Şeyh Mahmut Berzenci ve aynı yıllarda Şeyh Ahmet Barzani’nin o günkü uydu Irak devletine ve İngiliz Kraliyet askerlerine karşı başlattıkları isyanı, Molla Mustafa Barzani 1932 yılından itibaren ağabeyi olan Şeyh Ahmet Barzani’den devir aldı ve 1947 tarihinde Qazi Muhammed’den emanet olarak aldığı Kürdistan Bayrağını, ölüm döşeğinde oğlu Mesut Barzani’ye emanet etti.G. Kürdistan’ın kurtuluşunu görmek Mesut Barzani’ye nasip oldu…
Devletini kuramayan uluslardaki siyasetle uğraşan kişilerin kendi ulusunun kurtuluşu için uluslar arası dünya dengelerini çok iyi takip etmeleri gerekiyor. Çünkü her devlet kendi ulusunun çıkarlarını dikkate alarak stratejisini belirler. Devletlerin, bilhassa güçlü olan devletler kendi milletinin geleceğini dikkate alarak kısa, orta ve uzun vadeli planlar yaparlar. Siyaset yüksek matematiktir. Kesinlikle hatayı kabul etmiyor.
Birinci ve İkinci Körfez savaşlarında, Güney Kürdistan’daki Kürtlerin izledikleri doğru politikadan dolayı, Kürdistan’ı paylaşan devletler tedirgin olmaya başladılar.
Amerika ve İngiltere kendi çıkarları için Afganistan’a girdikleri zaman; Türkiye, Suriye ve İran devletleri hiç umursamadılar. Ne zamanki Irak’a girip diktatör Saddam ve Baas rejimini yıktılar bu üç devletin yöneticileri kendi açılarından işin ciddiyetini açık olarak gördüler ve anladılar. İşte Türkiye’nin, İran’ın ve Suriye’nin tedirginliği, Kürtlerin elde ettiği bu kazanımlardı.
Diktatör Saddam Irak Devlet Başkanı iken Türkiye, İran Suriye ve Irak devletlerinin yöneticileri sık sık bir araya gelerek kendi hükümranlıkları altında tutukları Kürtlerle ilgili konularında beraber hareket ediyorlardı.
Saddam iktidarı döneminde 188 bin Kürt insanı Irak ta katledildi. Halen belli aralıklarla zaman zaman Irak’ın değişik bölgelerinde meydana çıkan toplu mezarlarda Kürtlere ait insanların kemiklerini görüyoruz. Kadınların ve çocukların toplu halde katledilmesi oldukça dikkat çekiyor. Kadınları ve çocukları toplu halde katleden bir zihniyetin, insanlıktan nasibini almamış olduğu apaçık ortadadır. Birinci Körfez Savaş’ında Amerika, İngiltere ve Koalisyon güçleri, Saddam’ın kolunu, kanadını ve belini kırarak kör bir yılan gibi yarı canlı olarak bıraktılar. İkinci Körfez Savaşı’nda yine ABD’nin öncülüğünde başlayan savaşla Saddam’ın kanlı saltanatına ve Baas Partisi’nin rejimine son noktayı koydu.
Aslında, İkinci Körfez Savaşı başlamadan önce, Türk Hükümeti işin ciddiyetini anlamıştı. Bilinçli olarak olayları görmezlikten gelerek bakan Kürşat Tüzmen yanına aldığı iş insanlarıyla beraber Bağdat’a giderek, Saddam rejimiyle ticari ilişkiler kurmak ve geliştirmek için zemin hazırlamaya çalışıyordu. Savaş arifesinde dünyada hiç bir devlet böyle bir girişimde bulunmamış ve bulunamaz. Savaş arifesinde Kürşat Tüzmen’in belli başlı iş adamlarıyla beraber Bağdat’a gitmesi işin görünür yönüydü. Görünmeyen yönü farklıydı.(………) Kürşat Tüzmen Bağdat’a gitmeden önce Abdullah Gül, savaşı önlemek için başta Suudi Arabistan olmak üzere bazı Arap başkentlerini ziyaret etmişti.
Abdullah Gül’ün amacı, Arap liderlerin vasıtasıyla Saddam Hüseyin’i ikna edip savaşı önlemekti. Abdullah Gül’ün savaşı önleme çalışmaları sonuç vermedi.
Amerika, İkinci Körfez Savaşı hazırlığını yaparken, Ortadoğu’da olan bazı devletlerle devamlı temas halindeydi. Zaten Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri ve benzer politika takip eden devletler her zaman olduğu gibi, İkinci Körfez Savaşında da Amerika’nın her türlü ihtiyaçlarını bedelsiz olarak karşılamaya hazır olan devletlerdi. Kuzey cephesi adını verdikleri Güney Kürdistan’a girmek için Türkiye ile Amerika heyetleri pazarlık masasına oturmuşlardı. Amerika ile Türkiye arasında görüşmeler devam ediyordu.
ABD hem Türkiye ile hem de Güney Kürdistan’daki Kürtlerle sık aralıklarla toplantılar yapıyordu. Kürtler ve Türkler birbirilerini çok iyi tanıyan iki millettir. Bunu gizlemenin bir anlamı yoktur. Yapılan toplantılarda, Kürtler kesin ve açık olarak görüş ve düşüncelerini ortaya koydular.
Türkiye’de bazı yazarlar şoven duygulara kapılarak, 1 Marttezkerenin mecliste ret edilmesine çok üzüldüklerini ifade ediyorlardı. Acaba bu şovenizmin esirleri savaşı bir çocuk oyuncağı olarak mı görüyorlardı? Savaşta ölecek olan milyonlarca insanın hesabını yapmıyorlardı.
Üçüncü tezkere TBMM’de kabul edildikten sonra, siyasi iktidar, Güney Kürdistan’a asker göndermek niyetinde olduğunu açığa vurdu. Barzani‘nin ve Talabani’nin şiddetle karşı koyması üzerine ABD, Türkiye’nin bu isteğini geri çevirdi. Amerika yönetimi, meydana gelebilecek her türlü tehlikeli olayların farkında olduğu için, Türk askerlerinin, Güney Kürdistan topraklarına girmesine izin vermedi. Türk askerleri, Irak topraklarına girdiği zaman kimlerle savaşacaktı? Ve niçin Güney Kürdistan topraklarına girmek istiyorlardı? Kürtlerin dışında savaşacakları başka bir kuvvet var mıydı?
Kürt,Türk savaşı başlasaydı Ortadoğu’da büyük bir savaş çıkacaktı. Yalnız Kürt,Türk savaşı olarak kalmayacaktı. Ortadoğu’da Kürt, Türk, Acem ve Arap savaşı olacaktı. Amerika bu ciddiyeti gördüğü için Türk askerinin Güney Kürdistan topraklarına girmesini engelledi.
ABD tam yerinde hareket etmekle büyük bir felaketi önlemiş oldu. Ortadoğu’da Kürt, Acem, Türk ve Arap savaşı olarak kalmayacaktı. Böyle bir savaşın çıkması büyük ihtimalle Rusya, Fransa, Çin, Almanya, İngiltere, ABD ve tahmin edilemeyecek devletler bu savaşta yer alabilirlerdi. Çünkü bu coğrafyada petrol, doğalgaz ve su var. Bu üç madde çok önemlidir.
Dünya genelinde bütün savaşlar ve barışlar, yeraltı ve yer üstü zenginlik kaynakları için yapılıyor. Ortadoğu’da büyük enerji kaynaklarının var olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Geriye dönüp tarihe baktığımız zaman, çıkan savaşların tümü çıkar savaşları olduğunu net olarak görüyoruz. Nasıl ki Birinci ve İkinci Dünya Savaşları çıkar sağlamak için çıktıysa, şimdilik İkinci Körfez Savaşı adını verdiğimiz savaş yanlış bir hareketle devletlerarası çıkar savaşına dönüşebilirdi. Savaş günlerinde hangi devletlerin beraber ve aynı cephede yer alacağı ve hangi devletlerin karşı karşıya geleceği savaş içinde belli olacaktı.
Teknolojinin ürünü olan en ağır silahlar kullanılacaktı. Ortadoğu için bir yıkım olurdu. Savaşın faturası çok ağır olacaktı. Türkler, Kürtler,Acemler ve Araplar en büyük zararı göreceklerdi. Ortadoğu halklarıyla beraber, savaşa giren devletler de can kaybı ve ekonomi alanında da büyük zararlara uğrayacakları kaçınılmazdı. Başka bir ifadeyle bunu anlatmak imkânsızdır. Galip gelen devletler dahi büyük zarar görecekti.
Türk hükümeti bu hesapları yapmadan jet hızıyla üçüncü tezkereyi mecliste kabul etti. Amerikan yönetimi bu büyük felaketi gördüğü için Türk askerlerinin, Güney Kürdistan’a girmesini engelledi.
Savaşın değişmeyen bir kuralı var. Galip olan taraf savaşın bütün zararlarını mağlup olan tarafın sırtına yükler.
Suriye, Türkiye ve İran, İkinci Körfez Savaşının başlamasından sonuna kadar adeta mekik dokur gibi üçlü bir ittifak kurmuşlardı. Üç devletin en büyük endişesi, Güney Kürdistan’da bir Kürt Devletinin kurulmasıydı. Dört parçaya ayrılmış Kürdistan topraklarının güneyinde Kürt Devletinin kurulması, komşu olan üç devletin hesabına gelmiyordu.
İkinci Körfez Savaşı başlamadan önce ve başladığı zaman Türkiye’nin yöneticileri, çok sık tekrarlıyorlardı. Güney Kürdistan’da kırmızı çizgilerimiz var. İster bağımsız ister federe bir Kürt devletinin kuruluşuna karşıyız. Bunu savaş nedeni sayıyoruz diyorlardı. Ancak bu tür söylemler 2003 yılının sonuna kadar devam etti. 2004 yılının başından itibaren kırmızı çizgilerle ilgili demeçleri kesildi. Her türlü federasyon veya bağımsız Kürt devletiyle ilgili yaptıkları konuşmaları da artık yavaş yavaş azalttılar.2004 yılının ilk altı ayında etnik kökene dayalı federasyona karşı çıkışlarına devam ettiler. Temmuz 2004‘ten itibaren etnik federasyon sözlerinden de vazgeçtiler.
1 Mart tezkeresinin mecliste reddedilmesiyle Türkiye ile Amerikanın arası tamamen açıldı. Zaman ilerledikçe keskin söylemler yavaş yavaş yumuşak demeçlere dönüşmeye başladı. Gün geldi kırmızı çizgiler hiç konuşulmadı. Başbakan Recep Tayip Erdoğan, ABD ile kapıyı aralamak için Mayıs 2005’te İsrail’e gitti.
İsrail dönüşünden sonra 8 Haziran 2005 tarihinde Washington’a giden Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile Başkan George Bush arasında bir saatlik resmi görüşme yapıldı. Başbakan Erdoğan, Washington’dan dönmeden, Irak konusunda ABD ile hem fikir olduklarını açıkladı.
İkinci Körfez Savaşı döneminde ve sonrasında üç komşu devlet arasında, Kürtlerle ilgili mekik diplomasisi uzun bir süre devam etti. Üçkardeş devletin mekik diplomasisi sonuçsuz kalınca Temmuz 2004’ten itibaren üç komşu devlet hararetli bir şekilde adeta ağız birliği yaparak Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmaya başladılar. İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi diyordu ki, Irak parçalanırsa bizimde söyleyecek sözümüz var. Bu söylem bir korkunun ifadesiydi.
Güney Kürdistan toprakları Kemal Harrazi ve babasının toprakları olmadığı gibi, İran’daki mollaların hakimiyeti altında da değildi. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat genç yaşıyla, Kürtler hakkında, dünyaca tanınmış kurt politikacılara, siyaset dersi vermeye çalışıyordu. Böyle karmaşık dönemlerde kendilerinin nasıl acemice politika yaptıklarının farkında değillerdi.
20 Mart 2003 tarihinde Türkiye saatiyle saat 04.33’te Kızıldeniz’indeki savaş gemisinden fırlatılan füze ile savaş başladı. Savaş 20 Mart 2003 günü tek taraflı başladı ve 1 Mayıs 2003 günü savaş yine tek taraflı sona erdirildi.
Tabii ki ABD savaşın galibiydi. İstediği şekilde hareket etmekte de serbestti. İkinci Körfez Savaşı muhatapsız savaş ve muhatapsız ateşkes oldu. Savaşın bitiminden sonra ABD'nin emriyle Irak halkından Geçici Yönetim Konseyi kuruldu. Nüfus oranlarına göre geçici yönetimde 25 kişi görev aldılar. Irak için geçici yeni bir anayasa taslağı hazırlandı. Hazırlanan geçici anayasa taslağı 8 Mart 2004 tarihinde ABD‘nin gözetiminde Geçici Yönetim Konseyi üyeleri tarafından imzalanarak kabul edildi. Kurulan Geçici Yönetim Konseyi 30 Haziran 2004 tarihinde görevi geçici hükümete devir edecekti.
İstanbul’da NATO Zirvesi toplantı halindeyken 28 Haziran 2004 günü Geçici Yönetim Konseyi görevine son verildi. Hükümet resmen kuruldu. ABD, yönetimi tamamen Iraklılara devir etti. NATO zirvesi toplantısında
yönetimin Iraklılara devir edildiğini, Başkan Bush tarafından NATO temsilcilerine duyuruldu.
Genel vali olarak Irak’ta görevli bulunan Paul Bremer aynı gün bir uçakla Irak’tan ayrıldı. Geçici olarak Gazi El Yaver Cumhurbaşkanlığına getirildi. Başbakan olarak Allevi görevlendirildi. Kabinede yer alan bakanlar Kürtlerle ve Araplar arasında paylaşıldı.
Mesut Barzani zaman zaman verdiği demeçlerde açık olarak Kürt federasyonunun altyapısını anlatıyordu. Irak’ta kurulacak hükümet federasyonun alt yapısını oluşturmalıdır. Oluşturulacak federasyon Kürtler ve Araplar için iyi olacağını vurguluyordu. Kürtler, toprakları olan bir millettir. Toprakların adı Kürdistan’dır. Millet olmanın şartları var.
Aslında Kürtlerin bir sıkıntısı yoktu. Sahip oldukları haklarını demokratik bir çerçeve içinde almak istiyorlardı. Kendi toprakların dışında başkalarının topraklarını almak istemiyorlardı. Kürtlerin toprakları bundan 100 sene evvel masa başında başkaları tarafından ve Kürtlerin isteği dışında paylaşılmıştı. Kürtler 100 sene önce kaybettikleri topraklarının bir kısmını bugün geri alıp üzerinde bir Kürt Federe Devletini kurmak istiyorlardı. Rahatsız olan kendileri değil, Kürtlerin topraklarını paylaşan komşu devletlerin yöneticileriydiler.
Güney Kürdistan’da, federe bir Kürt devleti kurulduğu zaman, Kürtlerin topraklarını paylaşan devletler zaman geçirmeden bunun hesaplarını yapmaya başladılar. Kürtler kendi kanlarıyla elde ettikleri kazanımlara tahammül edemiyorlardı. Bu kazanımları boşa çıkarmak için, kendilerine göre çözüm yollarını aramaya başlamışlardı. Türkiye İran ve Suriye yaptıkları ikili ve üçlü görüşmelerde bir türlü çözüm yolunu bulamıyorlardı. Üç devletin hükümranlığı altında kalan Kürtler yakın bir tarihte demokrasi çerçevesinde kendi temel hak ve özgürlüklerini istedikleri zaman, bu üç komşu devletin yöneticileri, Kürtlerin haklarını nasıl vereceklerinin hesaplarını yapıyorlardı. Çünkü Kürdistan topraklarında petrol, doğalgaz ve su var. Dünyada bugün petrol savaşları var yarın su savaşları başlar. Su ve petrol, matematikteki pi sayısı gibi değişmeyen savaş sebepleridir. Ancak süper güce sahip olan devletler ileri sürdükleri sudan gerekçelerle savaşın rizikosunu göğüsleyebiliyorlar. Bu devletlerin dışında hiçbir devlet savaşın rizikosunu göze alamıyor.
Amerika’daki 11 Eylül 2001 olayı ile ilgili komisyon raporu Temmuz 2004’te açıklanırken, terörizmi desteklemekle İran yönetimi suçlu ilan edildi. Komisyonda yer alan senatörlerden 5’i Demokrat Partiden, 5’i de Cumhuriyetçi Partidendi. Amerika’nın dış politikasında parti farkı gözetmeksizin hareket ettiklerini görüyoruz. Bu demektir ki İran’ın suyu ısınmaya başlamıştı.
Rapor açıklanırken terörizmle ilgili Saddam hakkında bir açıklama yapmadılar. Çünkü Saddam ve Baas rejimi diye bir olay ortada kalmadığının açık bir belirtisiydi.
Güney Kürdistan’daki Kürtler elbette etnik kökene dayalı bir federasyon istiyorlardı. Nasıl federasyon istediklerini açık bir dille dünya kamuoyuna duyuruyorlardı. Entrikalar peşinde koşmuyorlardı. Kendi temel hak ve özgürlüklerini almak için çalışıyorlardı. Bu haklarını engellemeye kimsenin hakkı yoktu.
Berlin’deki utanç duvarının yıkılmasıyla başlayan gelişmeler sonucunda Sovyetler Birliği parçalanarak on beş tane bağımsız devlet kuruldu. Yugoslavya parçalanıp beş altı ayrı devlet oluştu. Slovaklar ve Çekler masa başında oturarak on dört saat içinde anlaşıp ayrı iki devlet olarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu olayların tümü 1991’den itibaren başladı. Dünyada hiç bir devlet sesini çıkarmadı ve kimseye de bir şey olmadı. Birbirlerinden ayrılan uluslar, kendi kaderlerini kendileri belirlediler. Kıyamet kopmadı dünya yıkılmadı.
Türkiye, İran ve Suriye hükümetleri ısrarla Irak’a komşu olduklarını ileri sürerek Irak’ın toprak bütünlüğünü şiddetle savunuyorlardı. İran ve Türkiye, Irak’a komşu oldukları kadar Sovyetler Birliği’ne de komşudurlar. Bir zamanlar Suriye, Sovyetler Birliğinin yanında yer almıştı. Sovyetler Birliği dağıldı, on beş tane bağımsız devlete kurulduğu zaman, bu üç devlet niçin Sovyetler Birliği’nin toprak bütünlüğünü savunmuyorlardı.
İki yüz yılı aşkındır belli aralıklarla Kürtlerin verdikleri savaşın sonunda; Güney Kürdistan’daki yedi milyonluk nüfusu olan Kürtler, kendi kaderlerini kendileri belirlemede bir adım atmak üzereyken, üç komşu devlet buna tahammül edemiyordu.
Devletlerarasında yapılan gizli görüşmeler kolayca meydana çıkmıyor. 21 Aralık 2006 tarihinde, Irak devrik lideri Saddam Hüseyin, mahkemede Enfal davasında yargılanırken, savcının isteği üzerine mikrofonlar kapatıldı. Enfal davasında, Türkiye’yi ilgilendiren bölümle ilgili gizli görüşme başladı. Ve gizli karar alındı. Bir gün sonra Milliyet Gazetesi üstü kapalı bir ifadeyle olayı yazdı. İkinci gün eski Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nüzhet Kandemir, Milliyet Gazetesine verdiği demeçle açıklama yaparak kendi düşünceleri doğrultusunda kamuoyuna bilgi verdi.
Nüzhet Kandemir’in verdiği demeçte şu cümleler dikkat çekiyordu. Saddam Hüseyin’in Türkiye’ye ilettiği ”Kürtleri yok edelim” önerisini şöyle açıklıyordu. Dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın özel temsilcisi olarak Bağdat’a giderek gizli görüşme yaptığını itiraf ediyordu.
Saddam Hüseyin’in birinci yardımcısı Taha Yasin Ramazan’ın kendisine “Biz Kürtleri aşağıdan yukarıya süreceğiz. Siz de yukarıdan bastırın bu sorunu kökünden bitirelim” mesajını ilettiğini açıklıyordu.
Nüzhet Kandemir açıklamasında devamla şunları anlatıyordu. Saddam’ın yargılandığı davada önceki gün gündeme getirilen, “Türkiye ile Irak’ın Kürtlere karşı işbirliği yaptığını” ileri sürülen belge ve Bağdat yönetiminin kendisi aracılığıyla ilettiği Kürtleri imha önerisini konuşuyordu.
Saddam’ın Kürtleri toptan imha yönündeki planları konusunda 1987 yılında hem açık hem de özel kaynaklardan sürekli duyumlar alıyorduk. ”2013 yılında Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi olan yardımcım Tacan İldem’le birlikte 1987 sonu ya da 1988 başında Bağdat’a giderek, Saddam’ın birinci yardımcısı Taha Yasin Ramazan’la gizli görüştük. PKK konusunda bilinen beklentilerimizi açınca, o da hemen Kürtlere yönelik niyetlerini açıkça ortaya koydu. “Biz aşağıdan yukarı süreriz, sizde yukarıdan bastırınız. Bu iş kökünden hal olur önerisini getirdi.”
Bu cümleler Nüzhet Kandemir’in basına yansıyan sözleridir. 1987 veya 1988 yıllarında PKK Güney Kürdistan’da değildi. Birinci Körfez Savaşından sonra bir grup PKK‘li Zeli‘de kamp kurdular. Ancak 1999 da Apo yakalandıktan sonra PKK‘liler ağırlıklı olarak Güney Kürdistan’a gittiler ve Kandil dağında kamp kurdular. O tarihe kadar PKK‘liler Güney Kürdistan’da değillerdi. PKK gençleri, Türkiye sınırları içinde Türk güvenlik güçleriyle savaşıyordu.
Irak’ta karmaşa devam ederken Türkiye’nin Eski Irak Büyükelçisi Nüzhet Kandemir’den sonra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 13 Ocak 2007 günü CNN Türk televizyon’unda yaptığı açıklamayla itiraf etti ki, İkinci Körfez Savaşından önce Saddam Hüseyin’in birinci yardımcısı Taha Yasin Ramazan, Türkiye’ye geldiği zaman, savaşla ilgili gizli görüşme yaptıklarını söyledi. Abdullah Gül daha sonra Cumhurbaşkanı oldu.
Irak’ta terör olayları artarken, Türkiye’de mevcut olan Türk Siyasi Partileri medya kuruluşları, devletin belli kademelerinde görevli olan bazı şahıslar adata ateşe körükle yaklaşıyorlardı. 28 Aralık 2006 tarihli Tempo dergisinde yayınlanan “Gizli Mit Raporu”nu okudum. Raporda Türk yöneticilerine yol haritası sunuluyordu.
Raporda yazılan yazılarda gizli bir olay yoktu. Kürtlerin Parlamentosu var. Kürtler, kendi anayasalarına uygun yasaları çıkarıyorlardı. Çıkardıkları yasalarda bir gizlilik yoktur. İsteklerini kanunlarla belirliyorlardı. Bütün dünya devletleri, Kürtlerin ne istediklerini biliyordu…
MİT’in 80. kuruluş yıl dönümünde MİT Müsteşarı Emre Taner yaptığı açıklamada dünyada ve Irak’ta meydana gelen ve gelebilecek olaylarla ilgili hükümeti uyarıyordu. Yaptığı açıklamanın bir bölümünde savunmada kalmamalıyız diyordu. Bu açıklamadan sonra, Türkiye’de mevcut olan düşünürler, yazarçizerler bir haftadan fazla, yapılan açıklamayla ilgili görüş ve düşüncelerini belirlediler. MİT Müsteşarı kendisinin üstlendiği görevi yerine getirmek amacıyla, hükümete bazı uyarılarda bulunuyordu.