnişinin bastırılmasından sonra 20 yıl gibi sessiz kalmasına rağmen Kürdistan’da var olan ulusal damar kaybolmamış, kendini 49’lar hareketi ile yeniden göstermiştir. Kürtler kendini toparlayıp yaralarını sararken bir kulağı Erivan radyosundayken, diğer kulağı ise Güney Kürdistan’da Mela Mustafa Barzani önderliğindeki ulusal direnişin silah seslerindeydi. 1970’e gelmeden önce Kürt ulusal damarından gelen ulusal örgütlenme, 1965’te Faik Bucak başkanlığında KDP olarak örgütlenmiş sonra diğer iki Said döneminde de kitlelere inmeye çalışmış, Güney’deki ulusal hareketle işbirliğini kurmuştu. Ayrıca 1960’lı yılların başlarıyla birlikte İstanbul ve Ankara’da okuyan Kürt öğrenci ve aydınlarının bir bölümü de sol/sosyalist düşüncelerden etkilenerek TİP (Türkiye İşçi Partisi) içerisinde örgütlenmiş, çıkış temelleri ulusal damara dayanmaktan ziyade Türk sol hareketleri ile birlikte sosyalizm ideolojisini temel alarak gelişme göstermiştir.

Devlet bu iki farklı düzeyde gelişen çizgiyi kontrol ederken kendisi için en büyük tehlikeyi ulusal damardan gelen iki Saidlerin önderlik ettiği KDP hareketlerinden görmekteydi. TİP ve Türk solu içinde gelişen Kürt aydın hareketlenmesi kısa bir dönem sonra iki Saidlerden etkilenmiş ve Türk solu içindeki Kürtler arasında bir bölünme yaratmıştı. TİP ve Türk solunda kalmayı tercih edenlerin dışında bir kesim ayrılarak bağımsız Kürt örgütlenmesine yönelmişti, DDKO’lar gibi.

Saidler olayını öğrenmem 1976 yılında olmuştu. Gerek o dönem duyduklarım gerekse sonradan iki Saidlerin bazı arkadaşlarını dinlemiş olmam, bu konuda yazılan onlarca yazı ve değerlendirmeleri okumam sonucu şu kanaate vardım: Devlet iki Saidlerin dayandığı ulusal damarı dumura uğratıp köreltmek, Kürtleri öndersiz bırakmak için elindeki devlet aklının verdiği yöntemlerle yağdan kıl çeker gibi bir provokasyonla iki Said’i birbirine kırdırmayı planladı. Ve iki Sait öldürüldü. Ulusal damardan beslenen Kürt ulusal hareketi böylece 1970’lerin başında başsız kalıp iki önemli liderini yitirmiş oldu. Olay hâlâ tam olarak açıklığa kavuşmuş değildir, ama İki Said’in ortadan kaldırılması ile taraflar arasında neredeyse 40-50 yıllık kan davasına dönüşmesini devlet ellerini ovuşturarak izlemektedir. Türkler Bizans’ı yıkıp İstanbul’u aldıklarında hem Bizans devlet yapısını ve hem de Bizans ayak oyunlarını da iyi öğrenmişlerdi. Provokasyonlar yapmada, komplolar düzenlemede, manüpilasyonda, rakip saydıkları kardeş ve oğlunu bile katletmede iyi bir devlet aklına sahiptirler.

İki Said olayında kendi kanımca, mantık yürüterek şu sonuçları çıkarmaktayım: Dr. Said Kırmızıtoprak (Dr. Şivan) Kürt aydınlarına da hitap edip sol görünmesine rağmen ulusal damardan güç almakta, Said Elçi zaten o kesimin adına hareket etmekteydi. İki Said’in arasında Kuzey’deyken hiçbir problemin olmadığını yaşayan bazı yakın arkadaşlarından dinlemiştim. Her ne kadar her iki taraf yıllarca birbirini suçlasa da, yazılı belgeler gösterseler de o belgeler ne kadar doğru hâlâ tartışılır durumdadır. İnce hesaplanan provokasyon sonucu, önce Said Elçi ardından da Dr. Şivan’ın (Said Kırmızıtoprak) Kürtlerin kendi eliyle ortadan kaldırılınca ulusal damarı temsil eden geniş kesim lidersiz bırakıldı.

Kürt sol hareketlerine baktığımızda: Feodal/yarı feodal bir yapıda olan Kuzey Kürdistan’da bir işçi sınıfı oluşmadığı gibi, sol/sosyalizm adına yola çıkan Kürt aydınları teoride bir hayali işçi sınıfı yaratırken dayandığı toplumsal katman öğrenci gençlik ve aydın kesimlerdi. Ulusal damardan gelen politik oluşumlar; köylülüğe, esnaf ve tüccar kesime, yurtsever duyguları taşıyan toprak ağaları ve dini şeyhlere dayanmaktaydı. Ulusal taleplerle yola çıkan bu kesim geniş bir kesimi örgütleme olanağı vardı. Devlet sol/sosyalist görüşleri savunan Kürtleri de kendisi için tehlikeli görmekle birlikte ulusal damarı temsil eden ve tüm toplumsal katmanların ulusal taleplerini savunabilen, ulusal düzeyde örgütlenmeyi yapabilecek olanları kendisi için daha tehlikeli bulmaktaydı. Devlet bu kesimlere geçmişte daha zorbaca yüklenmiş ve her olağanüstü durumlarda bu kesimi kamplarda toplayıp sürgüne göndermiştir.

Devlet daha önceden de ulusal damardan gelen Kürt aydınları, mirleri, şeyh ve ağalar üzerinde baskı ve sürgünlerle sindirip kendine bağımlı hale getirmiş, sermaye birikimlerini Kürdistan’da engellemiş, yurtsever duygularını köreltmişti. Ama bu olayla birlikte ulusal damardan gelen kesim ve oluşumlar çok büyük bir darbe aldı. Kürt ulusal mücadelesini yürütmek sol/sosyalist düşünceyi savunan kesime kaldı. Ayrıca iki Said’in ortadan kaldırılmasıyla darbe yiyen ulusal damar, birde 1974-75 yıllarında büyük ümitler bağlanan Barzani önderliğindeki hareket yenilince bu kesim bir darbe daha yiyerek bir dönem toparlanamaz duruma geldi. Devlet aklı da çok iyi biliyordu ki, dünyanın hiçbir ülkesinde kitleleri tek başına örgütleyebilen bir sol parti hemen hemen yoktu. En ufak bir farklı görüş bile bölünmelerine neden oluyordu. Ayrıca o dönem sosyalist ülkeler arasındaki çatışma ve çelişkiler de sol hareketleri bölen, birbirine düşman eden bir etmen olunca bunların yansımaları da Kürtlere olduğu gibi yansıdı. Böylece Kürtlerde eksen kayması 1970’lerin başından itibaren gerçekleşmiş oldu.

Kürt sol/sosyalist hareketleri dünya sosyalist dünyasındaki bu parçalanmışlıktan fazlasıyla etkilendi. Hemen hemen tüm Kürt sol grupları ulusal talepleri savunmada aynı şeyleri savunmasına rağmen, Sovyet yanlısı olma, Çin yanlısı ve sonra Arnavutluk yanlısı olma temel görüş oldu ve diğer yerlerde olduğu gibi Kürt sol hareketlerinde de kendi aralarında düşmanlıklar gelişti. Ulusal hedeflerin önemi pratikte, ittifaklarda geri plana itildi. Yeniden toparlanmaya çalışan, ulusal damardan gelen yapıların devamı olduğunu söyleyenler bile Marxist/Leninist tezlere sarılmaya başladılar. Devletin muhafazakâr ve dinci kesimde olduğu gibi gibi sol hareketler üzerinde de belirli bir etkinliği olduğundan kontrol etmede fazla zorlanmadı.

12 Mart askeri darbesinin temelinde, diğer darbelerde olduğu gibi, muhafazakâr bir yapıya sahip olan Türk halkını Cumhuriyet’in kuruluşunun üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen Kemalist elit bir türlü yukarıdan aşağıya kendine benzetmede başarılı olamayınca, askeri darbelerle toplumu yeniden dizayn etmek, Kemalizm’i kurtarmak, muhafazakâr kesimi geriletmek de bulunmaktaydı. Sanıyorlardı ki, emirle toplum değişir. Cumhuriyet kuruluşu ile birlikte Kürt ulusal direnişlerini bastırmak, ulusal güçleri parçalamak, liderlerini komplolarla ortadan kaldırmak temel politikası olagelmiştir.

12 Mart sonrası yeniden toparlanan Kürt yurtseverleri kendilerine temel olacak ulusal damardan ziyade sol/sosyalist ideolojiyi temel alarak yeniden örgütlenmeye başladılar. Çin, Küba devrimlerinin gerçekleşmesi, dünyanın her yerinde ulusal kurtuluş mücadelelerinin yükselişe geçmesi ve devrimci bir dalga yaratan “68 Kuşağı”nın da bu gelişmede etkisi olmuştur. Kıbleler artık Kürt toplumunun iç dinamiklerinden ziyade ya Sovyet Komünist Partisi, ya Çin ya da 2-3 milyonluk küçücük bir ülke olan Arnavutluk oldu. Bu bloklaşmalar bile kendi aralarında bölünüp parçalara ayrıldı. Temel ittifak diğer Kürt hareketleri olmaktan ziyade ya Sovyet yanlısı, ya Çin ya da Arnavutçuluk temel alındı. Rızgari hareketi ilk çıktığından bölünmesine kadar çıkardığı Rızgari dergisi sayılarında tarihsel ulusal damara dayanan bir özellik gösterip dünyadaki sol kamplaşmaların dışında kalmasına rağmen bölünmeden sonra iki taraf da Ortodoks Marksist, en keskin Leninist olma yolunu seçti. Maalesef Rızgari/Ala Rızgari de dâhil Kürdistan’ın iç dinamiklerine dayanan bağımsız bir sol hareket gelişme imkânı bulamadı.

Kısacası, 12 Mart darbesi ile birlikte Kürt Ulusal Hareketinde bir eksen kayması yaşandı. Sol/sosyalist ideoloji temel alınınca ulusal hedefler yazılar ve programlarda kalıp körelmeyle karşı karşıya kaldı. 1980’e gelindiğinde ise 12 Eylül darbesi ile Kürtleri hiçleştirme politikası güdülmeye başlandı. Bu başarılamayınca da gelişen ulusal hareketin ulusal damarla birleşmesinin engellenmesi, ulusal potansiyeli köreltmek için yeni kanallar açmaya ihtiyaç duydu. Bu yeni kanallar nasıl oldu başka bir yazının konusudur.