İbrahim Küreken
Türkiye kısa süre önce yeni bir rejim değişikliğine gitti. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dedikleri tüm yetkilerin tek adamda toplandığı bir sistem.
24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleştirilen seçimde Sayın Recep Tayip Erdoğan yasal ismi cumhurbaşkanı olsa da Türkiye devletinin yeni başkanı oldu ve böylelikle Türkiye tüm yetkileri eline alan tek adam yönetim sistemine geçmiş oldu.
Sorunlarının çözümünün kolaylaşacağı düşüncesiyle bazı Kürt aydınlarının da sıcak baktığı, yetkilerin yerelle paylaşılması olan başkanlık sisteminin yürürlüğe giren sistemle alakası yok. Son devreye giren yönetim sistemi tamamıyla tek adamın tüm yasaları keyfince kontrol ettiği Osmanlı’nın padişahlık sistemine benzer Ortadoğu’da örneklerini bildiğimiz bir sistem.
Yeni Türkiye yönetim biçimi artık tamamıyla bir Ortadoğu yönetim sistemi. Parlamento artık bir görüntü. Dolayısıyla hangi partinin ne kadar vekil barındırmasının, parlamentodaki söylemlerin pek önemi yok. Ortadoğu’da yeni bir Osmanlı gün yüzüne çıkmakta. Bunun bölgede yeni sorunlar yaratacağının işaretleri gözüküyor. Bu yönetim anlayışının yeni Osmanlı yönetim alanları yaratma hevesi gizlenmiyor. Bu düşüncenin potansiyel alanı da şüphesiz Kürdistan’dır. Yani eski Osmanlı Kürdistan’ı alanlarının yeniden elde edilmesi hayali. Bu amaçla Türkiye’nin, bölgedeki küresel devletlerin onaylayıcı bakışı altında Başur ve Rojava’da kontrol alanları her geçen gün genişlemekte.
Son dönemlerde bölgede ve Kürdistan’da önemli gelişmeler gözlendi. Suriye ve Irak’ta Kürdistan’ın üzerine saldırtılan IŞİD’e karşı Batı merkezli başlatılan savaş Kürtleri birden uluslararası siyaset arenasında görünür kıldı. Kürtler dünya güçlerinin muhatabı konumuna geldi. ABD önderliğinde uluslararası güçlerin müttefiki konumuna geldiler. Güney ve Batı Kürdistan yönetim alanlarını genişletti. Bu durum Kuzey ve Doğu Kürdistan’ı kontrol eden bölgenin iki güçlü devleti Türkiye ve İran’ı rahatsız etti ve ortak müdahale planlar geliştirmelerine yol açtı.
Bu dönemde PKK’nin büyük bir akılsızlık örneği başlattığı hendek çatışmalarında sayıları binlerce ifade edilen Kürt genci öldü. Alanda tepkisini koyamayan Kürtlerin hem devlete hem de PKK’ye zamanı geldiğinde tavrını belli edeceği hep söylendi, beklendi. Aynı şekilde Güney Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu dönemi ve sonrasında ve Afrin’e camilerde salavatlar eşliğinde yapılan saldırı sonucu yüzbinleri bulan Kürt nüfusunun evlerinden kovulmasına neden olan olaylar gibi Kürtlere yapılan, tehdit, baskı ve saldırıları yapanlara karşı Kürt toplumunun demokratik tavır geliştireceği düşünüldü.
Türkiye’de tüm bu yapılanlara karşı sokaklara çıkamayan toplumun en basitinden seçimlerde tutum alacaklarını ve kendilerini incitenlere oylarıyla ders vereceği düşünüldü. “Mahallenin arkadaşları”nda olduğu gibi birçok Kürt kesimini arasında seçim öncesi yapılan tartışmalarda Kürtlerin kendisine reva görülen muamelelere karşı tutum takınacağı üzerine inanç güçlüydü. Ancak ortaya çıkan seçim sonuçlarına göre tarafların hendeklere çok cılız bir tepki verdiği, devletin uygulamalarına ise bir tepki ortaya koymadığı ortaya çıktı.
Şöyle ki Kürdistan coğrafyasında 24 Haziran 2018 seçiminde AKP: ( Güneydoğu 1 706 244 + Doğu 1 345 429) toplam 3 051 673 (% 41) oy alırken, HDP: (Güneydoğu 1 648 212+ Doğu 1 027 747) 2 675 959 (% 35.5) oy aldı. Yani HDP’nin oyları biraz düşerken AKP’nin oylarında artış ortaya çıktı.
HDP’nin seçimde aldığı 5 866 309 oyun 2 675 959 oyu bölgeden geldiğine göre geri kalan 3 190 350 oy Kürtlerin değişik dönemlerde ve farklı nedenlerle sürgün edildiği, göç ettirildiği Türkiye’nin farklı yerlerine yerleşmiş Kürtlerden geldi. Bunun yaklaşık 500 000 oyun Türklerden geldiğini kabul edersek aşağı yukarı HDP’nin aldığı Kürt oylarının yarısı batıda yaşayan Kürtlerden geldiği açıktır. Anlaşılıyor ki Kürdistan’da yaşayan toplumun yarısı devletin politikalarını diğer yarısı da HDP’nin politikalarını benimsiyor. Bölge dışında yaşamakta olan Kürtlerin çok önemli bir kısmı ise seçimlerde Kürt partisi olarak kabul ettikleri HDP’yi tercih etmektedirler. Bilindiği gibi HDP hiç saklamadan kendilerini Kürt partisi değil, Türkiye partisi olarak açıklamaktadır. İşte tam da bu noktada kendisini kürdi ve Kürdistani parti olarak anlatan çevrelerin bu konu üzerinde ısrarla ve ciddiyetle durmaları gerekir. Nerede yanlış yaptıklarını veya tutum ve söylemlerini nasıl düzenlemeleri gerektiğini araştırmalıdırlar.
Yanlış nedir? Doğru nedir? Toplumsal olaylarda mutlak doğru yoktur. Dünün yanlışı bugün doğru, doğrusu da yanlış olabilir. Ya da kavramsal olarak dönüşüm yaşayabilir. Örneğin ABD dün Kürtlerin düşmanı idi, bugün öyle düşünülmüyor. Dünyada ve yerelde toplumsal yapının değişime uğraması, şartların değişmesi doğal olarak siyasetin buna göre kendini yenilemesini zorunlu kılar. Karşıtının yanlışı seni doğru kılmaz. Doğrunun iyi bir örgütlenmeyle topluma sunulması ve kabul görmesi gerekir. Birilerinin yanlışlarını sıralayarak toplumun güvenini kazanmış pozisyonu ortadan kaldırmak mümkün olmaz. Toplumun güvenini kazanmış hatalı bir güç, doğru olan güçsüzden daha değerli kabul edilebilir. Doğrunun kendini topluma kabul ettirmek için harcadığı emek, en az, yanlışın kendini topluma doğru kabul ettirmek için verdiği mücadele kadar güçlü olmalıdır. Toplumla bağ kurmak yerine büyük anlamlar yüklenmiş levhalarla, sloganlarla veya başka parçalardaki Kürt liderleri ile çekilen fotoğraflarla siyaset alanında tutunmanın mümkün olmadığı artık anlaşılmalıdır.
Kuzey Kürdistan diğer Kürdistan parçalarından farklı olarak nüfusunun yarısı coğrafyanın dışında Türkiye’nin değişik şehirlerine sürgünlerle, göçlerle dağılmış, dağıtılmış bir halde yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Göç etmiş, ettirilmiş Kürtler büyük şehirlerin yaşamı içinde kendilerine bir ekonomik gelecek oluşturma derdindedirler. 10 milyon civarında Kürdün ülkesi ile ilişkileri ve milli hissiyatı duygusal düzeyde kalmıştır. Önemli bir kesimi uzun zamandan bu yana batı illerine yerleşmiş, evlenmiş, çocukları, torunları büyümüş, ana dilini muhtemelen unutmuş ve Kürtlük dünyasından birçok nedenden dolayı uzak durmuşlardır. Çocukları Türklük dünyasında doğmuş, büyümüş ve şekillenmiştir. Türk yaşam biçimiyle barışçı bir ilişkisi vardır. Buna rağmen buradaki yeni nesilde arada kalma hissiyatını gözlemlemek de mümkündür. Yani bir anlamda ne tam Türk’tür ne tam Kürt’tür. Ama Türkiyeli oldukları gerçek.
HDP’nin özellikle metropol Kürtlerinin varlığında önemli bir yeri oluşmuştur. Derin bir araştırma imkanım olmasa da gözlemlerim metropol Kürtlerinin HDP’ye verdiği oylarla kendini bulma, bir anlık da olsa kendini yaşama duygusuna varmasıdır. Bu duygusal milliyetçilik asla küçümsenmemelidir. Bu akrabalık duygusu çok önemlidir. Bu duygu kültürel asimilasyona uğramış milyonlarca Kürdü Kürt duygu alanında tutmaya yarar. Bir kısmı kendilerine birkaç Kürdistan da sunulsa bir daha bölgeye dönmeyecek insanlardan oluşan milyonlarca metropol Kürdü Kürtlüğünü HDP’ye oy vererek yaşamaya çalışır. Büyük bir çoğunluğu Kürtçeden kopalı yıllar olmuştur. Anne babasından hatırladığı birkaç kelime ve anılar vardır hafızasında. Kürt haklarıyla ilgili belirgin bir talepleri açığa çıkmamıştır. Bölgedeki baskı ve olaylara karşı normal bir Türk’ten daha hassas olsalar bile günlük yaşamının bozulmasını istemez. Bu bakımdan programı ve ismi Kürdistan çerçeveli partileri rahatça tercih edemezler. Aslında bu gerçeklik bölge içinde geçerlidir.
Son yıllarda ortaya çıkan parçalardaki gelişmeler, büyük devletlerin müttefikliği, aşağılanan Kürdün gelişen övüncü, yeni egemenlik alanlarının kazanımı, Kürt örgütlenmesinin bir kısım göçlerle bölge dışına taşması, ana toplulukla kültürel bağları zayıflamış metropol Kürtlerinde duygusal milliyetçi bir dönüşüm başlatmıştır. Bu dönüşümün en elle tutulur görünümü seçimlerde ortaya çıkmış, milyonlarca metropol Kürdü, kendisini temsil ettiğini düşündüğü Türkiyelilik siyasetini esas alan ama Kürt toplumu tarafından Kürt partisi olarak kabul edilen HDP’ye destekle kendini ifade etmektedir. Bu duygusal dönüşüm iki ana temada her kesimden Kürt siyasetini düşündürmelidir. Birincisi milyonlarca metropol Kürtlerini dışlayacak bir siyaset eksik bir siyaset olacaktır. Kürdün yarısını dışarıda bırakan bir siyaset olacaktır. İkincisi Kürtlerin toplumsal hakları mücadelesinde ihtiyaç hissedilen Türk ilerici, demokrat, vicdanlı Müslüman kesimin desteğini kazanmada metropol Kürtlerinin büyük rolü olacaktır. Dolayısıyla bu alan asla ve asla ihmal edilecek bir alan olamaz.
Kendi hedef kitlesi ile bağ kuramamış siyasi parti kadrolarının çok az bir kesiminin dışında kimsenin okumadığı, haberdar olmadığı, okusa da anlayamadığı programları ve büyük anlamlar yüklü levhaları o parti ve partileri büyütmeye yetmiyor. Bunu yaşıyoruz. Kendi ailesi ile akrabaları ile köylüsü ile bağlar kuramamış, onları kendilerine inandıramamış parti veya siyasetçilerin başarısını beklemek saflık olur. Ayrıca kendilerini Kürdi, Kürdistani olarak ifade eden parti yöneticileri dahil Kürt aydın ve siyasetçilerinin önemli bir kesimi Kürdistan’dakiler dahil evde çocukları ile Türkçe konuşmakta, çocukları Kürtçeyi konuşamamaktadır. Sayın Beşikçi’nin yazısında https://www.nerinaazad.org/tr/columnists/ismail-besikci/mahallenin-arkadaslari ifade ettiği gibi PKK cenahı hariç diğer Kürt siyaset kesimi çocuklarını, ailelerini, akrabalarını siyasetten uzak tutmaktadır. Tüm bunlar Kürt siyasetçilerinin samimiyetini sorgular düzeydedir. Bundandır ki “Kürdi” şahısların ve siyasi partilerin önemli Kürt illerinden alabildiği destek birkaç yüz oyla sınırlı kalmaktadır. Bu ilgi hezimeti seçime girme cesareti göstermiş kişi ve parti ile sınırlı değildir, HDP hariç diğer tüm geri kalan siyasi parti ve grupların toplam karne notudur. Kimse kendisini alınan bu hezimetin dışında görmesin.
HDP’ye yönelen en belirgin eleştiri Kürt oylarıyla Türk solcuların meclise taşınması olayıdır. HDP’nin savundukları doğrultusunda siyasete Türk solcu ve demokratlarla birlikteliği artık kanıksanmalıdır. Bunun kendince sebepleri vardır. Doğrudur, yanlıştır, bu farklı bir tartışma konusu olmakla birlikte HDP’ye yön veren siyaset merkezinin Kürtlerin sorun olarak kabul ettiği gasp edilmiş haklarının ana sorun bağlamından uzaklaştırılarak daha genel-evrensel bir bakışla görünmez kılınması HDP siyasetinin tercihidir. HDP’nin böyle bir yapısı olmasına rağmen tüm partiler içinde toplumla bağları kopmamış tek siyasi hareket olduğu da bir gerçektir. Bu durumda sorunu temel bağlamından koparmadan anlatan bir Kürt partisinin halkın desteğini almasına kadar HDP’nin varlığı önemlidir.
Hendek savaşlarında gençlerin ölümüne ve Afrin saldırısına karşı çıktıkları için işlerinden atılan binlerce Türk akademisyen, aydın ve yazarların bu baskıları destekleyen Kürt’ten daha değerli oldukları asla unutulmamalıdır. Kimsenin Türk etnik yapısıyla bir sorunu yoktur. Türkler Kürtlerin düşmanı değiller, olmamalıdır. Ancak Türk egemenlik sistemi Kürtleri yok sayan, kültürel ve siyasi olarak yok etmek isteyen bir sistemdir. Bunun içinde Türkler gibi bazı Kürtler de yer almaktadır. HDP’nin Türk solcu ve demokratlarla siyasi ortaklıkları anlaşılırdır. Bu siyaset doğrultusunda parti yönetiminin yapılanması, bazı Türk solcularının HDP listelerinden aday gösterilmesi anlaşılır durumdur. Ancak Kürtleri hamal konumuna sokmadan Türk sol çevresinin kattığı güç oranında bu ilişki sağlanması doğru olandır. HDP’nin toplum karşısında güçsüzleşmiş solcu kadroları desteklemeleri, bunların halkı içinde yeniden güç ve itibar toplamalarına yardımcı olmaları doğru olabilir. Yanlış olan; partinin içinde yer alan bu “yoldaşların” asıl görevleri olan Türk toplumunun örgütlenmesini es geçerek zaten şu veya bu şekilde örgütlenmiş Kürtlere siyasi önderlik yapmaya çalışmalarıdır. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki toplum liderlerine dil uzatma hakkını kendilerinde bulmaları, onları küçümsemeleri, Kürt milliyetçiliğine saldırmaları, HDP’nin kadrolarını, tabanını Kürdi duygulardan uzaklaştırma gayretleri ( bir kısmını tenzih ederek) kabul edilebilir ölçülerde değildir. Bu artık yardımlaşma sınırını aşıp bilinçli yapılmıyor olsa da sistemin arzusu doğrultusunda Kürt toplumunu milli hissiyatından uzaklaştırma çabasına girer ki en büyük sorun budur. En büyük tehlike budur.
Kürtlerin şu an için ne sosyalizme ne islamizme ihtiyacı vardır. Kürtlerin ihtiyacı insani ve toplumsal haklarını kullanmasıdır. İslam’ın ve sosyalizmin Kürtlerin sorunlarını çözmediği yakın tarih göstermiştir. Bu amaçla Kürtlerin sosyalistlerin ve İslamcıların kullanımlarına değil, desteğine ihtiyacı vardır.
Sonuç olarak kendilerini kürdi-Kürdistani partiler olarak sunan yapılar: 1- Tek başlarına bir güç değillerdir. 2- Bölgeden uzak yaşayan milyonlarca kürdü egemen siyasetin insafına terk etme lüksüne sahip olmamalıdır. 3- Halkı ürkütmeyecek siyasi söylemi bulmak zorundadırlar. 4- Levhalarının taşıdığı büyük anlamlar kitle iletişiminde dezavantaj olabilir. 5- Gençleri teşvik edici yöntemler bulmalı, gerekirse kenara çekilmeyi bilmelidirler. 6- Üçüncü Kürdistan Fethi gerçekleşmeden grup anlayışlarını terk ederek ve kaprislerini bir kenara bırakıp sosyalisti, İslamcısı, liberal demokratı vs. her kesimden insanın milli bir birliktelik yaratması artık kaçınılmaz olmuştur. Bunun ötesi boş laftır. Dinlemeye değer değildir.