Lozan da savaşın galipleriyle Mustafa Kemal arasındaki görüşmeler başladığı zaman, Mustafa Kemal, Dışişleri Bakan’ı İsmet İnönü Başkanlığında, Sağlık Bakan’ı Rıza Nur ve Maliye Bakanı Hasan Saka’yı görevlendirdi. Gayrı resmi olarak perde arkasında işleri organize eden kişi Yahudi asıllı Naim Nahum dur.
İsmet İnönü, Naim Nahumla görüşürken, Naim Nahum, İnönü’ye diyor İngilizler ve Fransızlar üzerinde etkili olduğunu söylüyor. İsmet İnönü ani dönüş yapar. Naim Nahum, İsmet İnönü ile sıkı ilişkiler kurar. Nahum aynı şekilde İngilizlerle ve Fransızlarla görüşerek İnönü üzerinde etki sahibi olduğunu söylüyor. Naim Nahum tek başına devreye girerek, Lozan görüşmelerini yönlendiriyor.
İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat 1923 günü başlamıştı. Haham Naim Nahum aniden tek başına Lozan den ayrılarak İzmir’e gelir ve Mustafa Kemal ile görüşür. O günlerde İngiliz delegesi Lord Gürzon, İnönü’yü tehdit ederek köşeye sıkıştırmış. İsmet İnönü tedirgindi. Özellikle Musul meselesi Gürzon’un tepkilerine yol açmıştı. İsmet Paşanın morali tamamen bozulmuştu. Kimseyle konuşmuyordu. Durmadan volta atıyordu. Rıza Nur o günlerde ki olayları uzun uzun yazmış.
Naim Nahum II. Abdülhamit olayında rol almış. Sonradan Lozan görüşmelerinde büyük etkinlik göstermiş. Türk Devleti’nin kurulması aşamasında batılı etkilerin, Türkiye’ye yayılmasına ve yurt dışında büyük görevler üstlenmiş kişidir.
Daha sonra Naim Nahum, Mısır’a gider. Mısır da Haham Başı mertebesine ulaşan Naim Nahum, Yahudi Cemiyeti’nin liderliğine yükselmekle yetinmemiş. Mısır da, Cemal Abdül Nasır’ın danışmanları arasında yer alır. Türkiye de Naim Nahum’un ailesinden bazıları halen birçok alanda ticaret yapıyorlar.
Dip not: İnönü dönemi üçüncü baskı Beybun yayınları İstanbul 1989 Sayfa: 116-117 Abdürrahman Dilipak
İnternetten aldığım yazının bir bölümüdür:
Mustafa Koç’un ölümünün ardından telefonlara o mesaj gönderildi
Habertürk yazarı Murat Bardakçı, Mustafa Koç'un ölümünün ardından cep telefonlarına Vehbi Koç'un gerçek babasının Bernar Nahum olduğunu söyleyen mesajlar atıldığını anlattı. Söz konusu iddiayı yalanlayan ve Koç Ailesi'nin Hacı Bayram Veli'nin soyundan geldiğini söyleyen Bardakçı, “'Memlekette on binlerce kişiye iş imkânı sağlayan bir aile 'Yahudi olsa ne olur, olmasa ne olur?
"Ortaya atılan palavra, şöyle: Vehbi Koç ile ortağı Bernar Nahum’un babaları Osmanlı İmparatorluğu’nun 1909 ile 1920 seneleri arasında Hahambaşısı olan Haim Nahum imiş; Haim Nahum 19. asrın sonlarında ortaya çıkan siyonist hareketin liderlerindenmiş, Lozan görüşmelerinde İsmet Paşa’nın danışmanlarından olmasının sebebi de siyonistliği imiş ve Koç ailesinin sermayesi Vehbi Bey’in “babası” Haim Nahum’un Osmanlı Bankası’dan çaldığı altınlarmış!" Yazı uzundur, baş tarafından kısa bir bölüm aldım.
Türk soluna hiç güvenmedim, halen güvenmiyorum:
1920’de Mustafa Kemal, Ankara Ulus’ta ki binayı Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak kararını veriyor. Binanın çatısında ki kiremitlerin bir kısmı kırıktır değiştirilmesi gerekiyor.
1973’te Erol Toy-İmparator kitabını yazdı. Vehbi Koç sinekli bakkaldı kortlu peynir satıyordu. T.B.M.M. Binasının çatısındaki kırık kiremitlerinin ihalesini Vehbi Koç’a veriyor. O günkü şartlarda bir kiremit’in fiyatı 50 kuruştu. Vehbi Koç bulduğu dul bir kadınla anlaşarak kiremitlerin tanesini bir buçuk liradan alıyor. Kadın evin çatısındaki kiremitleri Vehbi Koç’a satıyor. Vehbi Koç kadından aldığı kiremitlerle T.B.M.M. binasının çatısını onarıyor. Erol Toy, Vehbi Koç’un babasının kim olduğunu neler yaptığını bildiği halde babasıyla ilgili tek bir kelime yazmıyor. Mustafa Kemal, T.B.M.M. binasının, kırık kiremitlerin ihalesini başkasına değil de niçin Vehbi Koç’a verdiğini de yazmıyor. Çok ayıp.
Yaşadığım iki olay
Birinci olay: Dicle İlk Öğretmen okulunda okuduğumuz yıllarda benden bir dönem sonra olan samimi olduğum Seyithan Erol ile beraber İstanbul da öğretmenlik yapıyoruz. 1984-1985 öğretim yılında Seyithan bana dedi yakında seni bir yere götüreceğim. Tanıdığım ve güvendiğim için olur dedim. Belli bir süre sonra akşam Seyithan’la beraber Aksaray da bir içkili yere gittik. Meyhane sakindi. Bir masada üç kişi oturuyordu. Oturanlardan Arif ismindeki de öğretmendi onu tanıdım. Diğeri kendini tanıttı. Şu an adını hatırlayamıyorum soyadı Şatıroğlu idi. Dedi Cumhuriyet Gazetesinde karikatüristim. Diğer kişiyi tanımıyorum, oda kendini tanıtmadı. Oturduk rakımız geldi. Sohbet ederek rakı içiyorduk. Yakınımızda olan masada üç genç erkek ve başı örtülü genç bir kız rakı içerek sohbet ediyorlardı.
Sohbet ederken yakınımızda oturanları gösterdim. Başını örterek annesini-babasını kandıran kıza güvenmiyorum dedim. Dedi oda bizim bacımızdır. Dedim senin bacın olabilir ben onu bacım olarak kabul etmiyorum. Siyasi konuda zaten anlaşamıyorduk. Kız erkek arkadaşlarını bırakarak gitti. Tesadüfen kısa bir süre sonra 30-35 yaşlarında bir kadın ve 60-65 yaşlarında bir erkek geldiler onlarda yakınımızda oturdular. Adam yaşlıydı bir yudum rakı içiyor kalkıyor lavaboya gidiyor. Adam lavaboya gittiği zaman, kadın bakışlarıyla bize işaret veriyordu. Adını sonradan öğrendiğim Kambur Hasan’a dedim bu kadın biraz önce giden kızdan daha dürüsttür. Kadın bu adamın parasıyla rakı içerek eğleniyor. Başka bir amacı yoktur.
Kısacası Kambur Hasan sınıfsal meseleyi ileri sürdü, ben ulusal meseleyi ileri sürerek ulusların kendi kederini belirleme hakkı üzerinde konuştum. Tam 5 saat konuştuk anlaşamadık. Umudu kesilince dedi Nazım Hikmet şairdir değil mi? Evet dedim şairdir. Fakat Kürtler arsında da şairler var. Dedi mesela. Dedim Cigerxwîn bir şairdir. Dedi bir şiirini oku. Cigerxwîn’nin Ey heval Ropson şiirinden aşağıdaki parçayı okudum.
Ey heval Robson!
Ne tenê reşik ketin bin destan
Em jî sipî ne mane perîşan
Reben, belengaz, bindest,çarereş
Roj hilat, roj hilat...
Xelas bû rojhilat
Roja sor, roja zer
Ji Mosko hate der
Tava xwe da Balqan da Elman
Xwe berdaye ser Çîn, Çîn
Çîna mezin, Çîna giran
Şewqa xwe da Hind
Tev dagirt, cihan..
Dedi Türkçe açılamasını yap. Türkçe açıklamasını yaptım, ağzı açıkta kaldı tek kelime konuşmadı. Kalkalım dedi ve kalktık dışarda birbirimizle vedalaşarak ayrıldık. Birbirimizden ayrıldıktan sonra, Seyithan arkadaşıma diyor o arkadaşın iyi okumuş, olayları iyi değerlendiriyor. Milliyetçilik kokusu ondan geliyor. Benim varlığımı inkâr eden hiçbir düşünce ile anlaşamam.
İkinci olay: zaman hiç kimseyi dinlemiyor su gibi akıp gidiyor: Yıl 1990 veya 1991 olacak tam hatırlamıyorum. Bir gün Salih Şimşek bana dedi abi yarın saat 13’te mutlaka Turistik Palas oteline gel. Sordum niçin ısrar ediyorsun. Dedi Haydar Kutlu geliyor onun için sana söylüyorum. Kabul ettim. O dönemde yeni kurulan Halkın Emek Partisi’nin Diyarbakır İl saymanıyım. Av. Mustafa Özer il Başkanıdır. Dediği saatte Turistik Palas oteline gittim. Bahçede yer altındaki salona gittim. Tanımadığım bir kişi konuşuyordu. Divan masasında üç şık giyimli üç kişi oturmuşlardı. Kimler olduklarını bilmiyorum. Konuşan kişinin konuşması bitti. Divandakiler dediler söz hakkı isteyenler, birkaç genç ellerini havaya kaldırarak söz hakkını istediler. Konuşan gençler bir veya bir buçuk dakika konuşarak Türkiye Komünist Partisinin propagandasını yaptılar. Anladım ki gençlerimiz TKP ile ilgili üç beş kitap okumuşlar. Siyasi kültürleri çok zayıf olduğunu anladım. Gençlerin konuşması bittikten sonra divan masasında oturanlardan birisi dedi Haydar Kutlu. O anda Haydar Kutlu’yu tanıdım. Haydar Kutlu konuşmasına başlarken dedi Şeyh Said harekâtı ulusal bir harekât değildi dine bağlı gerici bir harekattı.
Konuşması bittikten sonra söz hakkını almak zorunda kaldım. Sıra bana geldiği zaman, Haydar Kutlu’ya dönerek dedim eğer doğru dürüst hareket ediyorsanız legal alanda buyurun beraber hareket edelim. Şeyh Said hareketi başladığı zaman TKP illegal bir parti idi. Genel Sekreteri Dr. Şefik Hüsnü gitti Mustafa Kemal’in yanında oturdu, her gün sahte telgrafları Moskova’ya çekti. Eğer sizde Dr. Şefik Hüsnü gibi hareket ediyorsanız sizinle bir alakamız yoktur. Otelden ayrıldığım zaman Salih Şimşek yine ısrarla dedi akşam yemeğimize gel. Akşam gittim. Divan masasında oturanlar tanıdım. Kemal Anadol, Hüsnü Okçuoğlu CHP’den istifa ederek TKP de milletvekilleriydi. O gece tanışarak samimi olduğum, Ağrılı Diş Doktoru Aziz Kaya idi. Aziz Kaya’yı halen seviyorum.