Siyaset, toplumbiliminde bir disiplin, yani bir bölümdür. Böyle olduğu için, sosyolojide olduğu gibi bilimsel kurallara tabidir. Uyulduğunda ilerleme ve başarı, uyulmadığında geri kalma ve yenilgi kaçınılmazdır. Doğa bilimlerinde olduğu gibi, toplum biliminde de hata hükmünü yürütür ve kısa ya da uzun zamanda karşınıza çıkar. Doğa bilimlerindeki hatanın sonuçlarını kısa zamanda telafi edebilirsiniz. Örneğin yangın sonucu yanan veya deprem sonucu yıkılan evinizi kısa sürede onarır veya daha sağlam olarak bir yenisini yapabilirsiniz. Siyasetteki hataları düzeltmek hem zahmetlidir hem de uzun zaman ister. Ayrıca hatayı ancak siyasal konjonktür elverişli olduğunda düzeltebilirsiniz.
21. Yüzyılda Kürtler
20. Yüzyıl, Kürtler için en talihsiz bir yüzyıldır. Orta Doğu'daki Osmanlı topraklarının paylaşılması için, Mayıs 1916'da İngiltere ve Fransa'nın arasında gizli Syces-Picot Anlaşması yapılmıştı. Anlaşma, Rusya'nın itirazlarını önlemek için, bir kısım Osmanlı topraklarını da Rusya'ya bırakıyordu. 1917 Sovyet Devrimi'nden sonra bu gizli anlaşma, Sovyetler Birliği yöneticileri tarafından ifşa edildi.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı topraklarını bölen anlaşmalar Ocak 1919 - Ocak 1920 Paris Barış Konferansı, 24-25 San Remo Konferansı ile 1923'te Lozan Barış Antlaşması’dır. Bunlara ek olarak, Türkiye'nin bugünkü doğu ve güney sınırları; 22 Kasım 1920 tarihli Gümrü Antlaşması, Musul sorununu sonuçlandıran 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması ve yine Türkiye ile Fransa arsında yapılan Hatay'ın Türkiye'ye iltihakını sağlayan antlaşma ile çizilmiştir.
Yukarıda belirlenen konferanslarda alınan kararlar ve yapılan antlaşmaların hepsi, Kürdistan'ı ve Kürtleri ilgilendiriyordu. Sonuçta Kürdistan İran, Türkiye, Irak ve Suriye devletleri arasında dörde bölünmüştü. Bir ülke ve bir ulusun dörde bölünmesi, o ülke ve ulusun başına gelebilecek en büyük felakettir. İsmail Beşikçi bunu haklı olarak, bir insanın beyninin ve iskeletinin parçalanmasına benzetir.
Kürtler, yirminci yüzyıl boyunca parçalanmış beynini ve dağıtılan iskeletini toparlamak için yılmadan büyük bir mücadele verdi. Irak resmi sınırları içindeki Kürdistan'da federe bir Kürt Devleti kuruldu. 2011'dek Suriye'deki iç savaş sonucu Cizre, Kobanî ve Afrîn'de de facto olarak kantonlar kuruldu. Kürdistan'ın güneyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) bağımsızlığa hazırlanıyor. Kürdistan'ın kuzeyinde ise KCK bazı ilçelerde özerklik ilan etti. Türk Devleti ile ilçe merkezlerinde aylar süren yoğun bir şehir savaşı sürdürdü. 2015 Aralık sonunda Diyarbekir'de toplanan Demokratik Toplum Kongresi ise 14 maddelik “Özyönetim Bildirgesi” yayınladı. Bütün bunlar, Kürtlerin 21. yüzyılda inat ve ısrarla statü taleplerini sürdürdüklerinin göstergesidir.
1990 Ağustos ayında Irak'ın Kuveyt'i işgali üzerine başlayan Körfez Savaşı, BAAS yönetimine karşı mücadele eden Güney Kürtlerine önemli bir imkân sunmuştu. Savaşın sonunda federe devletle sonuçlanan de facto bir yönetim oluştu. 20 Mart 2003'teki İkinci Körfez Savaşı'nda, ABD ve İngiltere öncülüğündeki koalisyon güçlerince Irak işgal edildi ve Saddam iktidardan düşürüldü. İkinci Körfez Savaşı ile Kürtler açısından önemli bir fırsat daha doğmuştu. Kürdistan'ın güneyindeki de facto statü, uluslararası kabul gören Anayasal bir statüye kavuştu. Bugün dünyanın en etkin devletlerinin KBY başkenti Hevlêr'de (Erbil) konsoloslukları vardır.
Arap Baharı da 2011'de Suriye'deki iç savaş da Kürtler açısından önemli bir fırsat yaratmıştır. Nitekim de facto olarak yönetiminde Kürtlerin etkin olduğu üç kanton ortaya çıkmış ve daha sonra kantonlar federasyonlaşmıştır. IŞİD'e karşı etkin bir savaş yürüten PYD'ye bağlı silahlı güçler, bugün ABD ve Rusya başta olmak üzere, dünyanın en güçlü devletleriyle ittifak halindedir. Keza aynı şey, KBY için de söz konusudur. Uluslararası siyasal konjonktürün Kürtler lehine sağladığı bu avantaj, Kürtler tarafından akıllıca kullanılırsa, yakın bir gelecekte Kürdistan'ın güneyinde bağımsızlığın gerçekleşmesi ve batısında (Rojavaya Kurdistan) federe bir devletin kurulması mümkün gözükmektedir. Böylece Kürdistan'ın batısı da de facto bir durumdan, anayasal ve uluslararası da tanınan ve muhtemelen de teminat altına alınan bir konuma kavuşacaktır. Bu gelişmeler, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki gelişmeleri de etkileyecek ve mücadele daha da ivme kazanacaktır.
Kürtlerin öncelikleri
Uluslararası konjonktürün Kürtlerin önüne fırsat çıkarması, Kürtlerin yakın süredeki taleplerinin hemen gerçekleşeceği sonucu çıkarılmamalıdır. Önce Kürtlerin önlerine çıkan fırsatı gerçekleştirmeye hazır olması gerekir. Yani Kürtler iç dinamiklerin belirleyiciliğinin, uluslararası siyasal konjonktür kadar önemli, hatta ondan daha belirleyici olduğunun bilincinde olmalıdır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında da, Kürtlerin önünde statü kazanmaları ve devlet olmaları için fırsat vardı. Ancak Kürtlerin uluslaşma sürecindeki gerilik, örgütsüzlük ve ulus olma bilinci buna elvermiyordu. Nitekim Kürtler potansiyel güçlerini, İslam halifesi ve padişahını kurtarmak için harcadılar.
Günümüzde Kürtler neye ne kadar hazırlar? Bu genel açıklamalardan sonra buna cevap vermeye ve önerilerimi sunmaya çalışacağım.
Birincisi; Kürtler taleplerini açık ve net olarak ortaya koymalıdır. Ancak açık ve net bir amaç için mücadele edilir ve böyle bir amaç destek bulur. Kürtlerin amacı bana göre devletleşmek olmalıdır. Kürdistan'ın güneyindeki bağımsızlık hareketi, bağımsız devletle taçlandırılmalıdır. Kürtler yakın bir zamanda bir daha bu şansı yakalamayabilirler. Orta Doğu'daki bu hengâme içinde fırsatı kullanmadıkları takdirde, ellerindekini korumak bile güçleşebilir.
Suriye’de iç savaş devam ediyor ve iç savaşla Amerika, Rusya, gibi dünyanın güçlü devletleri, AB, İsrail, Türkiye, İran ve Arap devletlerinin tümü ilgileniyor. Kürdistan'ın batısındaki durum, savaş sonrası Suriye'nin siyasi rejiminin ne olacağıyla yakından ilgilidir. Reel politik, Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkını saklı tutarak, anayasa ve uluslararası antlaşma ile teminata bağlanmış federasyondan aşağı bir talep sahibi olmamaları gerektiği inancındayım. Talep sahibi olunmadan, istenen statünün elde edilemeyeceği bilincinde olmak gerekir. Kimse kimseye altın tepside talep etmediği statüyü sunmaz.
Kürtlerin Türkiye'nin resmi sınırları içindeki Kürdistan parçası için de talepleri devletleşme olmalıdır. Bir ulusun kendi geleceğini belirlemesi, meşru bir haktır. Bunu bağımsızlık yönünde de başka bir şekilde, örneğin federasyonla da belirleyebilir. Nitekim yasal Kürt partilerinden HAKPAR federasyonu, PAK konfederasyon veya bağımsızlığı, KDP ise bağımsızlığı savunmaktadır. Bu, Kürtlerin bileceği ve onların karar vereceği bir husustur. DTK'nın ilan ettiği "Özyönetim Deklarasyonunu" da Kürtlerin bir kısmının talebi olarak bu çerçevede görülmelidir. Bunlar, Kürdistan'da yaşayan halkların kendilerini yönetme arayışlarıdır. Hangi çerçevede bir talep olursa olsun, talepler Kürdistan'da yaşayan halkların, Kürt milletinin meşru hakkıdır. Varlığı hem kamuoyu tarafından hem devlet tarafından kabul edilmiş Kürt meselesinin çözümü için önerilerdir. Bunlar ne savcıların soruşturacağı bir konu ne de egemen devletlerin tek yanlı tayin edeceği bir meseledir. Türk Devleti'ne düşen, çözüm için alternatif önerisini ortaya koymak ve savunmaktır. Türk Devleti, halkı günlerce evlerinde hapsedip tankla, topla Kürt ilçelerine saldırırken; çocuk, kadın demeden insanları öldürürken; bunca kırılma yaşanırken, Kürtlerle birlikte yaşama şartlarını ne kadar koruduğunu, alternatif önerisinde açıklamak zorundadır.
PKK Kürtler için ne istediğini, ne Kürt halkına ne de kendi tabanına anlatabilmiş değildir. İdeolojik tercihine göre, günden güne değişen talepleri, Kürt halkını da kendi tabanını da yormaktadır, Neyi hedeflediği ve amacının ne olduğu muğlaktır. PKK'nin taleplerindeki muğlaklık ve değişkenliği, devlet ustaca kendi lehine kullanmaktadır.
Bu genel açıklamalar, Rojhilata Kurdistan'ın (Kürdistan'ın doğusu) yani İran resmi sınırları içindeki Kürdistan parçası için de geçerlidir. Ancak İran'daki mücadelenin seviyesi, yakıcı bir çözümden uzak görünüyor. Onun için Kürdistan'ın kuzey, güney ve batı parçaları üzerinde duracağım.
İkincisi; Kürtler böyle bir dönemde birbirleriyle didişmeyi bırakıp, asgari müştereklerde de olsa ittifak etmelidir. Bugün ne Kürdistan'ın güneyinde ne batısında ne de kuzeyinde böyle bir ittifaktan söz edebiliyoruz. Güneydeki YNK ve Goran Hareketi, PDK'ye bağımsızlığa giden yolda zorluk çıkarıyor. PKK, KDP'ye karşı düşmanca dil kullanıyor ve psikolojik harp taktiklerini uygulayarak yalan haberler yayıyor. Bugün PKK'nin tabanı, KDP'nin yeminli düşmanı haline getirilmiştir.
Kürdistan'ın batısında Duhok Anlaşması hayata geçirilmedi. PYD ile diğer Kürt partileri arasında dostça ilişkilerden söz edilemez. Kuzeyde de aynı şey söz konusudur. PKK kendine yönelen dostça eleştirileri bile düşmanlık olarak görüyor. Anlayışına siyasi tekelcilik hakidir. Yine PKK karşıtlarının PKK’yi eleştirilerine bakıldığında, çoğunlukla düşmanca ve seviyesiz bir üslup kullanıldığı görülür.
Ortadoğu'daki siyasal konjonktür, bugün bazı komşu devletler ile ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya gibi devletleri şu veya bu Kürt örgütleriyle yan yana getirmiş olabilir. Bu yan yana duruş, sözü edilen devletlerin çıkar ilişkisi gerektiğinde hemen sona erebilir. Bugün yanınızda yer alanlar, yarın karşınızda da olabilirler. Bu ittifaklar, Kürt örgütlenmelerinde sahte bir böbürlenmeye neden olmamalıdır. Önemli olan Kürtlerin birbiriyle ittifaklarıdır. Bu, işin olmazsa olmaz şartıdır. Birinci Körfez Savaşı öncesi, Kürt örgütlenmeleri arasında CUD/CWD (Ulusal Demokratik Cephe) olmasaydı, 1991'de halkın isyanı(raperîn) sonucu yaratılan de facto statünün korunması ve bugünkü bağımsızlığa giden siyasi yola evrilmesi herhalde çok zor olurdu.
Kürt örgütlenmeleri, nedense başkalarıyla kolayca ittifak etmekte, birbirleriyle ittifakı becerememektedirler. Düşmana yahut başkalarına taviz vermede cömert, birbirlerine tavizde çok cimridir. Beşikçi birçok konferansında Kürtlerin ittifakı üzerinde konuşurken, "Eğer Kürtler birbirlerine taviz vermezlerse, düşmana vermek zorunda kalırlar" diyordu. Kürtler en yakın doğal müttefiklerinin, Kürdistan'ın diğer parçalarındaki halklar olduğunu unutmamalıdır. Parçalardaki siyasi örgütler birbirleriyle ve diğer parçalardaki örgütlerle dayanışma içinde olmalıdır. Kürdistan'a egemen olan devletlerin en korktuğu şey, Kürdistan parçaları arsındaki dayanışmadır. Nitekim 1937 Sadabad Paktı bunun için kuruldu. Sadabad Paktı sonrası İran, Irak, Suriye ve Türkiye arasındaki dörtlü, üçlü veya ikili iş birlikleri, Kürtlerin özgürlük mücadelesine boğmak için yapıldı. Sadabat Paktı ortadan kalkmasına rağmen, zaman zaman Kürtlere karşı iş birlikleri devam ediyor.
Üçüncüsü; Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin(KBY) devletleşmenin gereğini yerine getirmesidir. KBY yöneticilerinin en çok eleştirildikleri konu budur. Ülkede yolsuzlukların gemiye azıya aldığından söz edilmektedir. Dışarıdan gelen bir yatırımcının, bölgede yerli bir yatırımcıyı ortak etmeksizin ne bir ihale alabildiği ve ne de yatırım yapabildiği, yönetenlerin aile çevresinin zenginleşmesi eleştirilen konulardır. Goran Hareketi bu eleştirileri referans alarak ortaya çıktı.
Bunların ne kadarı doğru veya Goran Hareketi'nin çıkış sebebi başka mıdır? Bunlar üzerinde durmayacağım. Ne var ki orduda birliğin henüz sağlanmadığı, partilerin özel Pêşmerge birliklerinin olduğu, vergi ve bankacılık sisteminin kurulmadığı, genel bir bütçenin oluşturulmadığı, petrol ve gümrük gelirlerinden partilerin pay aldıkları, ülkede arazi ve arsaların kadastrosunun yapılmadığı, ülkede arazi ve arsaların kadastrosunun yapılmadığıdır. Seçim ve buna bağlı parlamento çalışmaları rayında olmadığı birer gerçektir. En kötüsü KBY olarak ortak yönetimin değil, partilerin ayrı ayrı sömürgeci devletlerle ilişki geliştirmeleridir. Bunun sonucu olarak Kürdistan'ı sömürgeleştiren devletler arasındaki çelişki, olduğu gibi Kürt partilerine taşınmıştır. Bundan dolayı güneydeki partilerin bir kısmında bağımsızlık düşüncesi geri plana düşmüştür. Eğer devletleşme çabaları 1991 yılından beri ciddiyetle ele alınsaydı, bugün epeyce yol alınmış olacaktı. Partiler arası ilişkiler de iyi olacak ve bir daha brakûjî (kardeş kavgası) tehlikesi yaşanmayacaktı.
Bağımsızlık kazanılsa bile, toplumun üretim ve işle değil; devletten aldığı maaşla geçimini sağlaması üzerine kurulmuş düzen, büyük bir toplumsal sorundur. “Vermeden almak Allah’a mahsustur” denir. Çalışmadan tek yanlı devletten maaş almanın sonu yoktur. Devletler ekonomik olarak her zaman buhran yaşayabilirler. O zaman devletin ekonomik buhranı, toplumu daha çabuk ve çok derinden etkiler. Günümüzde yaşanan tamı tamına budur.
Dördüncüsü; Kürtler önceliklerini tespit etmelidir. Hangi konunun can yakıcı önceliğinin olduğu tespit edilmelidir. Bugün Rojhilata Kurdistan'da kalkıp, bağımsızlık, federasyon veya kanton ilan etme bir saçmalık olur. Çünkü mücadele veren örgütlerin çoğu bir anlamda mülteci durumundadır. Ancak Kurdistana Başûr (Kürdistan'ın güneyi) için bağımsızlık ilanı, neredeyse gelip kapıya dayanmıştır. Suriye'de statü elde etme, yine Kürtlerin en öncelikli bir sorundur. 17-18 Eylül 2011'de Diyarbekir'de "Türkiye'de Kürdistan Konferansı" toplanmıştı. Bu toplantıda yaptığım konuşmada;
" …Acil sorun ise, Suriye Kürtlerinin durumudur. Suriye’deki diktatörlüğe karşı direniş, Kürtlerin önüne tarihi bir fırsat getirmiştir. Türkiye’nin Suriye’deki gelişmelerle yakından ilgisi, demokrasiye olan aşkından değil; Kürtlerin statü kazanma korkusundandır.
Kürtler, önceliklerini dar grup çıkarlarına göre değil, acil çözülmesi gereken sorunlara göre tayin etmelidir. Kürtlerin mücadele potansiyeli, aciliyeti olmayan konular için heder edilmemelidir. Bu açıdan Suriye Kürtlerinin durumu Konferansta öncelikle tartışılmalıdır. Suriye’deki Kürt siyasal güçlerinin ortak hareket etmeleri sağlanmalı ve ulusal demokratik haklarını elde etmelerine katkı sunulmalıdır." demiştim. Bu konuşmanın yapıldığı günlerde Rojavaya Kurdistan’da Kürtlerin de facto da olsa ne bir statüleri ne de kantonları vardı.
Kürtlerin öncelikleri içinde, bazı belediye hudutları içinde özerklik ilanı olmalı mıydı? Buna olumlu bir cevap veremiyorum. Zaten özerklik ilan edilen ilçeler, belediye olarak düzen partilerinin değil, Kürt partilerinin yönetimindeydi. Özerklik ilanının karşılığı, birçok belediye eş başkanının görevden alınması, tutuklanması, ilçelerin yeniden işgali, harap olması ve halkın büyük oranda göçü oldu. Kürt kimliğiyle seçim kazanmış belediyelerin yöneticilerinin neredeyse yarısından çoğu ya görevden alınmış yahut hapistedir. Birçok belediyeye kayyum atanmıştır.
Özerklik ilanının yapıldığı ilçeler, Kürtlük bilincinin en yüksek olduğu ilçelerdi. Meşru aynı zamanda kanuni de olan özyönetimin, kanunların sınırları da zorlanarak genişletildiği yerlerdi. Günümüzde yönetimde, gücün merkezden mahalli yönetimlere kaydırılması dünyada esaslı bir politik amaç haline gelmiştir. Bundan dolayı işe silahın karışmadığı öz yönetimi genişletme çabaları, dünyada yankısını bulacak ve sempatiyle karşılaşacaktı. Bazı Kürdistan ilçelerinde belediyelerin özerlik ilanı, devletin eline silahlı saldırı için siyasal bir koz vermekten başka bir işe yaramazdı. Nitekim öyle de oldu.
Özerklik ilanı yanlıştı, çünkü Kürtlerin, Kürdistan'ın güneyinde bağımsızlık ve batısında yani Suriye egemenliği altındaki parçasında statü sorunu daha acildi. Yeni sıcak bir cephe, gücün bölünmesi ve zayıflaması sonucunu doğururdu.
Özerklik ilanı yanlıştı, çünkü özerklik bir anayasal sorundur. Müzakere ve tarafların karşılıklı mutabakatı ile gerçekleşir. Tek yanlı yalnız bağımsızlık ilan edilir.
Özerklik ilanı yanlıştı, çünkü Kürt meselesi, aynı zamanda bir ulus ve ülke sorunudur. Statü ilçeler için değil, ülke için talep veya ilan edilir.
DTK'nın özerlik deklarasyonun, içeriği itibariyle Kürt meselesini çözmekten uzak ve problemli olduğunu vurgulayarak geçelim.
Özerklik ilanının zamanı da yanlıştı. Çünkü Kürtlerin önünde 6 Haziran 2015'daki seçim sonrası barışçıl sivil bir mücadelenin olanakları daha da açılmıştı. Silahtan daha etkili olan mücadele biçimleri, örneğin sivil itaatsizlik yoluyla devlete talepleri kabul ettirme yöntemi daha doğruydu. Devletin silahlı mücadeleden korkusu yoktu. Zaten devlet, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, Kürtlerin ulusal demokratik taleplerini silahla bastırmayı konsept olarak seçmiştir. En korktuğu şey, Kürtlerin barışçıl, demokratik ve sivil mücadelesinin siyasette ağırlık kazanmasıdır. Onun için 6 Haziran 2015’te Kürtlerin sivil ve demokratik mücadelesi, Devlet ve PKK iş birliğiyle provoke edildi. Sonuç itibariyle Kürt yurtseverliğinin en yoğun olduğu il ve ilçeler yakıldı, yıkıldı. Büyük göçler yaşandı. Devlete 1920’li, 1930’lu ve 1990’lı yıllarda olduğu gibi etnisite mühendisliği uygulama fırsatı verdi. Seçimle gelmiş mahalli yöneticiler görevden alındı. Çoğu hakkında soruşturma açıldı ve tutuklananlar oldu. En son örnek de Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanları Gültan Kışanak ile Fırat Anlı’nın gözaltına alınmalarıdır. Dillerinden düşürmedikleri halkın iradesini, Kürtler için yok sayıyorlar. Demokratik, sivil Kürt siyaseti devlet eliyle yok edilmeye çalışılıyor.
Tüm bu uygulamalarıyla Türk Devletinin tek amacı, Kürtlerin statü sahibi olmalarını engellemektir. Eğer statü sahibi olmasını önleyemiyorsa, en az bir statüyle yetinmesini sağlamaktır. Bugün Suriye’deki iç savaşa dahil olmasının, Musul’u IŞİD’ten kurtarma operasyonuna katılmak istemesinin nedeni budur. Kendi resmi sınırları içindeki Kürtlere uyguladığı baskının da amacı budur. Kürt meselesine başka bir gözle baktığını söyleye gelen AKP iktidarı, kendilerinden öncekiler gibi silahlı konsepti seçti. Öyle ki bunu Suriye’ye bile taşıdı. Cumhuriyet tarihinde Lice hariç, Kürtlerin yaşadığı hiçbir il veya ilçe merkezi yakılıp yıkılmamıştı. Bunu yapmak AKP iktidarına nasip oldu.
Devletin bilmesi gereken bir şey var. Cin artık şişeden çıkmıştır. Ne dünya eski dünya ne de Kürtler eski Kürtlerdir. Tüm Kürdistan yeniden işgal da edilse, şehir ve köy merkezleri yakılsa, yıkılsa, hapishaneler tıklım tıklım Kürtlerle doldurulsa, etnisite mühendisliği uygulansa da Kürtlerin mücadelesi son bulmayacaktır. Savaş yalnız Kürt halkına değil, Türk halkına da zarar vermektedir. Haksız savaş sürdürenlerin payidar olmadığını tarih bize öğretiyor. Yapacak şey, silahlı mücadele yürüten PKK’nin de Türk devletinin de kendi halklarına zarar verecek uygulamalardan kaçınmaları ve Kürt sorununu çözecek akıllılığı göstermeleridir.