Fehim Taştekin
İsveç’te iktidardaki Sosyal Demokrat Parti, Kürtlere ihanet etmek, anayasal değerleri çiğnemek ve dış politikayı Erdoğan’a teslim etmekle eleştiriliyor. Kürtler ise kırgın, tepkili, endişeli. Kendilerini kamyonun altına itilmiş hissediyorlar. Mutabakattaki muğlaklıklar sayesinde Erdoğan’ın dayatmalarından kaçabileceklerini düşünen İsveç ve Finlandiya yetkilileri fırtınayı savuşturmaya çalışıyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, NATO’da veto kartıyla İsveç ve Finlandiya’ya imzalattığı mutabakatla bu iki ülkenin iç siyasetine çomak sokma şansını yakaladı. Kendi meşrebine uygun bir oyunla. Şimdi kabaca sözlerini tutsunlar, yasalarını değiştirsinler, 3-5 yetmez 73 teröristi iade etsinler, yoksa NATO üyeliğini parlamentoda onaylamayız mesajı veriyor. İsveç ve Finlandiya kıvranıyor. Özellikle İsveç’te iktidardaki Sosyal Demokrat Parti, Kürtlere ihanet etmek, anayasal değerleri çiğnemek ve dış politikayı Erdoğan’a teslim etmekle eleştiriliyor.
Kürtler ise kırgın, tepkili, endişeli. “Yine bizim kanımız üzerine pazarlık yapıldı” diyorlar. Kendilerini kamyonun altına itilmiş hissediyorlar.
Mutabakattaki muğlaklıklar sayesinde Erdoğan’ın dayatmalarından kaçabileceklerini düşünen İsveç ve Finlandiya yetkilileri fırtınayı savuşturmaya çalışıyor. Özetle dedikleri;
- Mutabakatta PYD-YPG terör örgütü olarak tanımlanmadı.
(Fakat mutabakatta bunlara desteğin kesilmesi vaat edildi.)
- Suriye’ye insani yardımlar devam edecek.
(İskandinav ülkelerinden IŞİD savaşçıları Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolündeki kamplarda tutulurken elbette yardımlar sürmek durumunda.)
- İade dosyaları ile ilgili olarak terör suçu işlememiş olanlar endişelenmesin.
(Fakat Kürtler başlarına bir şey gelmesin diye artık kendilerini tutma ya da faaliyetleri sınırlama gereği duyabilir.)
- Yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü korunacak.
(Kuşkusuz Erdoğan’ın söz ve imalarına göre vaziyet alan, karar için emir bekleyen Türk yargısıyla kesinlikle kıyaslanamazlar. Belki Kürtlerin en büyük güvencesi budur.)
- Vatandaş olanların iadesi söz konusu olamaz.
(Zaten böyle bir durum kızılca kıyamet kopartır ki kimse beklemiyor.)
- Erdoğan’ın belirttiği şekilde yasalarımızda değişiklik yapılmasını gerektirecek bir durum yok.
(Fakat mutabakatta Finlandiya’nın terör kapsamına giren eylemlerin genişletildiği yeni yasanın 1 Ocak 2022’de yürürlüğe girdiği, İsveç’in teröre karşı yeni yasasının 1 Temmuz itibariyle yürürlükte olacağı hatırlatılarak, “İsveç terörle mücadele yasasını daha da sertleştirmeye hazırlandığını teyit eder” deniliyor. Ayrıca terörle mücadelede NATO belgeleri ve politikalarına uyum vaat edilerek, “İç mevzuatını daha da sertleştirmek için gerekli bütün adımları atacaklardır” ifadesi kullanılıyor. Ve iadede işbirliğini kolaylaştırmak için ikili yasal düzenlemeler öngörülüyor. Kategorik olarak, “Biz bir şeyin sözünü vermedik” diyemezler. Erdoğan’ın faş eden tarzına karşın müzakerenin içeriğine girmek istemiyorlar. Korkuyla NATO üyeliğine razı edilmiş kamuoyunun temel değerlere dair tepkisi önem kazanıyor.)
Erdoğan için zafer mi hüsran mı sorusunun ışığında mutabakatı 30 Haziran’daki yazımda biraz değerlendirmiştim.
KÜRTLER İÇİN YOLUN SONU MU?
Şimdi Madrid’deki pazarlıklar ve mutabakat etrafında iki soru öne çıkıyor:
- İsveç ve Finlandiya’daki Kürtler gerçekten de korumasız kaldı mı?
- Erdoğan, NATO’nun genişlemesinin önündeki engeli kaldırıp ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya’ya karşı zafer gününü batırmadı. Peki, F-35’in üzerine soğuk su içirdikten sonra Kongre çengeline astıkları F-16 paketi için fakiri sevindiren Biden, Beyaz Ev’e zafer havasında dönerken Suriye’de Kürtlere karşı yeni bir hamle için “Ben ıslık çalarken sen de yap gitsin” demiş olabilir mi?
Ankara müttefikleri nezdinde Kürtlerle sorunu ‘terörle mücadele’ çerçevesine sokmak; YPG ve PYD’yi de terör örgütleri listesine ekletmek için bastırıyor. İsveç ve Finlandiya PKK’yi terör örgütü olarak görse de meseleyi temel hak ve özgürlükler zemininde ele alıyor. Türkiye’nin Batılı müttefikleri şimdiye dek YPG ve PYD’yi IŞİD’e karşı ortak olarak görme eğilimini korudu. Sonuçta IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun sahadaki ortağı bunlar. Türkiye’nin ayak sürüye sürüye girdiği ama sahadaki ortaklarına düşmanlık ettiği koalisyondan bahsediyoruz.
PYD ve YPG terör örgütü olarak nitelendirilmese de metne yedirilen dil ve yaklaşım her halükârda büyük bir tavizi tanımlıyor. Elbette pratikte yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerden bahsederek talepleri oyalayabilirler. Ankara da bu mutabakatı baskı aracı olarak kullanmaktan geri durmaz. O yüzden İsveç ve Finlandiya’nın artık bir Türkiye sorunu var diyoruz. NATO’ya üyelik süreci tamamlanıncaya kadar onları Ankara ile kuralsız bir dans bekliyor. Bu süreçte Kürt siyaseti ne kadar eğilip bükülecek, göreceğiz.
Fakat iç kamuoyu duyarlı; bu da iktidarı mengeneye sokuyor. Kürtler yıllar içinde partiler, hükümetler, belediyeler ve sivil toplumda yer edindi, medya ile etkileşim sağladı, vatandaşlık bağları oluştu. Bütün bunlar Kürtler lehine baskı gücü demek. Özellikle IŞİD’le savaş, Batı’da YPG ve YPJ’yi pek çok insanın gözünde kahramanlaştırdı. Kadın mücadelesi etkileyici bir imge olarak ele alındı. Evet, Kürtler korkuyor ama “Yandık, bittik” diyecek noktada da değiller. Mutabakata imza atanlar dönüp Kürtlere de “Endişelenmeyin” deme gereği duyuyor. Suriye Demokratik Meclisi Yürütme Komitesi Üyesi Hasan Muhammed Ali gerçek tutumlarını anlamak için İsveç ve Finlandiya yetkilileri ile temasta olduklarını belirtiyor. Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin İsveç’teki temsilcisi Şiyar Ali de hükümetin kendilerine karşı tutumunun değişmeyeceğine dair güvence verildiğini söylüyor.
Güvencelerin sağlamlığı teste tabii: Erdoğan ne kadar sert oynayacak, Stockholm ve Helsinki’de hava ne kadar bozulacak, ABD süreci nasıl idare edecek?
SURİYE’DE OPERASYONUN ÖNÜ AÇILIR MI?
Peki, Erdoğan’ın Suriye’de operasyon arayışı Madrid dönemecinden sonra ne tarafa yol alıyor? Erdoğan “güvenli bölge” dediği işgal haritasını kendinde bir hak olarak görüyor. Madrid’e giderken “Hazırlıklarımız biter bitmez yeni harekâtlara başlayacağız" demişti. Dönüş yolunda “Telaşa gerek yok. Aceleye gerek yok. Biz zaten bölgede çalışıyoruz. Bir gece ansızın gelebiliriz. Beklentiler var, farkındayım. Sabırlı olursak vakti geldiğinde gerçekleştiririz” demiş. Uluslararası destek olup olmadığı sorusuna şu yanıtı vermiş: “Uluslararası camianın anlamayacağı bir operasyonu yapmayız. Hiç endişe etmeyin."
Hımm. Mayısta operasyon için düğmeye basıp sahada tozu dumana kattığından beri Rusya ve ABD’den yeşil ışık alamadı. İran da özellikle Halep tarafında diş gösteriyor. Suriye ise Doğu Halep ve Doğu Guta gibi yerlerin geri alınmasına karşın Türkiye’ye alan açan Astana ortaklığının durumu tersine çevirecek yeni bir al-ver sürecini reddediyor.
Erdoğan “Sabır” dediyse koşulların el vermediği sonucu çıkar.
Hedef bölgesine göre ABD ya da Rusya’dan pragmatik esneklikler bekleniyordu. Fakat diyelim ki ABD, NATO’nun hatırına anlayış gösterdi, bu sefer Rusya’nın kırmızı çizgileri akkorlaşacak. Tel Rıfat ve Menbic, Rusya’nın aksine ABD’nin “Türkiye ile bozuşmaya değmez” diye bakabileceği hedefler. Erdoğan, NATO’yu elektriklendiren zikzaklı çizgisiyle Rus lider Vladimir Putin’e keyifle izlediği bir performans sunuyordu. Bundan hareketle sahada dengeleri alabora etmeyen küçük cepleri Erdoğan’a açabileceği senaryosu yazılıyordu. Parodi bittiğine göre Putin’in Erdoğan’ı şenlendirmesini gerektirecek neden kalmadı. Elbette başka ortaklıkların hatırı baki. Sözgelimi taraflar Ukrayna buğdayı için mekanizma kurmaya çalışıyor. Gerçi tahıl yüklü gemiye Ukrayna’nın talebi üzerine el konulduğu haberi bu ortaklığı da batırabilir. Bakalım Erdoğan oradan nasıl bir manevra ile çıkacak.
Yine de “Belki bir gün koşullar elverir” diye TSK ve bağlı milisleri sağa sola sürüp duruyor. Operasyonun yine rötar yediği ortadayken 1 Temmuz’da 5 tank ve 15 zırhlı aracın yer aldığı askeri konvoy Bab el Hava’dan geçip Tel Rıfat taraflarına gitti. 16 Haziran’dan beri üçüncü takviye.
Beri tarafta Batı güvencesinin de son kullanım tarihi olduğunu gören Kürtler kendilerini kuşatan iç ve dış koşulların gerçekliğine göre durum değerlendirmesi yapıyor. PYD’nin 20 Haziran’daki dokuzuncu kongresinden çıkan karar, tüm ulusal sorunların uzlaşmaya dayalı bir demokratik anayasa çerçevesinde çözümü için Şam’la diyalog kurulması yönünde. PYD liderlerinden Fevza Yusuf Türkiye’nin askeri operasyon başlatma tehditlerine karşı Şam’la ortak bir strateji geliştirilmesinin zarureti üzerinde duruyor.
Bir diğer PYD lideri Aldar Halil, Kürtlere karşı savaşta NATO’nun rolünü sorgularken İsveç ve Finlandiya kararıyla dolaylı olarak ‘güvenli bölge’ planına “Evet” denildiğini düşünüyor. “Yeşil ışık yaktılar. ‘Saldırabilirsin’ dediler. Bu gerçeklikle hareket edeceğiz” derken Şam’a da şu mesajı veriyor: “Rejim zayıflamıştır; Suriye’yi koruyacak başka kimse yok. Bundan da faydalanmak istiyorlar. Stratejileri işgaldir… Bu temelde Suriye’deki tüm halklar ve Şam hükümeti için de söylüyorum; hep birlikte Suriye’nin egemenliğini koruyalım, işgalcileri topraklarımızdan çıkaralım.”
Bunlar Türkiye’nin tehditkâr pozisyonunun değişmeyeceği, ABD’nin bir gün çekip gidebileceği, Rusya’nın stratejik çıkarlar için Ankara’ya tavizler verebileceği ihtimalini dışlamayan değerlendirmeler.
Kürtlerle savaş bir tercih. Erdoğan’a hamaset coğrafyasına yayılma, diplomaside hır çıkarıp kendini saydırma ve içeride otoriter tahakkümü sürdürme imkânı veren bir tercih. Barışçıl bir yolun önemi her dönemeçte kendini ispatlıyor.