Türk/iye Seçimleri, tıpkı diğer alan ve kurumlar gibi, sistemin kendi sömürgeci amaçları için kurgulayıp, düzenleyerek yönettiği bir alan ve kurum olsa da, Türkiye’nin demokratikleşmesinde önemli bir işleve sahiptirler. Bu yanıyla da ulusal demokratik mücadelemizin başarıya ulaşması yolunda, stratejik olmasa da taktik olarak büyük önem arz etmektedirler. Bu önem, kısmen kendi kendimizi yönetme imkanını ve dolayısıyla tecrübesini sunan yerel seçimler için çok daha aktüeldir.
Kürd ulusal hareketi olarak böylesi bir yaklaşımla mücadelemizin içinde bulunduğu koşullara göre, Türk seçimlerine konjonktürel anlamlar/roller yüklemeli ve buna uyan siyasal tutumlar takınmalıyız. Bu anlayış, kendi içinde, koşullara göre, seçimlerde boykot dahil, bir dizi farklı tutum takınmayı barındırmaktadır.
Kürd Hareketi, böylesi bir anlayış ve yaklaşım ile toplumumuzun seçimlere ilişkin var olan algılarını, davranış ve yaklaşımlarını göz önünde bulundurduğu ve onları kendi anlayışıyla buluşturup uyumlayarak, toplumun genel çıkarları doğrultusunda değerlendirdiği oranda, siyaseten başarılı olacaktır.
PAK ve PSK olarak ortaklaşa sürdürdüğümüz yerel seçim kampanyasının kısa zamanı ve sınırlı ilişkileri içinde edindiğim kanaat, Kürd ulusal siyaseti olarak Türk Egemenlik Sistemi’nin seçimlerine ilişkin anlayış, tutum ve beklentimizin, toplumuzunki ile çok farklı olduğu ve dolayısıyla rasyonel olmadığı yönündeydi.
Bunun üzerine, Türk Egemenlik Sistemi’nde çok partili sisteme geçiş sonrasında yapılan seçimleri, özellikle de son 4 yıldaki 4 seçimi ve Kürdlerin bu seçimlere ilişkin davranış ve tutumlarını, dolayısıyla da algılarını, bazı yönleriyle inceleyip irdelemeye çabaladım. Vardığım sonuçları, rakamlara boğmadan, birer toplumsal trend olarak saptamaya ve bunlardan bazı siyasal sonuçlara varmaya çalıştım.
*****
Türkiye’de çok partili sisteme geçiş tarihi olan 1946 sonrasındaki seçimler ile son dört seçime katılma oranlarının ayrıntıları incelendiğinde, Kürdlerin seçime katılma oranları, dikkat çekici birkaç istisna dışında, Türkiye ortalamasıyla fazlaca bir farklılık göstermiyor. Bu durum, Kürd toplumunun genel olarak Türkiye seçimlerine bakışı, ekonomik, sosyal ve siyasal beklentileri ile ilgili olarak seçimlere yüklediği anlam için önemli bir ölçüdür.
Dikkat çekici istisnalar ise, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından dönüm noktaları diyebileceğimiz iki dönemdir ve bu dönemlerde, Kürdlerin seçime katılma oranları Türkiye’deki genel ortalamanın 3-4 puan üstündedir.
Bu dönemlerden ilki, Tek Partili sistemden çok partili siteme geçildikten sonra, 1950’de yapılan ve Demokrat Parti’yi iktidara taşıyan seçimdir. İkincisi ise, “Milliyetçi Cephe İktidarı”ndan sonra, 1977’de Ecevit başkanlığında CHP’yi iktidara taşıyan seçim dönemidir.
Türk/iye seçimlerine katılımdaki bu istisnalar, Kürdlerin, Türk Egemenlik Sistemi’ni demokratikleştirmeyi özellikle önemsediklerini ima etmektedir,
Kürdlerin, seçimlere katılımla ilgili genel tutumları ise, içinde bulundukları koşullara ilişkin mücadeleleri ile Türk seçimleri arasında pozitif bir ilişki kurduklarını; seçimleri kendi ekonomik sosyal ve siyasal koşullarını iyileştirmek için önemli bir araç olarak gördüklerini; hatta siyaset ile Türk seçimlerini neredeyse özdeşleştirdiklerini ortaya koymaktadır.
Rakamlara boğmadan, son dört seçimde ortaya çıkan ortak birkaç genel sonuçtan ve trendden bahsetmem gerekiyor ki, Kürt ulusal hareketinin geleceğinde seçimlerin muhtemel etkilerini doğru/etkili bir şekilde değerlendirebilelim.
Bu trendleri, Kuzey Kürdistan’da ve metropollerde yaşayan Kürdlerin, ulusal talep, kimlik ve aidiyetlerine ilişkin değer ve hassasiyetleri temsil ettiğine inandıkları HDP’ye verdikleri oyların, seçim dönemlerine göre oluşan değişimleri üzerinden saptamaya çalışacağım.
HDP, tarihinin en yüksek oy oranını, yüzde 13.06 ile 7 Haziran 2015’te aldı. Bu dönem, AK Parti iktidarının henüz görece demokratik nitelikli olduğu ve “Çözüm Süreci”nin devam ettiği bir dönemdir.
Belirtilen seçimde alınan sonucun çok önemli bir diğer özelliği ise, asimilasyon ve entegrasyonun çok etkili olduğu, yanı sıra Kürt Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları Sivas, Adıyaman, Antep, Malatya, Elazığ, Dersim, Erzurum, Erzincan gibi illerde, HDP’nin, daha önceki seçimlere göre hayli yüksek oy almasıydı. Bu sonuç, Kürdlerin, asimile ve entegre olmuşlarsa/olurlarsa bile, ulusal hareketin yükselip umut verdiği görece demokratik ortamlarda aidiyetlerine sahip çıktıklarına/çıkacaklarına işaret etmektedir.
1 Kasım 2015’te yapılmak üzere yeniden seçime gitme kararının alınması sürecinde, “Suruç Katliamı”, “Ceylanpınar Olayı” ve sonrasında “Çözüm Süreci”ne son verilmesiyle birlikte, Devlet tarafından başlatılan Kürdistan’da şiddeti yükseltme dalgasının, “Hendek Savaşı” ile adeta tavan yapması, 1 Kasım 2015 seçimlerinde HDP’ye verilen desteği, 3 puan azalttı. Bu düşüş oranının, Kürdistan’da ve özellikle bazı illerde daha yüksek olması, iki önemli nedene ve dolayısıyla aynı zamanda sonuca işaret etmektedir. Birincisi, HDP geleneğinin “Hendek politikası” ile savaşı, ulusal hareketin en güçlü olduğu il ve ilçelere taşıması, siyasal şiddet politikasının, başta orta sınıf olmak üzere, artık halk tarafından sorgulanmaya başlandığını ortaya koymaktadır. İkincisi ve daha önemlisi, tarafların, karşılıklı olarak, Kürdistan’da siyasal şiddeti ve savaşı yükseltmelerinin asıl kazanının Devlet adına AK Parti ve MHP olduğunu açıkça gösteriyor.
Bu trend, 24 Haziran Cumhur Başkanlığı seçimiyle son Yerel Seçimlerde de genel olarak devam etmiştir. HDP, son Yerel Seçimlerde, daha önce kazandığı birçok (Kırkı aşkın) il ve ilçede seçimleri kaybetmiştir.
Buna karşın, belirtilen son 4, özellikle 3 seçimde, Metropolde yaşayan Kürdlerin HDP’ye olan destekleri, belirgin bir biçimde artmış bulunuyor.
Bu oyların çok sınırlı bir kesimi, HDP’nin bileşenleri ve destekçileri olan marjinal Türk sol kesimleri ile, HDP’nin barajı aşmasını sistem açısından yararlı gördüğü için “stratejik” bir anlayışla oy kullanan Türk veya diğer azınlıklara ait kesimlerin oylarıdır. Ancak, metropoldeki bu oy artışının ana gövdesinin ise, Orta Anadolu Kürtleri ile metropollere göçen Kürdlerin verdiği oylardan oluştuğu anlaşılıyor. Bunun, diğer bazı etmenlerin yanı sıra, iki esas nedeni bulunuyor.
Birincisi, Türk illerinde yaşayan Kürtler, Kürdistan’da uygulanan/yaşanan siyasal şiddetle doğrudan karşı karşıya olmadıkları için, şiddetin Kürt oyları üzerindeki olumsuzluğundan etkilenmedikleri, bir başka ifade ile bu etkinin Kürdistan’da olduğu gibi, HDP’ye verilen oyları azaltmadığı anlaşılıyor. Aksine, Batı’daki Kürd seçmenlerin, Kürdistan’da yaşanan şiddetten Devleti ve Türk partilerini sorumlu tutarak, “Kürt Partisi” olarak algıladıkları, saydıkları HDP’ye yönelip ona oy verdikleri anlaşılıyor.
HDP’ye bu desteğin İkinci ve asıl önemli sebebi ise, Türkiye’de ve Bölge’de, açıkça uygulanıp sürdürülen Anti-Kürd politikanın seçim politikalarına ve dolayısıyla ittifaklarına yansıyan boyutuna duyulan tepkidir. Bilindiği gibi, hem AKP ve MHP’den oluşan “Cumhur İttifakı”nın, hem de CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi’nin oluşturduğu “Millet İttifakı”nın yukarıda belirtilen anti-Kürd politikasının etkisiyle HDP ile seçim ittifakına yanaşmamaları ve bunu, farklı nedenlere dayandırarak da olsa açıkça dillendirmeleri, Türk illerinde yaşayan Kürt seçmenin ulusal aidiyetle ilgili hassasiyetlerini pozitif etkileyerek kendi partileri olarak gördükleri HDP’ye sahip çıkmaya, ona oy vermeye yönelttiği anlaşılıyor.
Bu trende ilişkin denklemin son yerel seçimlerde “Millet İttifakı” lehine farklı işlediğini biliyoruz.
Bu trendin oluşturduğu husus, Kürd ulusal siyasetinde, Kürd aidiyetini önemsemekle beraber bazı davranışlarıyla Kürdistan’daki Kürdlerden farklı davranan “Metropol Kürdleri” olarak adlandırılabilecek yeni bir sosyolojisinin varlığına veya oluştuğuna işaret etmektedir. Bu sosyolojinin bir parçası olan “Orta Anadolu Kürdleri”, Türk Egemenlik Sistemi’ne entegre olmakla birlikte dil ve kültürel asimilasyona karşı dirençlerini koruyorlar. Kürdistan’dan Metropollere göçen Kürdler ise, hızla hem asimile hem de entegre olmaktadırlar.
31 Mart Yerel Seçimleri’nde, AK Parti’nin, başta İstanbul olmak üzere, Türkiye’nin belli başlı büyük şehirlerinde seçimi kaybetmesi ve sonrasında haksız ve hukuksuz bir kararla İstanbul Büyükşehir Seçimi’ni iptal ettirerek, yenilenmesine karar verilmesini sağlaması, rejimin, özellikle Kürd düşmanlığı üzerinden daha da otoriterleşeceğini gösteriyor. Bu, karşılıklı şiddetin daha da yükseltilmesi anlamındadır. Bu süreç, son günlerde özellikle artırılan operasyonlarda ölen asker ve gerilla sayısı ve cenazeleriyle başlamıştır bile.
Siyasal şiddet, geçmişte olduğu gibi, başta artık Devlet ile özdeşleşen AK Parti olmak üzere, iki toplumda da kullanıcılarına toplumsal destek olarak dönmekte ve iki toplumdaki mevcut otoriter hegemonyanın devam etmesini sağlayarak, biri birlerini beselemeye yaramaktadır.
Yıllardır zaten sürdürülen bu denklem, Kürtler ve ulusal davaları için ölümcül bir girdaptır. Dünyanın neresinde olursa olsun, şiddet, özgürlükleri kısıtlayan, daraltan bir yöntem ve araç olduğu için, esasen ulusal özgürlüğümüzü kazanma çabası olan mücadelemizin bu temel amacıyla bağdaşmamaktadır. Yanı sıra, şiddet ve uygulaması için gerekli olan araçlar (uçak, füze , tank, top, mühimmat vs.) konusunda da devletle yarışmamız ve dolayısıyla bu alanda onu yenmemiz mümkün de değildir. Ulusal mücadelemizde bizim asıl “silahımız”, ulusal davamız ile buna ait isteklerimizin meşruiyetidir; ve temelde bu, demokratik siyasi bir süreçtir. Siyasal şiddeti, hele de bu saatten sonra, reddetmeli ve davamızın meşruiyetine uyan, sivil itaatsizlik dahil, tüm demokratik alan ve mücadele araçlarını değerlendirmeliyiz.
Bu anlamda seçimler, hele de toplumumuzun konuyla ilgili algısı göz önünde bulundurulduğunda, siyasal mücadelemizde mutlaka değerlendirmemiz gereken önemli bir alan ve araçtırlar. Zira siyaset, esasen her toplumun içinden geldiği kendine özgü tarihsel süreçlerin değişik alanlarına/konularına ilişkin edindiği algıları yönetme sanatıdır. Bir farkla ki iyi siyaset, bu algıları, toplumun genel çıkarları lehinde; kötü siyaset ise, kendi örgütsel veya kişisel çıkarları lehinde kullanmaya çalışır. Tıpkı Sömürgeci Devlet zihniyetli Türk partileri ile Entegrasyonist HDP ve aynı gelenekli partilerin, Kürd toplumunun Türk/iye seçimleriyle ilgili anılan algısını, kendi çıkarları için ulusal çıkarlarımız aleyhinde kullandıkları gibi.
Sonuç olarak, Kürd ulusal hareketi, toplumumuzun Türk/iye Seçimleri ile ilgili anlatıla gelinen algısını, ulusal çıkarlarımız lehinde değerlendirilmesini sağlayacak bir siyasi anlayış ve tutumu benimsemeli; buna uygun örgütlenme modelleri yaratmalıdır.
Sait Aydoğmuş
19 Mayıs 2019/Diyarbekir
Not:Bu makale, PAK ve PSK’nın 12 Mayıs 2019 günü Diyarbakır’da ortaklaşa düzenledikleri “Kürd Ulusal Hareketi’nin Geleceği ve Seçimler” gündemli tink-tank toplantısında yaptığım konuşma metninden yararlanılarak düzenlenmiştir.