Leyla- bir sabah vakti doğanın rengârenk güzellikleri arasında yürüyüş yapmak istemişti. Şunun olurları ya da öbürünün karşıt olmazlarının kemirip bitirdiği beynini dillendirmekti amacı. Sevdalara uğur getiren Ağustos böcekleri, özgürlüğü sembolize eden kelebeklerin, bir başka canlının midesine yem olmama refleksleriyle daldan dala uçuşan kuşların, doğanın harmanından alabildiğini toplayarak kışa hazırlık yapan karıncalarla buluşmak iyi gelecek diye yola çıkmıştı.
Kesik bacağın protezini çıkartıp yere koymuş, yaprağı sağa sola savrulmuş bir ağacın gölgesinde derinlere dalmış birisi Leyla'nın dikkatini çekmişti. Tanımadıklarına yakınlaşma tutukluğunu özgürleştirip merhaba deyip yanına oturmak istemişti. Ağacın gölgesine oturan Baran ise, Güneşin sıcaklığıyla rüzgârın oyuncağına dönüşen çiçekleri eliyle okşarken Başını arada bir kaldırıp sitem edercesine güneşe öfkeyle bakıyordu.
Kim bilir belki de hem yaşatıp hem yok eden sensin diye güneşin şahsından başka yerlere göndermelerde bulunmak istiyordu Baran! Ya da sitemden ötesi bir edayla yaşatıp ve yok eden güneşin kaypaklığını sorgulama niyetindeydi. Leyla O’na hiçbir yaşamışlığın boşa gitmediğini, bir bacağınla bile değer bilenlerin sofrasında değerli olabileceğini anlatmaya niyetlenmişti. Ama derinlikli düşünüşüyle patlamaya hazır duygusal dünyasına zararım dokunur diye vazgeçmişti.
Leyla her ne kadar bir başka insanın gizemli dünyasının bahçesine dalmanın kolay olmadığını düşünmüşse de. Meraklanan beyni ve sızlamaya tutuşan yüreği “haydi durma bu insanın gizemli dünyasına dal” diyordu.
Baran mırıldanarak kendisiyle konuşuyordu. Belli belirsiz de olsa Leyla'nın kulağına yansıyanlar Leyla’ya merak sarmasına yetiyordu.
Yol aldığım istikametler tuzaklanmış patikalarla doluydu diye doğanın varlıklarıyla sohbete dalmıştı Baran. Yollar dar ve engebeliydi. Sendelemelerle hayatın tüm normları alabildiğince anormal bir hale dönüşüyordu. Atılan her adım, ne hikmetse bir başkasının ördüğü olmazların duvarına tosluyordu. Ama yine de kendime olan güvenimi, beynimle barıştırıp uyum sağlamaya çabalıyorum diye doğaya dert yanıyordu.
Birileri ısrarla sağdan soldan gelecek darbeleri küçümser göstererek, varlığımızı bir başkasının çıkarına kurban edildik diyordu. Ama buna rağmen, inandığım değerlere inancımla “haydi az kaldı biraz daha sabır” diye hep kendimi motife ediyordum. Leyla ise, kesik bacağın protezini önüne koyup doğanın masum varlıklarıyla Baran’ın her mırıldandığın da Leyla’nın düşünsel dünyası altüst olurken, yanına oturma hırsına yenik düşüp yanına oturmuştu.
Baran karıncaya başını çevirerek, şu halimle neyi nasıl yaşadığımı merak mı ediyorsun dercesine gözleri Leyla ile göz göze gelmişti. Oyuncaksız büyüyen Kürt çocuğunun çocukluğunu yaşıyorum demesiyle, Leyla’nın vicdanı aklıyla kavgaya başlamıştı bile.
Kolu bacağı kesilmiş, yüzü gözü parçalanmış binlerce kişinin varlığından haberi olan kaç kişi var dercesine! Bakışlarını Leyla’ya kilitleyerek, sitem dolu öfkesini adresi belli yerlere mesaj yollamak ister gibiydi.
Kolunu, bacağını ve gözlerini kaybedenlerin sayısını sorsan bilen birkaç kişiden öteye geçmez diyerek. Sitemlerini Leyla'nın yüzüne yüzüne sıralamaya devam ederek ne yapıyorlar ne gibi sorunları var diye etrafa sorsan eğer. İnan ki bu soruya muhatap olanın omuzlarını silkelemekten başka söyleyecek bir şeyleri olmaz! Biliyor musun bir tek doğru olduğunu hep söylerler. Oysa doğrular o kadar çok ki! Kimi doğrular var ki; bir başkasının doğrularının üzerine ağır bir yük olarak çöker.
Leyla bacağın protezini önüne koymuş, Baranı dinlemek yerine, oda Baran gibi kendi kendisiyle konuşma moduna geçmişti. Leyla kendi kendine “evet bu benim doğrumdur” dediğinle şekillenen duruşun bir başkasının doğrusuna öyle bir meze olabiliyor ki! Gerçeklerle yanıp tutuşan yüreğinin yanık kokusu öyle bir ağır oluyor ki! Gök kubbenin yedinci katını bile kokusuna boğdurmaya yeterli olabiliyor.
Binbir emekle döşediğiniz yolun ucu Kaf Dağı'nın arkasına kaybolduğunda, bir adım ötesini görmeye hasret kalmış gibiydi Leyla! Bir ağaç dibinde oturup kesik bacağını sadece propaganda anlatımlarıyla nemalanmaya dönüştürenlere öfkesi artmıştı. Leyla’nın yüreği öyle bir yanmıştı ki, yanık kokusu doğanın masum varlıkları bile sersemletmeye yetmişti.
Kirli bir savaşa bacağı yem olmuş birinin yanına oturup derdini dinlemek, yüreği sağlam olanın işiydi. Oysa Leyla’nın yaş sınırıyla, yorgunluğa oynayan yüreği daha fazla dayanamayacağını biliyordu Leyla! Herkes gibi bacağı kesik Baran’a sırtını dönüp “eyvallah” diyerek ayrılmıştı.