Kuzey Kurdistan'da kitlenin belli bir kesiminin; „iradem" dediği hareket bütün kurum, şahsiyetleri „demokratikleştirmek" istedikleri „türk devleti"nin baskısı altında. Belediyeler kayyuma tabi tutuluyor, belediye başkanları tutuklaniyor. Parti il ve ilçe başkanları tutuklaniyor, yandaşları işten uzaklaştırıliyor, milletvekilleri, parti başkan ve eşbaşkanları zindana atılıyor. Bu süreçte, „türk devlet"ı bütün hızı ile zulüm cenderesini devreye sokmuş ve uyguluyor.
İşin ilginç yanı ve dikat çeken,araştırılmaya değer tavır devletin değil; çünkü bu devlet, kurdlere yönelik böylesine bir baskı, yasak-kapatma ve tutuklama furyasına ilk kez başlamiyor. Bu konuda 93 yıllık tarih, „türk devleti"nin çıkardığı „kurdleri islah yasaları", sürgün yasaları ve uygulamaları ortada. Dikat çeken konu, bu „iradem" dedikleri harekete yönelik baskı ve devlet terörü karşısında sesiz kalıştır. „Hendek savaşları" öncesi, böylesi durumlarda bu hareketin kitlesi tepki gösterir ve yapılan çağrılara kulak asar, alanlara çıkardı. Beklenilen tepkiyi verirdi. Bu konuda Aiyakbakır sokakları, defalarca savaş alanına dönmüştü.
Ama şimdi „irademiz" dedikleri parti başkan-eşbaşkanlar, millekvekilleri, seçilmiş belediye başkan-eşbaşkanları bir bir tutuklandı. Beledilere el konuldu. Kitlesel işten atmalar yaşandı. Ama bu siyasetin kitle tabanında en ufak bir kıpırdanma yok!
Neden?
Kuzey Kurdistan'ın OHAL'lerle yöneltildiği dönemleri çokça gördük. Sömürge valilerinin olağanüstü yetkilerle atandıkları günleri, işgalco orduların kolordu merkezlerinden yönetildiği günleri de gördük. Baskı, sokak infazları, insan kaçırma ve kaybetmelerin had safhada olduğu ve ailelerin cesetlerine bile sahip çıkmaya korktuğu günleri de gördük. Ama Kurd kitleleri hep duyanlı ve ilgili bir duruş gösterdi. Bu denli sessiz, lakavt davranmadı. Bu kadar sessiz içe kapanmadı!
Neden?
Kuzey Kurdistan adeta şoke olmuş, sessiz ve duyarsız bir görüntü sergiliyor! İki güç arasında sıkışıp kalmiş ve tepkisini dile getiremiyor. Bilim adamları, akademisyen, aydın ve gazetecilerin bir kesimi duruma karşı sessiz. Ne ortada ciddi bir araştırma, neden sorgulaması ve nede, bunun sonuçlarının ne olacağına ilişkin derli toplu Kurd kamusal araştırmalar var. Olanlar da eksik ve gidişatı irdeleyen sorgulayıcı yetenekten yoksun.
Önümüzde iki yıllık PKK'nin izlediği siyaset, legal hareket ve kitlelerle ilişkilendirilmiş emirvakiliği ve Türklere, türkiyelileşen stratejisine ilişkin, Kurd ve Kurdistan'la ilgisi olmayan eylem ve stratejik duruşu, diğer Kurd ve kurdistani partilere karşı politik çızgisi, tekçi-totaliter ve ideolojik sol saplantısı duruyor. Buna "demokratik Suriye, demokratik Irak, demokratik İran ve demokratik Türkiye, ortadoğu demokratik federasyonu" mantıksızlığı da eklenince, durum daha da vahim, içinden çıkılmaz hale geliyor!
Kurd kitleleri "biz ne zaman kendimiz için ölmeyi öğreneceğiz" gerçeğini sorgulamaya başladı.
Neden?
Çünkü PKK, "ülke ve ulus davası"nı savunan bir hareket olarak ortaya çıktı(!) Bu alanda biriken bütün Kurd ulusal enerjisini kullandı, kullaniyor ve bu söylevlerle büyüdü. Ama, her ne kadar Kurd enerjisi, Kurd kanı ve Kurd emeği üzerine yükseldiyse de, Kurd'e ve Kurdistan'a ilişkin talepleri, Kurd ulusal demokratik istekleri red bazında bir duruş gösterdi. Kurd ulusal taleplerini "ezen ulus ırkçı milliyetçiliği ile özdeş tutar"ak redetti ve ortaya ucube bir ideolojik saplantı yarattı.
Bilgiden ve akıl izahından yoksun bir "solcu"lukla, Kurd ve kurdistani olan ne varsa redetti. Küçümsedı ve dışladı, yasakladı..
Bunu kendi kitlesine dayattı ve kendi bünyesine yabancı bir kitlesel destek yarattı. Aklı ve zekası "bijî bijî"lerle sınırlı kalan, sorgulayıcı mantığı rededen, murid bir taban üzerinde siyaset kolay geldi. Bu, ta ki "hendek savaşında" duvara toslayana kadar. Ne zaman ki savaş dağlardan şehirlere indi. Kapıların önünde hendekler kazıldı, barikatlar kuruldu..Tanınmayan bilinmeyen "hevaller" gelip evlere, varlıklara el koydu. Evleri, işyerleri başlarına yıkılmaya başladığını, çesetlerin sokaklarda sahipsiz, insanların çoluk çocuklariyla, evlerde mahsur ve imha ile karşı karşıya kaldığına tanık oldular; o zaman, "derin" ideolojik uyku sersemliğinden uyanıp, ayık kafa ile olup bitenleri izlemeye başladılar.
Yorganını omuzuna alıp, çoluk-çocuğun kolunu kavrayarak "hendek savaş"ı alanlarını terkeden kitleler, önce "korkaklık" ve "savaş kaçkını" suçlaması ile dışlandılar. Sonra yavaş yavaş tecrit ve aşağılayıcı gözlerle süzüldüler. Ama bu kitleler artık "derin" uyku sersemliğinden uyanmiş ve olup biten savaşın kendileriyle ilgisi olmadığını gözleri ile görmüşlerdi. Durumdan karar ve ateş çemberinden çıkış aramaya başlamişlardı.
Bu durum bugünkü sessizliğin bir ayağını inşaya doğru götürüyordu. Kitleler yavaş yavaş PKK ve devlet arasındaki tercihte; "türk devleti"ne baktığı gibi PKK'ye de bakmaya başladığını ve artık PKK'yi de kendilerinden saymamaya başladığını açıkça beyan etmeye başladılar..
Bunu basına, kimisi korkakça, kimisi açıkça kitlesel tepkiye dönüştürdüler. Bunlar o günün şartlarında gözden kaçmiş olamazdı. Sadece görmezlikten geliniyordu. Tıpkı bugün, o kitlelerin daha önce "iradem" dedikleri kesimlerin bugün tek tek zindana kapatılmalarını sessiz geçiştirdikleri gibi. Görmeyen ve duymayan siyaset, üretmekten yoksun, önünü görmeyen siyasettir.
"Saklayın, dinlemeyin, kimse görmezsin" mantığı, yaşadığmız dönemde teknolojik gelişkinlik ve şeffaflık duwarına toslayınca; uzanan mikrofonlara korkudan elin tersi ile itenlere, "ne konuşacağım her şey ortada" ve "evimizi başımıza yıktılar"dan, "bunlar (PKK ve devlet) bizden ne istiyor?"a kadar her şey net yansıdı ekranlara.
Kurdistan "Bağımsızlığı" için dağa götürülen Kurd gençleri; "Milli misaki sınırların korunması, sömürgeci sistemlerin demokratikleştirilmesi ve ortadoğu demokratik federasyonu" için ölmeye, şehirler imhaya, Kurdün kurdü dışlamaya başladığı, Kurd ve Kurdistan bayrağının, kurdistani olan her şeyin "halkların demokratikleştirilmesi" ve "halkların kardeşliği" için yasaklanmaya başladığı bir döneme evrimlendi.
Bu noktadan sonar PKK'ye karşı eleştiri ve öfke büyümeye başladı. HDP ve yan partisine oy verenler, kırgınlıklarını dile getirmeye yöneldiler. "türkiyelileşen" siyasetlerinin ne anlama geldiğini sorgulamaya başladılar. Bu kitleler, bir kopuşu yaşarken, bu kopuşun düşmanın kucağına mı, yeni bir siyasal hareketin zemini olmaya aday bir altyapı mı orası henüz net değil.
Çünkü, Kuzey kurdistan'da bu kitlelere yön verecek, bu kopuşu kucaklayacak başka bir Kurd siyasi yapılanma eylem alanında görünmüyor. Olanlar da bu görevi yerine getirmekten, bu boşluğu doldurmaktan uzak.
PKK, Kendini bu durumdan kurtarmak ve dikatleri dağıtmak için, yeniden toparlanma evresinde saldırganlaşabilir. Bazı Kurd şahsiyet ve siyasi yapılanmaları hedef seçebilir. Bu konuda sonderece duyarlı olmakta yarar var. Çünkü henüz bu olup biten şeyleri kavrayan-değerlendiren mantık işbaşında değil. Yaptığı her şeyin yanına kar kaldığı dönem, bitmiş. Ama, ipleri kurdlerin elinde olmayan bir eli silahlı gücün kime ve nerde nasıl kendine vazife çıkaracağı net değil. Kamişlo ve Amud'ta kitleleri tarar ve kurdistan bayrağı yakarlar, güneyde kurdleri kaçırıp, işkenceden geçirip, infaz ederler.
Dönem susma ve sineye çekme dönemi değil. Önümüzü görmek için, hesap verme sorumluluğundan uzak bir yapıyı sağlıklı değerlendirmeye ihtiyaç var.
06.12.2016