Leyla Zerya: Feminen ve sanat dili Zazaca’nın yok olma ihtimali acı veriyor

Diaspora’daki ‘benlik’ arayışını, ebeveynleri ile Zazaca konusundaki inatçı ve ısrarlı tutumlarını, çocuk yaşta Zazaca müziğinin duayenlerinden, merhum Rençber Êziz’i, Zazaca’nın sanat dili olarak elverişliliğini ve yapısını konuştuk.

 

Ruken Hatun Turhalli 

Diaspora’da Kürtler kendilerini yeniden var ediyor. Kültür-sanat ve edebiyatta oldukça yaratıcı ürünler ortaya çıkarıyorlar. Anavatan Kürdistan’dan uzak olmasına rağmen her zaman ilham kaynağı ve sürükleyici olabiliyorlar.  Kürt diasporası böylelikle, parçalanan dört parçaya eklenen 5’inci parça niteliğinde olmaya devam ediyor. Kimlik bilincinin gelişimi, farklılığının farkındalığını oluşturması, Dünyanın herhangi bir köşesinde her geçen gün daha görünür kılıyor. Bulunduğu her yerde bir nevi çok dilli, çok kültürlü kimlikler içerisinde kendi Kürt kimliği arayışında da derinleşiyor. Yaşadıkları değişik toplumlar içerisinde de can alıcı, yaratıcı yönleriyle kabul görüyorlar. 

 Sanatçı Leyla Zerya, Zazakî müziğini anadili Zazaca lehçesinde da icra ediyor. Emek göçü nedeniyle ailesinin gittiği Almanya’da yetişiyor. Almanya’da farklı kesimlerden çocuklarla oynarken, çocukların farklı aidiyetleriyle- kimlikleriyle  karşılaşıyor. Diaspora’daki her Kürt çocuğu gibi onda da “Biz kimiz? Onların ülke sınırları ve bayrakları var, neden benim yok? Bingöl’dekiler Zazaca konuşuyor ve Zaza olarak tanınıyor, neden Almanya’da bize "Türk" diyorlar?” sorularına cevap ararken kendisini çocuk yaşta Kürtçe’nin en zarif lehçelerinden olan Zazaca müziği ile iç içe buluyor. Leyla Zerya sadece Zazaca değil, kendine özgü sesiyle Kürtçe’nin bütün lehçelerinde sanat yeteneğini geliştirebilmeyi becerebiliyor.

Diaspora’daki ‘benlik’ arayışını, ebeveynleri ile Zazaca konusundaki inatçı ve ısrarlı tutumlarını,  çocuk yaşta Zazaca müziğinin duayenlerinden, merhum Rençber Êziz’i, Zazaca’nın sanat dili olarak elverişliliğini ve yapısını konuştuk.Yine bu geniş kapsam içinde sanat alanındaki üretkenliğini tartıştık.

Aileniz Almanya’ya göç eden ilk Kürdistani kuşaktan. Küçük yaşlarda Almanya’ya giderek yerleşmek ve orada yaşamak sizde kimlik kargaşasına neden oldu mu, şayet olduysa sizde yarattığı etkiler nelerdi?

 Ailem, ben 5 yaşında iken emek göçüyle Almanya’ya yerleşti. Bizim dışımızda da aynı nedenle farklı ülkelerden de yoğun göç alıyordu Almanya. Bulunduğumuz şehir ve semtlerde Alman, Kürt, İtalyan, Türk, Rus ve Bosnalılar bir arada yaşardık. Türkiye’den geldiğimiz için resmiyette Türk olarak kabul görüyorduk. O yaşlardaki çocuklarda kimlik aidiyet duygusu pek yaşanmazdı. Yaşanmışlıklar, yaşatılanlar kimlik sorgulamasına ve arayışına neden olana dek bu böyle devam etti. 8 - 9 yaşlarında kimlik sorgulaması yaşamaya başladım. Anneme bir gün “bize Türk” diyorlar ama sen, babam, nenem, dedem ve Bingöl’dekiler Zazaca konuşuyorsunuz. Biz o zaman neden Türk oluyoruz anlamıyorum? diye sordum.  Annem bu soruma cevaben, “Biz Kürd’üz“dedi. Sonra komuşularımızı sordum çocuk aklımla. " Hangileri bizim gibi Kürtler? " Annem Zaza ve Kurmanc olan Kürtleri tek tek bana tanıttı. Ardından “Türkiye’de Kürtçe konuşmak yasak, bu nedenle aileler çocuklarının okulda ve hayatta zorlanmamaları için onlara Türkçe öğretiyorlar” dedi.

Annemin biz Kürtlerle ilgili anlatımları kafamda delice sorulara neden oluyordu. Sorularımın ardı arkası bitmezken, neden Kürt kimliği yerine Türk kimliği bize veriliyor? gibi sorularla çok meşgül oluyordum. Bir ulusu ulus yapan temel değerler aklıma takılıyor ve anneme onları da soruyordum. Sorularım daha çok Kürtlerin ülkesi ve bayrağı konusunda yoğunlaşıyordu. Çünkü tüm arkadaşlarımın onlara ait bir ülkesi ve bayrağı vardı. Bazen Kafama karşılaştırmalı sorular takılırdı: Türkiye’de dilimiz yasak, ama Almanyada yasak değil. Öyleyse neden halen ailelerimiz bizimle Türkçe konuşma ihtiyacı duyuyor? Neden biz çocuklara, Kürtçe değil de Türkçe öğretilmeye çalışıyor? Annem ile bu diyaloglarım ilk kimlik arayışımı belirledi.

Diasporada, azınlığın azınlığı konumunda olan Kirdki – Zazakî’nin korunması ve geliştirilmesi bilinci sizde nasıl oluştu? Bu yıllara dair arayışlarınız için neler söylemek istersiniz? Ne türden zorluklar yaşadınız, zorlukları nasıl aştınız?

Çocukluk döneminden gençlik dönemine evrilirken, annem ve babam biz çocuklarıyla ana dilimizi konuşmadıkları için onları suçlu görüyordum. Özelikle annemle dışarıya, alışverişlere gittiğimizde annem benimle Türkçe konuşmak istediğinde, çocuk tavrıyla oyun oynuyormuşum gibi ‘ağzıma fermuar çekerek’ konuşmak istemediğimi söylüyordum. Annem bu tavrım karşısında biraz tebessüm, birazda sevgiyle benimle Zazaca konuşarak ‘Ağız fermuarını açıp benimle konuşabilirsin’ derdi. Bu benim için bir demonstratif eylemdi, ‘Biz de varız, bizimde kendimize ait bir dilimiz var ve farklıyız’ anneme karşı eylemimde bunları anlatmaya çalışıyordum aslında. Zazaca - Kırdki'yi anlıyordum ancak, konuşmakta zorluk çekiyordum. Bilmediğim kelimeleri anneme soruyor,  bazen de çok iyi Kirdkî bilen birine soruyor öylece öğrenmeye çalışıyordum. Ancak ben ebeveynlerimin aksine, oğlum Alan ve kızım Ronîya ile hep Zazaca – Kirdkî konuştum, ilkin anadillerini iyi öğrenmeleri için çabalarken bende onlarla birlikte  dilimi daha iyi geliştirdim. “Dengê Kurdan li Duisburgê” Radyosunda Zazaca program moderatörlüğü de yapıyordum. ilk kuruluşundan itibaren 5 yıl boyunca her Pazartesi günleri programım yayınlanıyordu. Haberler, röportajlar ve daha farklı programlar sayesinde anadilim Zazaca’yı daha fazla geliştirme imkanım da oldu.

Diasporadaki Kürt kültürü – sanatı ve müzik çalışmaları, genel anlamda Kürt Kültürü -  sanatını ve müzik çalışmalarını nasıl etkiliyor? Olumlu yada olumsuz yönleri nedir, sizce? 

Diasporada, özellikle benim yaşadığım Almanya’da, resmi olarak devlet destekli, Kürt müziğini, sanatını öğretecek, geliştirecek okullar veya kurumlar olmadı. Kürt müziği ve sanatını öğrenmek ve geliştirmek çok zor ve kısıtlı imkanlar dahilinde olabiliyor. Müzik ve sanat çalışmaları lokal ve dar çerçevede kalıyor. Çocuklara, gençlere kısıtlı şekilde ulaştırılabiliniyordu. Örneğin Kürt müziğini, Dünya müziğine angaje edebilecek bir gücü yaratılamadı Kürt müziğinin. Burda sadece sanatçıları eleştirmek veya suçlamakta doğru değil bana göre. Öncelikle sanatçılarımızı uluslararası platformlarda sahiplenebilecek, arka çıkabilecek bir devletimizin olmayışı, aynı şekilde Kürt sermaye sahiplerinin sömürge ülke sanatçılarına sahip çıktıkları kadar kendi Kürt sanatçılarına sahip çıkmamaları durumları sözkonusu. Bu durumun sanatçılarımızın Dünya sanatına angaje olamamalarında, daha iyi işler çıkaramamalarında büyük bir etken diye düşünüyorum. Kürt sermayedarları, yabancı sanatçılara daha çok sponsor oluyorlar. Ve bunu bir övünç kaynağı haline getiriyorlar. Neden? Çünkü ne yazık ki Kürt sermayedarlarımız popüler müzik icra edenlere ve hatta sisteme dahil olan, piyasa müziği üretenleri daha faydacı buluyorlar. Özelikle de diasporada Kürt müziğinin ve sanatının, kimlik tanımlamasında ve ulusal ruh bilincinin gelişiminde büyük bir rolü var. Müzik duygulara çok çabuk hitap ediyor ve ulaştırılmak istenen mesajlar adreslerini daha hızlı buluyor. Önemli olan onu dejenere etmeden, bir seyleri ve birilerini taklit etmeden doğru yapabilmektir. Aksi halde yamalı bohça gibi durur. Sanat içerisinden çıktığı topluma fayda sağlayabilmelidir. Toplumun gelişimine yarayabilmelidir. Bunları başaramıyorsa zaten o sanat, sanat olamaz. Her şey olabilir ama sanat olamaz.

Kirdki – Zazakî lehçelerinde sanat yapmanın zorlukları neler? Kirdki – Zazakî dil yapısı ve fonetiği müzik ve sanatı icra etmede bir özgünlüğe sahp mi? Kirdki – Zazakî dili ve sanat yapısı sizce dişil midir, eril midir? Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kirdkî- Zazakî’de, Kurmanci veya Sorani lehçelerinde olduğu kadar kaynaklar yaygın değil maalesef. Anonim dediğimiz eserler veya onların hikayeleri çok lokal kalmış ve hatta unutulmuş. Bu nedenle bazı eserlerin nereye ait olduğunu tespit etmek çok zor oluyor. Zazaca – Kirdkî’de telafuzu, fonetiği ve hatta bazı terimler bile bölgeden bölgeye değişkenlik sağladığından, bir şarkı için söz yazarken epey zorlanıyorum. Gönül isterdi ki Zazaca dinleyicilerim şarkılarımı dinlerlerken, eserlerimin içerisinde anlamadıkları tek bir kelime dahi olmasın, hepsini kendi yöresinin şivesiyle anlasın. Bu zorluklarıyla birlikte unutmamalıyız ki şive farklılığı da zenginliğimiz oluyor elbette. Bence Zazaca feminen bir sanat dili, yok olmayla karsi karsiya kalmasi acı veriyor. Beste yaptığımda bunu fark ediyorum.

 Şarkı sözü yazarken Bingöl-Merkez Zazaca’sına hakim olduğumdan daha çok onu kullanıyorum. Fakat bazen daha iyi anlaşılıyor ve kulağa daha hoş geliyorsa, esere daha güzel bir anlam katabiliyorsa Bingöl Zazacası dışına çıkabiliyorum elbette. UNESCO, 2011'de çıkardığı ‘yok olma tehdidi altında olan diller’ atlasında Zazaca-Kırmanckî de var. Dünya üzerinde bir dilin, bir lehçenin yok olması insanlık için çok büyük kayıp ve utançtır. Bizim de payımıza düşen, elimizden geldiğince anadilimizi, evlerimizde, sanatımızda, müziğimizde, yaşamın her alanında daha çok kullanarak, yok olmasını engellemek olmalı. Gerekli önemi vermediğimiz taktirde, farkına varmadan yavaş yavaş yok olmayla yüzyüze kalacak. Hepimiz bundan sorumlu olacağız. Ben de bu kaygıyı yoğun bir şekilde yaşıyorum. Bunu engellemek için de kendi çapımda birşeyler yapmaya çalışıyorum. Bir nebze de olsa umarım ki, anadilimizin korunmasına, gelişmesine katkım olmuştur.  Bu arada şunu da ifade etmeliyim ki, Kurmanc ve Soran dinleyicilerimden de çok güzel tepkiler alıyorum. Bu da işimi yapmam konusunda daha fazla güven kazandırıyor, mutlu ediyor.

Ses tınınız çok farklı.  Özellikle mi bu tarzı tercih ediyorsunuz, yoksa sizin gırtlak yapınızla alakalı bir durum mu?  Müzik tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz?

Özel bir ses tını çabasına girmediğimi belirtebilirim. Şu an müzik icraasında kullandığım sesim, doğal yorumum, gırtlak yapımla alakalı. Bir eseri icraa ederken, anlam ve içeriği itibarı ile otomotikmen gelişen bir hissiyat ile oluyor. Böylece okuma tarzı oluşuyor bende, hepsi bu. Özel bir çaba göstermiyorum. Klasik, otantik, funk, reggae, rock ve orient ile harmanlamaya çalıştığım bir sentez diyebilirim.

 Kendi bestelerinizin yanında Kirdki – Dimilkî anonim eserleri de seslendiriyorsunuz. Yine bunu modern Dünya müzikleriyle de harmanlayarak yapıyorsunuz. Bu tarzın oluşum serüveni nasıl gelişti, anlatabilir misiniz?

Çocuk yaşlardan beri Kürtçe şarkılara ve müziğe özel bir tutkum hep oldu. Kurmanci lehçesini ağırlıklı olarak şarkılardan öğrendim. Çok klasik olacak ama çocuken büyüklerim bana şarkı söyletmek istediklerinde utanır, sıkılırdım. Çok fazla ısrar ettiklerinde dayanamaz söylerdim. Artık bu durum öyle bir hal aldı ki ailem, akraba ve arkadaş çevrem beni bir nevi eleştirerek ‘neden sesini değerlendirmiyorsun, sesin çok güzel’ derlerdi. Fakat daha o çocuk halimle ben sadece sesim güzel olduğu için söylemeyeceğim, şayet bu işe girişeceksem mutlaka kaliteli işler yaparak, daha faydalı çalışmalar yapacağım düşüncesindeydim. Aksi halde sadece sesimin güzel olması nedeniyle bu işe girişmeyi asla düşünmedim. Kürt müziğinde, özelikle anonim dediğimiz eserlerde nakarat ve kıta diye bir düzenleme yok, son yıllarda bazı sanatçıların eserlerinde buna rastlayabilirsiniz. Fakat genel anlamda neredeyse yok denilecek kadar az. Kendi bestelerimde başarabildiğim kadar bunu sağlamaya çalışıyorum.

Kirdki – Zazakî dilinin efsanevi sanatçısı merhum Rençber Êziz’le de yakın tanışıklığınız var.  Çocukluğunuzda onunla birlikte sahne aldığınız söyleniyor. Rençber Êziz’i ve sanatını biraz anlatabilir misiniz? Rençber Êziz’in Kirdki – Zazakî dilinde sanata ve müziğe yaptığı katkılar konusunda bizlere neler söylersiniz? Sizce Rençber Aziz’in emeğine günümüzde yeterince sahip çıkılıyor mu?

Rençber Êzîz’i bir kaç cümleye sığdırmak mümkün değil. Rençber Êzîz’in ismini duymak bile yüreğime hep bir hüzün ve burukluk veriyor. Bingöl’de, gelmiş geçmis böylesine yetenekli, dolu - dolu, derin, dilini seven ve Kirdkî - Zazaca eserlerini farklı bir boyuta taşıyabilen başka bir sanatçı tanımıyorum. Ne yazık ki yaşarken kıymeti bilinmedi. Yetersiz olsa da günümüzde daha çok Bingöllüler tarafından sahip çıkılıyor. Özellikle bu konuda, yani Rençber Êziz’in emeğine sahip çıkma konusunda, değerli sanatçımız Mikail Aslan gerçek anlamda örnek teşkil ediyor. Fakat ne yazık ki bizim toplumumuzda bir sanatçıya öldükten sonra daha çok sahip çıkılmaya başlanıyor, bunu da anlamakta zorlanıyorum.

Evet çocukluğumda Rençber Êziz’le üç kez sahne aldım. Evimizin bir bireyi gibi ve adeta aileden biriydi. Çok sık gelirdi evimize ve uzun süre kalırdı.  Birlikte müzik çalışmalarımız olurdu. Çok üretkendi ve Zazaca lugatı çok genişti. Dolaysıyla eserlerinden de anlaşılacağı gibi Zazaca lehçesine en hakim olan sanatçılardan birisiydi.  Rençber Êziz müthiş zeki bir insandı, müthiş bir hafızası vardı. Espiri yönü çok gelişkindi. Gözleri görmemesine rağmen bir yere gideceğimiz zaman şayet önceden gitmişse, babam arabayı kullanırken o yolu tarif ederdi ve asla yanılmazdı. Babamda her seferinde espirili bir üslupla takılır “Willay Ezîz ti kuar towê nîye (Vallahi Ezîz sen kör filan değilsin)” derdi. Sanata ve müziğe ilişkin kafama takılan konuları Kekê Rençber Êzîz’e sorardım, fikrini alırdım. Hangi konuda olursa olsun kekê Rençber Êzîz’în her zaman bir fikri, vereceği cevabı ve yapacağı bir açıklaması mutlaka vardı.

 Geceleri çok geç uyur, sabahları geç uyanırdı. Bestelerini ağırlıklı olarak geceleri üretirdi. Bazen gündüz herkes hazırken birdenbire anneme seslenerek “Abla hele bir toplanın akşam bir beste yaptım, dinleyin bakalım nasıl” diye sorardı. Hepimiz oturur yeni besteyi dinlerdik. Şunu büyük bir gururla söyleyebilirim ki Rençber Êziz popüler bir çok eserini bizim evde, annemlere dinleterek yaptı. Rençber Êziz benim için gerçek bir öğretmendi. Hayatını kaybetmesi bende derin bir üzüntüye sebep oldu. Uzun bir süre hayatını kaybetmesini kabullenemedim.  Öylesine derin bir yeteneğin bu kadar erken hayatını kaybetmesi tarif edemeyeceğim bir acı. Ne yazık ki Bingöllüler, kıymetini öldükten sonra anladılar, yaşarken verilmesi gereken değeri veremediler. “Hesreta Azadî” kaset çalışmasını benimle yapmayı planlıyordu, hatta Türkçe “merhaba” isimli eserinde benim ismim de geçiyor ve o zamanlar yorumcu ismim Şervan’dı. Kendimi o zamanlar  hazır hissetmediğim için kendisine kaset çalışmasında yer alamayacağımı söyledim. “Amacım bu işi daha verimli hale getirebilecek bir konuma gelene kadar kendimi eğitmek, ondan sonra bu işe girişmek” dediğimde “Sen yeteneğinin farkında değilsin, çocuk yaşta bu kadar Kürtçe eseri ezberleyen ve güzel okuyabilen başka birisini gösteremezsin. Güzel bir sese sahipsin ve onu şimdi değerlendirmelisin, şayet şimdi değerlendirmeyeceksen ne zaman değerlendireceksin ki sesini?” derdi. Rençber Êzîz hayatını kaybettiğinde henüz 32 yaşındaydı ve en verimli dönemindeydi. Fakat şunu da açık bir yüreklilikle söyleyebilirim ki, o 32 yıllık hayatında bize zazaca eserleriyle çok değerli miras birakarak hayatımızdan ayrıldı. Hem insani yönlerini, hem politik duyarlılığını ve hemde anadilimize sahip çıkma kültürümüzü en derin duygularımıza enjekte etti. Halen "Zazaca sanat ve müziğimizin en değerli ‘mihenk taşı’ kimdir?" diye sorulursa, hiç düşünmeden hep “Rençber Eziz’dir” derim. Bende ilk öğretmenime vefa borcum olarak “Ava Eviné” isimli albümümde  kendisini saygı ile anarak, iki eserini yorumladım.

Tanınmış Kürt siyasetçi, şair, yazar, merhum Şeyh Said’in aile bireylerinden, Şeyh Mehdi’nin 2 şiirini besteleyip, albümünüzde seslendirdiniz. Bu parçaların yaşanmış tarihi hikayelerinin olduğu biliniyor. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Evet değerli şairimiz Mehmet Mehdi Özsoy`un Zarec (Zarac) ve Gulê’mi şiiri bende memleketime olan duygularımı daha çok tazeledi. Bu iki güzel anlamlı şiirlerini besteledim ve kendisini saygı ile anarak albümüm de okudum. Değerli, Bingöllü şair Mehmet Mehdi Özsoy yazdığı şiirleri yayınlandığını göremeden 65 yaşında hayata veda etti. Kürt kimliğinin yaşadığı baskılardan dolayı, eserleri 37 yil sonra oğlu Felat, babasının Annesine saklaması için verdiği bir tomar kağıt yapraklarını, yazar ve araştırmacı Roşan Lezgîn´e vermiş. Roşan Lezgîn´in redaksiyonu ile “Dîwan” adlı şiir kitabının nihayet basılması gerçekleşti. Kendi coğrafyasını, ülkesine olan sevdasını, insanını, acıları, aşkı ve isyanı anlatan bu şiirler beni derinden etkiledi. “Zarac” ve “Gulê mi” parçaları ve şairin bütün eserleri Zazaca - Kirdkî için cok önemli birer kaynaktırlar.

Siz hem besteci, hem söz yazarı hem de icracı bir sanatçı olarak, bir eserinizin oluşum sürecini bize nasıl anlatmak istersiniz?

 Beste yapma isteği, zannedersem herkeste olduğu gibi bende de ani gelen ilhamla ilgili bir durum. Önceden planlanan ya da hazırlanan bir durum değil. Yaşananlar, yaşatılanlar ve hissedilenlerle ilintili duygu yoğunluğu. Keyifli, güzel yaşanmışlıklar ve anılar pozitif enerjiyle, neşeli ve eğlenceli bir eseri bestelemeye vesile olabiliyor.

 Besteleri ve sözleri icra ederken arkadasım ve menejerim Zeynep Isık’la çalışmalar yapıyoruz. Sarkıları yaparken müziğiyle gitarıyla bana melodi bulmakta eşlik ediyor. Zeynep bana her konuda destek veriyor. Bazen bir şiir bizi cok etkiliyor ve buna mutlaka bir sarkı yapmalıyız diyor, üzerinde günlerce çalışıyoruz. Bazen birden bir melodi buluyoruz beste için, o melodiyi hissederek sözler geliştiriyoruz ve bunlarla sarkı sözleri oluşturuyoruz. Ben onları çoğu zaman nakarat olarak kullanıyorum ve geri kalan beste sözlerine uyarlıyorum. Heceleri oturtuktan, nakarat yerleştirdikten sonra eser oluşuyor. Bazen sözler ve müzik,  bir kalemde ve birlikte ortaya çıkabilen bir eser bile olabiliyor.

 Kurmanci eserim “Dayké Rebené” yi en az 25 yıl önce yapmışımdır, söz ve müziği tamamen bana ait. Bu bestemde Halepçe katliamından, Kürt halkı ve coğrafyası üzerinde sürdürülen amansız saldırı, zulüm, katliamlar ve acılardan etkilenerek içimde büyüyen hüznümü, yasımı dile getirmeye çalıştım. Son albümümde okuduğum 10 eser Zazaca, 3 tane Kurmanci ve 1 tane Soranca. Albümün ismi de “Ava Evîné”, aynı zamanda bu eserin sözleri şair Dilek Akdağ`a ait, müziği arkadaşım Zeynep ve bana ait. Ayrıca bu parçanın sözlerini ben Türkçe’den Kurmanci’ye çevirerek yaptım. “Ava Evîné” senaryosunu Zeynep ile birlikte oluşturduk. “Payîz” klibi de Mardin’de çekildi. Her iki klip İbrahim Çelik’in kamera yönetmenliğinde, HIRA prodiksiyonun genç ama yetenekli ekibiyle çekildi. Bütün kliplerimin hikaye, kurgu, senaryo, organizasyon ve hatta bazı kliplerin kamera çekimleri  Zeynep`in çok büyük emekleriyle oldu. “Day Léro” klibi Hamburg, Bingöl ve Dersim’de Zeynep’in ve Osman Aratemur’un kamera çekimleri ve organizasyonu ile gerçekleşti. “Zarac” klibi Yücel Albayrak’ın ve Zeynep in yönetmenliği, Yücel Albayrak’ın kamera çekimleri ve Kenan Nihat Elçi’ nin desteği ile gerçekleşti. En son klipte ise merhum Hesen Zîrek´e ait olan “Lew Barana” isimli eserini seslendirdim, en son yeni klibim olarak çıktı.

Kürt müziğinin genel anlamda geldiği düzeyi nasıl buluyorsunuz?  Müziğiniz için projeleriniz ve hedefleriniz nelerdir?

Kürt müziği, maalesef Dünya müzik arenasında henüz bir yer bulabilmiş değil. Kürt müziğinin uluslararası arenada yer bulabilmesi için çabalayan, çok değerli sanatçılarımız var. Yorumladıkları eserleri “World Music” düzeyine kadar getirdikleri bir aşamada yol almaya başladılar. Fakat, Kürt müziği ne yazık ki hala Dünya çapında, özelikle takip edilme ve sevilen bir düzeye tam olarak ulaşamadı. O nedenle ürettiğimiz eserlerde bir bütünen olmazsa da yüzümüzü dünya müziğine çevirmeliyiz diye düşünüyorum. Dijital, sanal piyasada, avantajların yanısıra dezavantajlar da bir hayli yüksek. Günümüzde herşey o kadar çabuk tüketiliyor ki bu durum sanatsal anlamda üretilen ve yorumlanan eserleri de etkiliyor. Maalesef bir çoğu sadece abone ve takip sayısını çoğaltabilmek için sanat adına yapılmaması gereken bir çok şeye imza atıyor. Hatta bir çoğu sadece gündemde kalabilmek, listelerin üst sıralarında yer alabilmek için en sanat dışı yöntemlere başvuruyor. Burada üzücü olan şey, sesi ve sanatı güzel ve kaliteli olan bir çok sanatçımız ne yazık ki dijital medyada belirlenen listelerde yeterince değer göremiyor.  Çoğu zaman icra ettikleri eşsiz sanat çalışmalarına rağmen bu listelerin en altında kalıyor, hakkettikleri değeri bulamıyorlar. Sanat yönü zayıf olan bazı paylaşımlar 10 bin ve hatta 100 bin tıklanmaları bulabiliyor. Bu da iyi olmuyor elbette. Sanatı ve sanatçının yarattığı eserleri, sadece dijital medyada gerçekleşen tıklama veya beğenme ile ölçmek ne denli yerinde ve uygun olabiliyorsa artık? Tıklama nasıl başarı ölçütü olabilir ki? Sanat toplumlara bir şey katabiliyorsa ancak değerli ve anlamlıdır.

Basnews

SÖYLEŞİ Haberleri

Mustafa Aydoğan: Kürt nüfus çoğalıyor, Kürtçe konuşanlar azalıyor
30 yıl sonra tahliye olan Rojbin Perişan: Vazgeçmediğin sürece umut vardır
İstanbul Sözleşmesi, İngiltere’de yürürlüğe girdi
Mücahit Bilici: 'Kürt demokrasisinin de Kürt askeriyesine 'haddini bil' diyebilmesi lâzımdır'
Kürt korkusu Kürtlerle ilgili hak taleplerini güvenlik meselesine indirgiyor