Zorlu bir asimilasyon ve getirilen zorbaca yasaklar karşısında biz Kürtlerin okumuşları ve aydınlarının bir kısmının düşünce dili Türkçe olmuştur. Bu zorba yasaklardan dolayı ana dilimiz olan Kürtçeyi yazım ve okuma dili olarak kullanamamaktayız. Türkçe yazıp konuşma konusunun günümüzde geldiği durum hem ülkede hem de Avrupa ülkelerinde yaşayan Kürt yazarları, aydınları ve politik şahsiyetleri arasında tartışmalara neden olmaktadır.
İnsanın kendi ana dili ile okuyup yazamaması kadar acı veren bir durum sanırım bulunmamaktadır. Hiç kimsenin özel nedenleri yoksa ana dilini bırakıp başka bir dilde yazacağını sanmıyorum. Biz Kürtlerin birçok aydını, yazarı ve politikacısının Türkçe yazmasının nedenlerini, arka planını iyice incelemek lazım.
1920-1940 yılları arasında direnen Kürt Ulusal Hareketleri yenilgiyle sonuçlanıp katliamlara ve zoraki tehcir/sürgünlere uğraması Kürt toplumunda derin yıkımlar, yaralar, korku ve endişe dolu bir dönem oluşturdu. 1940-1960 arası ise Kuzey Kürdistan’da bir sessizlik dönemi başlamış, Kürtler yavaş yavaş yaralarını sarmaya başlamasıyla birlikte Türkçe zor ve baskıyla şehir ve kasabalara girip yaygınlaştı. Bu 20 yıllık sessizlik döneminden sonra 1960’la birlikte birçok Kürt aydınlarında hareketlenmeler başlamıştı. Bazı istisnalar hariç, örneğin Musa Anter, Mehmet Emin Bozarslan ve Kemal Badıllı’nın Kürtçe yazı ve sözlük çalışmalarının dışında genelde çıkarılan yayınlar Türkçeydi.
Anti parantez şu noktayı da belirtmeliyim: 1920’lerin sonunda Kürt medreseleri yasaklanmasına rağmen birçok Kürt yurtsever melleleri gizli de olsa medreselerini devam ettirip öğrencilere Kürt dili ve edebiyatını, geçmişte yazılan Kürt divanlarını, destan, masal ve hikâyelerini Kürtçe olarak öğreterek günümüze kadar getirmeleri takdire şayandır. O yurtsever melleleri saygı ve sevgi ile anmaktayım. Kürt medreseleri ve mellelerin Kürtçe yazım ve edebiyatına katkıları başka bir yazının konusu olduğundan ve kendim de medreseler hakkında detaylı bir bilgiye sahip olmamam nedeniyle bu konuyu geçiyorum. Zaten günümüzde o medreselerde eğitim görenler bu konuda yazılar da yazmaktadırlar. Benim yazımın konusu, 1960’lar ve sonrasında özellikle Türkiye’nin büyük şehirlerindeki Kürt aydını ve yüksekokul öğrencilerinin Türkçeyi kullanmalarının nedeni ve arka planını, günümüze kadar yaygınlaşmasını kapsamaktadır.
1960’la birlikte Türkiye büyük şehirlerinde yaşayan Kürt aydınları ve yüksekokul okuyan öğrenciler bazı dergiler çıkarmaya başlayıp Kürt sorununu gündeme getirmeye başladıklarında Türkçe yazmaktaydılar. Yoğun asimilasyon ve yıllarca Türk okullarında eğitim görme sonucu düşünce dili olarak Türkçeyi rahatça Kürtçeden daha fazla kullanmaktaydılar. Bu durum Doğu(Rojhelat), Güney(Başur) ve Güney Batı(Rojava) Kürdistan’ında ise farklıydı. Bu bölgelerde Kürt ulus gerçeği ve Kürtçe hiçbir zaman inkâr edilmemişti. Kuzey Kürdistan’da ise Türk Cumhuriyeti’nin tek beka sorunu Kürtlerdi ve gelecekleri Kürt, Kürtçe ve Kürdistan gerçeğinin inkârı ve yok edilmesi üzerine kurulmuştu.
1960’lı yılların sonuna doğru ana dili Kürtçeyi konuşamayan, Türkçe düşünen birçok Kürt aydını Kürt Ulusal Mücadelesi’ni boyutlandırmak için Türkçe yayınlar çıkararak önemli adımlar atılmasına ön ayak oldular. Özellikle DDKO kurucularının bir kısmı tek kelime Kürtçe bilmemesine rağmen Kürt Ulusal Mücadelesi’nin gelişmesinde, 12 Mart sıkıyönetim mahkemelerinde önemli tavırlar koydular. 1974 ve sonrasında yine örgütsel düzeyde ve yayın düzeyinde gerek Kürtçe bilmeyen, gerekse Kürtçe bilip de Türkçe düşünen onlarca Kürt aydını ulusal mücadelenin gelişmesine öncülük ettiler. 1970’lerde radikal sol rüzgârların dünyada olduğu gibi Türkiye ve Kürdistan’da da hızlı estiği bir dönemdi. Bu dönem Kürtler farklı gruplarda örgütlenirken yayınladıkları dergiler yine hep Türkçe yazılmakta ve tartışmalar yine Türkçe yapılmaktaydı. Her ne kadar bu gruplara öncülük edenlerin büyük bir bölümü Kürtçeyi konuşmalarına rağmen politik olarak sosyalist ideoloji, sınıf bilinci, sosyalist sistem tartışmalarını birinci plana almış olduklarından, ulusal taleplerin en önemlisi olan dil ikinci planda kalmaktaydı.
12 Eylül 1980 darbesinden önce Kürtçe yazım konusunda tüm olumsuzluklara rağmen üç istisnayı da burada görmek gerekir. Benim bildiğim bu dönemde Kürtçe yazıların ilki; 1976’da yayına başlayan RIZGARİ dergisinin 1. ve 2. sayılarında, Kürt edebiyatının önemli bazı eserlerinin orijinal Kürtçesi ile yayınlamasıdır. Sonraki sayılarında ise Kürtçe yazılar bir daha çıkmadı. İkincisi; Özgürlük Yolu çevresinin 1978’de çıkarmaya başladığı, sadece Kürtçe yazıların yer aldığı ROJA WELAT gazetesinin çıkışıdır. Bu çok önemli bir girişimdi. Gazete çıkar çıkmaz hemen ceza davaları açılıp zorluklarla karşılaştı. Şu an kaç sayı çıktı hatırlamıyorum, sömürgeci devlet gazeteyi bir süre sonra kapattı. Üçüncü önemli girişim ise; DDKD çevresinin 1979’da çıkarmaya başladığı TİRÊJ dergisinin Kürtçenin iki lehçesinde, Kurmanci ve Dimîlî/Zazaki yazılarıyla Kürtçe yazımına büyük bir katkı sağlamasıdır. TİRÊJ’in de kaç sayı çıktığını hatırlamıyorum. 12 Eylül darbesi ile Türkçe ve Kürtçe yazılı Kürt gazete ve dergileri birer birer yasaklandı, sorumluları da tutuklandı.
12 Eylül faşist darbesinde tutuklanmalardan kurtulan birçok Kürt politik önder ve kadroları Doğu ve Güney Kürdistan’a geçtiklerinde dil konusunda farklı bir durumla karşılaşmışlardı. Gerek Rojhelat Kürtleri gerek se Başur’daki Kürt örgütleri yaşamın her alanında Kürtçe konuşmaktaydılar. Bu durum Kuzeyden gelenlerde ana dili kullanma konusunda bir etkileşim yaratmıştı. Tutuklanmaktan kurtulup Batı Avrupa ülkelerine yerleşenler de, dil olarak günlük yaşam ve politik uğraşlarında giderek Türkçe terk edilip Kürtçeyi kullanmaya başlamalarıyla asimilasyona karşı, ana dil Kürtçeyi kullanmayla bir duruş başlamış oldu. Özellikle İsveç modelinin Kürt dili ve kültürü konusunda ısrarlı oluşuyla, Kürtçe okuyup yazan Kürtlerin çoğalmaya başlaması dışarıda yaşayan Kürtlerde asimilasyona karşı ciddi bir tavır alışı getirdi. İsveç modeli giderek diğer Batı Avrupa ülkelerindeki Kürtler üzerinde de etkisini göstermiş, Türkçenin yerini giderek Kürtçenin değişik lehçeleri almaya başladı.
Bazı Kürt aydınlarının Türkçe yazımına gösterdiği tepkiler kısmen anlaşılır, ama Kürtçe üzerinde yüz yıllık sömürgeci baskı ve zulüm sonucu bir olgu olan bu gerçeği hemen görmemek kolay da değil. Ayrıca Kürtçe yazamayan yüzlerce Kürt aydın ve yurtseverlerinin Türkçe düşüncelerini yazması, ulusal mücadeleye katkısı açısından önemi var mı, yoksa yok mu tartışmalarını yapmak da Kuzey Kürdistan gerçekliğini yansıtmamaktadır. Asimile olan, Kürtçeyi yazı dilinde kullanamayan, geçmişte Kürdistan Ulusal Mücadelesi’ne katkı sunup bedel ödeyenler yazıp konuşmasın mı? Köşelerine oturmasını sanırım kimsenin istemeye hakkı olmaması gerek.
Özellikle bir kısım Kürt yazarlarının yazdığı Türkçe anı, araştırma, roman, hikâye ve şiir hangi dilin edebiyatına girmekte sorusu da tartışılıyor, daha da tartışılacak kanısındayım. Elbette ki, edebi eserler hangi dilde yazılmışsa genelde o dilin edebiyatına genelde girdiği kabul edilmektedir. Bence bu görüş Kürdistan genelinde tartışmaya açık bir durumdur. Bu konuda İrlanda örneğini iyi incelemek gerekir. İrlandalılar on yıllarca yazı dili olarak İngilizceyi kullanmışlardı. İrlanda yurtseverlerinin İrlanda dilini kullanma kampanyası ile yıllarca iki dili kullanmak zorunda kaldılar. Ayrıca İngiltere sömürgeciliği İrlanda dilini yasaklamamıştı. Elbette gönül isterdi ki Kuzey Kürdistan’da Ulusal Mücadelede kullanılan dil, yazı ve konuşma dili Kürtçenin iki lehçesi olan Dimîlî/Zazaki ve Kurmanci olsun. Bu noktada Kürt aydını, yazarı ve politikacısından beklentiler de haklı beklentilerdir. Fakat basitçe bu kesimi suçlamak demek, yüz yıldır Türk sömürgeci sistemin asimilasyon politikasının Kürtlerin dilinde, kültüründe ve yaşam biçimlerinde yarattığı dejenerasyon ve tahribatı görememek, anlamamak demektir.
Kürtlerin Türkçe yazdığı şiir, hikâye, anı ve roman türü eserler her ne kadar Türk diline hizmet etse de bu eserlerin içeriği Kürt ve Kürdistan gerçekliği olduğundan, Türk dili ve edebiyatı bizleri ne derece kabul eder, kendi edebiyatından sayar mı ayrı bir tartışma konusudur. Her Kürt yazarı bir Yaşar Kemal olamayacağına göre, bizlerin yazdığı Türkçeyi ne kabul eder ne de bir değer verir. Ahmet Arif’in Türkçe yazdığı şiirlerinin her satırı, Kürt ve Kürdistan gerçekliğini işlemektedir. Kürt yazarların Türkçe eserleri ancak Türk dilinin kenar kısımlarında yer bulabilir. Aziz Yağan Nerina Azad sitesindeki (25. 04. 2021) “Edebiyat Editörü, Yazar, Taşra Gönüllüsü Kürd Yazar” başlıklı yazısında bence bu gerçeği çok güzel ifade etmektedir:
“Gerçekten de Türkçe yazan Kürdler Türkçe edebiyatın taşrasındadır ve bu taşraya kabul edilmek için şimdilik kabaca ‘gri bölge’ dediğim yerde beklerken ya da yaşarken her tür mirası barındıran Kürd duygu, imge, sembol ve düşüncesinin edebiyatını yapanlar var. Türkçe edebiyatın ustaları ve etkili kişileri gri alandaki yazarlarımızı asla taşradan metropollere kabul etmeyecekler.
Türkçe yazılı Kürd edebiyatı kulağa yabancı gelse de, zamanla aşina olunacaktır. Ahmed Arif’in ve Uğur Nazlıcan’ın eserleri Türk edebiyatına olduğu kadar, Kürd edebiyatına da dahildir. Üretimde kullanılan dil ne olursa olsun, Kürdlerin Kürdce dışında yazdığı eserler de Kürd edebiyatına dahildir.”
Bilemiyorum, Kürt dil edebiyatı konusunda yetkin olanlar nasıl değerlendirir, bence Türkçe yazan Kuzey Kürdistanlı yazar, aydın ve politik şahsiyetlerin eserleri: “Kürt dili ve edebiyatı’nın Türkçe versiyonu” diye adlandırmak bana daha uygun gelmektedir. Kuzey Kürdistan gerçeği iki dili, Kürtçe ve Türkçeyi bir süre daha bir arada kullanmayı gerektiriyor bence. Kürtçeyi ileri derecede yazanlardan bazılarının Kürtçe okuyucu azdır Türkçe yazmayı tercih etmeleri, daha büyük bir okuyucu kitlesine ulaşmak istemeleri de bir gerçek olduğu kadar ayrı bir tartışma konusudur.
Kürt aydınlarının önündeki en önemli görev, Kürtçeyi toplumun her katında yaygınlaştırma mücadelesi olmalı. Kendi çocuklarımıza evden başlayarak Kürtçe öğretilmeli, ana dilimiz olan Kürtçenin iki önemli lehçesinin Kurmanci ve Dimîlînin eğitim dili olması için de her düzey ve alanda uğraşı vermeliyiz. Niye Kürtçe yazılmıyor diye tepki göstermek, Kürt gerçeğini Türkçe yazılı olduğu kitapları okumamak, gerçeğimize uymamaktadır.
Not: Abid Gürses’in Nerina Azad sitesinde bu konudaki 10. 03. 2021 tarihli “Kürtçe Bilmeyenleri Dışlamayalım” makalesi okunulmaya değerdir.