Mehmet Bayrak yazdı: Koçgiri İsyanı ve Alişer İle Zarife

Bilindiği gibi, Türkçü İttihad ve Terakki yönetimi, genişleme uğruna Alman militarizmiyle Birinci Dünya Savaşı’na girmiş , savaş sonunda yenilgiye uğramış ve bunun üzerine toprakları galip devletlerce işgal edilmişti.

 

Mehmet Bayrak

 

Bu yenilgi İttihad ve Terakki  hareketini alabildiğine geriletmiş, oluşan boşluğu bu Türkçü harekete muhalif diğer Osmanlı partileri doldurur. 1908- 1920 yılları arasında 20 dolayında demokratik Kürt örgütü kurulmuş ve bunlar 15 dolayında dergi ve gazete çıkarmaktaydılar. Bu örgütlenmeler arasında siyasi partiler bulunduğu gibi, Kürdistan Teali Cemiyeti gibi yaygın kitle örgütlenmeleri de bulunuyordu.

İşte, Osmanlı’nın bu yenilgisi ve işgalinden sonra, başta iktidara geçen Hürriyet ve İtilaf Fırkası olmak üzere, kimi Osmanlı siyasi  partileri Kürtler’le ittifaka başlıyorlardı. Sözgelimi o zaman  Selamet-i Osmaniye Fırkası adında bir parti doğrudan kendi proğramına, Kürdistan’a muhtariyet verilmesini öngören bir hüküm koyuyor. Öte yandan, Osmanlı İla-yı Vatan Cemiyeti adında yaygın örgütlenmelerden biri, yine Kürtler’e özerklik öngören bir hükmü doğrudan kendi proğramına koyuyordu. Daha da önemlisi, yine İttihad ve Terakki’den sonra ikinci büyük güç olup iktidara geçen Hürriyet ve İtilaf Fırkası doğrudan Kürdistan Teali Cemiyeti  ile ilişkiye geçerek, Kürtler’e özerklik verilmesi temelinde bir Anlaşma yapıyordu. Kürdistan Teali Cemiyeti ile Ferid Paşa kabinesi arasında  imzalanan bu Anlaşma’da aynen şöyle deniyor:

Belge

„Proğramında esasen mahalli yönetim biçimini kabul eden Hürriyet ve İtilaf Fırkası Genel Merkezi ile Kürdistan Cemiyeti arasında, aşağıdaki madde üzerinde tam anlaşma sağlanarak,  her iki taraf Tanrı’nın yardımına dayanarak ülkenin kurtuluşu ve halifeliğin haklarının korunması için ortak çalışmaya söz verirler.

Madde: Çoğunlukla Kürt halkının oturduğu memleketler siyaset olarak İslâm halifeliğine ve Osmanlı saltanatına bağlı olmak şartıyla, toplam halkın çoğunluğu tarafından seçilecek bir Emirin başkanlığı altında özerk yönetime sahip olacaktır. 20 Aralık 1918

Karesi( Balıkesir) Mebusu  Konya Mebusu  Hürriyet ve İtilaf Fırkası

Vasfi  Zeynel Abidin  Genel Merkez Mühürü

Kürdistan Cemiyeti Üyesi  Cemiyet Üyesi   Kürdistan Cemiyeti

Kürdizade Said  Mehmed Ali Mühür

              Başkan

Seyid Abdülkadir

Bu aşamada, Kürdistan Teali Cemiyeti üyeleri arasında Dersim’den şu ünlü şahsiyetler de bulunmaktadır: Vet. Dr. Colikzade M. Nuri Dersimi, Eczacı Sarıoğlu Hüseyin Hüsnü Bey, Miralay Dersimli Halil Bey, Dersimli Tıssiye Öğrencisi Necib, Sarı Saltıklı Dersimli Halil Bey, Koçgirili Alişêr Efendi, Koçgirili Alişan Bey,  Koçgirili Haydar Bey.

Kürdistan Teali Cemiyeti’nde dile getirilen kuşkulara ve tartışmalara rağmen, Cemiyet yöneticilerinin aracılığıyla Dersim bölgesinde askeri veteriner doktor olarak görevlendirilip, Koçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin organizasyonuna doğrudan katılan  Nuri Dersimi, 1952 yılında yayımlanan ünlü eserinde bile Koçgirili üyelerin isimlerini açıkça vermekten imtina ederken, Dersim katliamını yöneten Jandarma Albayı  Nazmi Sevgen,  bu isimleri  açıkça ifade eder.

Aslında, etnik ve inançsal kimliğiyle Dersim toplumunun hiç bir dönem Osmanlı yönetimleriyle bütünüyle barışık yaşadığı söylenemez. Bu gerçeklik, Jandarma Genel Komutanlığı’nca 1933/34 yıllarında basıldığını sandığımız gizliDersim  raporunda da yansımasını bulur. Raporda şöyle deniyor: „ Aleviliğin en kötü ve tefrika değer cephesi Türklük’le aralarındaki derin uçurumdur. Bu uçurum, Kızılbaşlık itikadıdır. Kızılbaş, Sünni Müslüman’ı sevmez, bir kin besler, onun ezelden düşmanıdır…Bu, o kadar ileri gitmiştir ki Kızılbaş, Türk ile Sünni ve Kürt ile Kızılbaş kelimesini aynı telâkki eder.“  (10)

Aynı Rapor’un bir başka yerindeyse, adeta hayıflanılarak şöyle denmektedir: „Eğer Yavuz’un garazı Dersim’in yalçın dağları içine girebilmiş olsaydı, herhalde Dersim’i de bugün maddi ve manevi başka bir yol üzerinde görürdük“.

Oysa, Dersim toplumu, ülke yönetiminde herhangi bir yenileşme ve özgürleşme hareketi olduğunda onun peşinde koşmaktan geri durmamıştır. Islahat (Yenileşme) Fermanı’nın yayımlanmasından sonra, bizzat Seyid Rıza’nın babasıSeyid İbrahim’ in öncülüğünde Ermeni komşularıyla birlikte İstanbul Hükümeti nezdinde yaptıkları girişim bunu gösterdiği gibi; 1908 Meşrutiyet Devrimi sonrasında Dersim içlerinden Harput’un merkezine doğru binlerce kişinin bayrak, flama ve silahlarıyla yaptıkları dayanışma gösterisi de, bunu açıkça göstermektedir.

Özgürlük“ şiarıyla ilan edilen Meşrutiyet Devrimi sonrasında Dersim’de bulunan Amerikalı gezgin Henry Riggs, bu gerçekliği şöyle ifade etmektedir:

 

1908 Devrimi’nin ülkeye Anayasal bir hükümet getirmesinden sonra, Jöntürkler, Dersim aşiretleriyle bazı taktiklerle yeni ilişkiler kurmaya çalıştılar. Öğretmenler ve siyasi liderler Dersim’e gönderildiler. Yeni özgürlüğün onların da olduğunu, onu paylaşabileceklerini onlara anlatmaya çalıştılar. Bir Kürt siyasi kulübü kuruldu. Vakti gelince bu örgütün mensupları büyük bir bağlılık töreni düzenledi. Binlercesi, uçuşan bayrakları ve omuzlarında tüfekleriyle Harput’un  merkezine doğru yeni hükümete bağlılıklarını bildirmek için yürüdüler. Bu insanlar için, artık tüm Türkiye’deki ırklara olduğu gibi kendilerine de yeni bir gün doğuyordu.“ (11)

Burada, dikkati çeken hususlardan biri, bölgede bir Kürt siyasi kulübü’ nün kurulmuş olması; diğeriyse özellikle bu kulüp üyelerinin destek gösterisi düzenlemiş olmalarıdır.

1911 Yılında yayımlanan Rusça bir başka Rapor’da da, Dersim’e ilişkin şu durum değerlendirmesi yapılmaktadır: „Daha önce ve 1909 yılında Dersim’e Türkler tarafından büyük askeri seferler yapılmış olmasına karşın, şimdi Dersim Kızılbaşlarını yatışmış saymak mümkün değildir. (…) Şimdi Dersim’de durum sakin görünmektedir; fakat Türkler her zaman Kızılbaşlar’a nefret ve düşmanlıkla yaklaşmakta, Kızılbaşlar da aynı şekilde cevap vermektedir. Bunun sonucunda Türkler, şimdiye dek Dersim’i güvenli bir şekilde geçememektedir. Kürtler ve bölge Hıristiyan halkı arasındaki ilişkiler genelde dostçadır. Daha önce olduğu gibi, Dersim Kürtleri bölge Türk yönetiminden hoşnut değildir ve Hükümetin hiç bir vaadine inanmamaktadırlar.“  (12)

Buradaki iki belirleme önemlidir. Biri, Dersim toplumunun deneyimleri sonucu Osmanlı/Türk hükümetlerine güvenmemesi; ikincisi ise Kızılbaş Kürtler ile Hıristiyan Ermeniler’in dostane ilişkiler içinde olmalarıdır.

Her iki olgunun da tarihsel ve toplumsal gerçeklikleri vardır.  Gerçekten de, 1908 Devrimi’nden hemen sonra bile Dersim’i dize getirme amacıyla bölgeye askeri harekât düzenlenmiş ve bu askeri birlikler içinde Hamidiye Alayları da görev almıştır. Üstelik bu birlikler, halka zulüm uygulamakta normal ordu birliklerinden hiç de geri kalmamışlardır.

Dersim’deki Kızılbaş Kürtler’le bölge Ermeniler’i arasındaki ilişkilere gelince. Açık ve gizli belgelerin de ortaya koyduğu gibi; bu iki topluluk arasındaki ilişkiler her zaman diğer topluluklarla olan ilişkilerden daha iyi olmuştur. Bu dostane ilişkiler devletin gizli belgelerine de yansımıştır.

Sözgelimi, bizzat M. Kemal tarafından 1925’ten sonra Şark İlleri Asayış Müşavirliği’ne atanan Prof. Hasan Reşit Tankut, o tarihten sonra hazırladığı çeşitli etno-politik inceleme raporlarında, bu yakınlığa sıklıkla vurgu yapar:

„Dersim Alevileri Ermeniler’i çok severler. Vatana ihanet etmiş, Türk kanunlarına topluca karşı koymuş âsi Ermeniler, Dersim’de bir ana kucağı bulmuştu. Bu Ermeniler, Rus ordusu Dersim dağlarına dayandığı zamana kadar esirgendiler ve sonra Rus ordusuna katıldılar ve gittiler. Bugün bile Dersim’de bir Dersimli kadar serbest ve mutlu yaşayan Ermeniler vardır.“ (13)

Tankut, gerek 1930’larda hazırlayıp yayımlayamadığı gizli „Zazalar“  araştırmasında, gerekse 1960 Askeri Darbesi sonrasında hazırlayıp yönetime verdiği Kürdistan’a ilişkin Etno-Politik İnceleme Raporu’nda; ilginç bir anekdot aktarır. Kendisi, 1913’te Mülkiye Mektebi’ni bitirerek Sivas vilayeti emrine verilmiştir. Hafik’in bir Alevi köyünde gecelediğinde, „Din ve âdetçe Dersim’e bağlı olan Koçgiri dedelerinden biri“  ile karşılaşır. Wilson ilkeleri çevresinde, Ermeniler’in statüsünün belirlenmesi ve kendilerine özerklik verilmesi için bir plebisit yapılması öngörülmektedir. Tankut, yöredeki Kızılbaş Kürtler’in eğilimlerini öğrenmek ister. Koçgirili pirin cevabı açık ve nettir: „Ermeniler’le kan ve gövde biriz, aramızda din farkı soğan zarı kadar incedir. Aliyullah, bizi hak dine çevirmiş de onun için Hıristiyan Ermeniler’den ayrılmışız.“ (Bkz. Age,s. 472)

Tankut, bu cevap karşısında şaşkına döner ve daha sonra şöyle der: „Bereket versin Birinci Cihan Savaşı patladı da bu uğursuz projenin uygulanması o zaman için mümkün olmadı. Yoksa o illerde Aleviler’in hiç olmazsa önemli bir kısmı Ermeniler’den yana oy verecekti.“ (age,s. 219)

Tankut, raporun bir yerinde de, „Zaza- Koçgiri İsyanı’nın kahramanlarını Dersim’deki seyyidler koltukluyordu ve oralarda olan bitenlerin yankıları Munzur Dağı’nda büyüyor, dalgalanıyor ve gönül duygusu yürek çarpıntısı halinde çalkalanıp duruyordu“ sözleriyle de, Dersim- Koçgiri birlikteliğine başka bir cepheden vurgu yapıyordu…

Koçgiri  İsyanı’nın İdeolog- Önderlerinden , Milli- Şair Alişêr’in Rolü

Alişer’in, gerek Koçgiri gerekse Dersim olaylarındaki önemli işlevi, gerek Kürt kaynaklarında, gerekse Türk kaynaklarında açıkça ortaya çıkmaktadır. O, çok yönlü olarak bu hareketlerde rol oynamıştır. Bir kez, daha 19. yüzyılın ikinci yarısında Dersim hareketine yön veren Seyid İbrahim’ in oğlu Seyid Rıza ile yakın bir ilişki ve diyalog içerisindedir.

İkincisi; Türk kaynakları salt ticaret amacıyla ilişkilendirse bile, olayların içinde yaşayan Dr. Nuri Dersimi’ nin de belirttiği gibi, „Alişêr, daha 1914  Dünya Savaşı’nda, Kürdistan’ın özgürlüğünü sağlamak amacıyla, Erzincan’a kadar gelmiş bulunan Rus Ordusu’na katılmış; Koçgiri, Sivas, Malatya ve Dersim bölgelerinin Kürt temsilcisi sıfatıyla, Rusya koruması altında özerk bir Kürdistan yönetimi kurulması için çalışmıştır.“ (14)

Yine, Alişêr’in Birinci Dünya Savaşı sonlarında, yönetimindeki birliklerle Ovacık’ı basarak, burada bir Kürt yönetimi kurduğunu görüyoruz. Osmanlı yönetimi, bu hareketi bastırma görevini, o tarihlerde Hamidiye Alay Komutanı, daha sonra Kürt ulusal hareketinin önderlerinden biri olarak gördüğümüz Cibranlı Halit’ e verir. N. Dersimi, bunun tutumuna ilişkin ilginç notlar aktarır.

Bu arada, Alişêr’in, 1918 yılında Ermeni lideri Murat Paşa ile Kürdistan’ı ve Ermenistan’ı ilgilendiren konularda görüşmeler yaptığı, ancak sınırlar ve Kürdistan’ın statüsü gibi konularda anlaşmaya varamadığı görülüyor. (15)

İşte, tam böylesi bir ortamda Koçgiri başkaldırısı patlak verir. 1915’teki Ermeni katliamıyla, Ermeni sorunu görünüşte çözülmüş; ancak Kürt sorunu tüm  yakıcılığı ve karmaşıklığıyla devam etmektedir.

Kürt örgütleri içindeki gençlik kesimi ile Bedirhanlar öncülüğündeki  Kürt Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti  bağımsızlık düşüncesini savunmakta; Seyid Abdülkadir liderliğindeki Kürdistan Teali Cemiyeti  bu düşünceye karşı çıkarak, „Türkler’in bu düşkün zamanında onlara darbe vurulmasının Kürtlük şiarına yakışmadığını“  ileri sürerek, zaten Osmanlı Hükümeti’nin Kürdistan’a muhtariyet vermeyi kabul ettiğinden hareketle, beklenilmesini öneriyordu. Dersim ve Koçgirililer, bu ikilem içinde başkaldırmışlardı. Bir yandan, Kürt Teali Cemiyeti ile İstanbul Hükümeti arasında yapılan gizli anlaşmada öngörülen statüyü talep ederken; bir yandan Sevr Antlaşması’nın 62/64. maddelerinde öngörülen „özerklik“ statüsünü gündeme getiriyor, öte yandan Koçgirililer’in yoğun olarak yaşadıkları Zara, Koçgiri, Divriği, Refahiye, Kuruçay ve Kemah kazalarının bağlı bulunacağı bir vilayet oluşturulması ve yönetimine yerli Kürtler’den birinin atanması isteniyor ve  tüm bu öngörü ve  talepler, hem Kürt aydınlarının anılarına hem de resmi Türk kalemşörlerinin  makalelerine yansıyordu.

Hem de, Kürt taleplerini içeren bu muhtıralar, çoğunlukla hareketin doğrudan ortasında yer alan  Nuri Dersimi gibi aydınların ve Alişêr gibi lider-şair halk önderlerinin kaleminden çıkmıştı. Daha önce bu konularda Kürt cephesinden ilk bilgileri veren Nuri Dersimi’nin Dersim ve Kürt Milli Mücadelesine Dair Hatırat’ ını (Ank. 1992) ve Kadri Cemilpaşa’nınDoza Kurdistan adlı önemli hatıra kitabını notlayarak yayımlamış (Ank. 1992) ve Dersim katliamında bizzat bulunmuşJand. Alb. Nazmi Sevgen ile olayların içinde bizzat bulunmuş muhbir- gazeteci/yazar Niyazi Ahmed Banoğlu’ nun konuya ilişkin yazıdizilerini ilk bilince çıkarmış bir araştırmacı olarak bizim bu noktada yapmak istediğimiz; gerek Koçgiri, gerekse Dersim hareketlerinin yeniden bir irdelemesini yapmak değil; Evin  Çiçek’in deyişiyle „edebiyatçı, öğrenci yetiştiren sanatçı, diplomat, askeri örgütleyici, önder-aydın“ kimliğiyle Alişêr ve eşi Zarife’in hareket içindeki kimliği üzerinde durmaktır. Kaldı ki, resmi kalemşörler bile onu „Dersim erkân-ı harbı ve milli şairi“  olarak nitelendirmektedirler.

Koçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketi üstüne kapsamlı bir çalışma yapmış olan  Evin Çiçek, bir çift olmaktan öte birer „yoldaş“ olan ve birbirlerine „heval“ ve „hevalê“ olarak hitap eden bu ikiliyi kısaca şöyle tanıtmaktadır:

„Sanatı ve savaşı birlikte işleyen insan Alişêr ve bugün de yaşamıyla Kürt kadınınca örnek alınan Zarife Hanım, 1882’de Azgêr köyünde dünyaya geliyor. Hesenanlar’dandır. Sivas’ta öğrenim görüyor. Bir süre Mustafa Paşa’nın kâtipliğini yapıyor. Kâtipliğinden dolayı Koçgiri’deki aşiretler arasında tanınan, sevilen bir insan oluyor. Otorite sahibidir. Koçgiri ve Dersim aşiretleri arasında birlik oluşturur. Akrabası olan Zarife ile evlenir. Kürt dili üzerinde çalışması olmuş.Beyitleri ve sazı ile halk arasında birliği ve ülke sevgisini işler.“ (16)

Özetle, Ozan Telli’nin dediği gibi;

Devrim ateşinin rüzgar soluklu körüğü

Bir topak köz gibidir yüreği

Eli yazandır

Dili ozandır

Kavgamıza sevgimize

Türkü düzendir.

Şimdi, Dersim katliamı aşamasında Alişêr ve eşi Zarife’ yi maşaları yoluyla katlettiren, Alişer’in kesik başının resmini çekip, birçok resimle birlikte ilk kez yayımlayan ve bir sandık dolusu kitap ve defterine elkoyarak Genelkurmay’a gönderen Jnd. Alb. Nazmi Sevgen’in, onların katlinden 13 yıl sonraki anlatımından  izliyoruz (Biz, konunun rahat izlenebilmesi ve doğru algılanması için, ara başlıklarla besleyecek, kimi kelimeleri günümüz Türkçesine uyarlayacak ve kimi açıklayıcı notlara yer vereceğiz):

Birinci Dünya Savaşı’nda

„Alişer, 9 Temmuz 1937’de öldüğü zaman  tahminen 55 yaşlarında idi. Alişer’i ilk defa siyaset ve kötülük alanında, Koçgiri Aşiret Reisi Musafa Paşa’ nın kâtibi olarak görüyoruz. Dersim bölgesinde tanınması, Birinci  Dünya Savaşı’nda Erzincan’da Ruslar’la iş yaptığı zamana rastlar. Erzincan’da Ruslar’ın et müteahhidi olarak ortaya çıkan Alişer, Rus komutanlığından, orduya sığır almak üzere yediyüz Türk altını, yanına da bir manga kadar Rus askeri ve on beygir almış, Munzur Dağlarını aştıktan sonra Ruslar’ın elinden hayvanlarını alıp ve askerlerden de üçünü esir ederek Dersim’e yürümüştür. Bu olay, esasen Türk düşmanı olan Erzincan’daki Rus komutanı Lahof’un büsbütün

Türkler’e karşı harekete geçmesine sebep olmuştur.“

Oysa, yukarda da vurgulandığı gibi, bu görüşme salt bir ticaret görüşmesi değil, aynı zamanda politik ve diplomatik görüşmedir.

Dersim’de ve Koçgiri’de

Alişer, Dersim’e geldikten sonra Ovacık’taki milis alayının kâtibi olmuş, alayın Ruslar’ı önlemek üzere Munzur Dağı bölgesine hareketinde beraberinde gitmiş, bir süre de Sebil Baba Dağı’nda kalmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Koçgiri’ye dönen Alişer, eski görevi olan Koçgiri Aşireti Reisi Mustafa Paşa’nın oğlu Alişan Bey’ in kâtipliğini yürütmüştür. İşte Alişer’i burada, memleket ve devlet aleyhindeki hareketlerin başında bir beyin adamı olarak görmek üzereyiz. Alişer’i, Koçgiri Aşireti Reisi Mustafa Paşa, kendisinde bazı yetenekler görerek yetiştirmiş, onu özellikle sık sık Dersim’e göndererek, Dersim aşiretleri üzerinde etkili ve faal olmasını sağlamıştır.

Alişêr’in Kişiliği

Alişer; zeki, karıştırıcı ve cesurdur. Çok güzel Türkçe okur, yazar. Dersim’de elimize geçmiş birçok siyasi ve yergi şiirleri vardır. Kendisine bu bölgenin kurtarıcısı süsünü vermiş, daima öyle görünmek istemiştir. Onda Kürdlük fikir ve emelleri (bilinci ve hedefleri) de vardır. İşte, bu fikir ve emellerdir ki, Büyük Savaşın ardından imzalanan silah bırakışması üzerine Alişer’i, bütün kirli ve karıştırıcı amaçlarıyla ortaya çıkarmıştır.“

Alişêr, çok güzel Türkçe okuyup yazdığı gibi, Kürtçe de okuyup yazmaktadır. Hatta, Kürtçe yazdığı kimi şiirlerini, bölgede Kürtçe bilmeyenlerin de rahat anlaması için Türkçe’ye çevirmiştir. Çünkü bölgede, özellikle Sivas- Malatya hattında çoğu Alevi Kürt kökenli topluluklar, hayvancılığı bırakıp tarım için erken yerleşime geçtikleri için, Kürtçe’yi unutup Türkçe konuşmaya başlamışlardır. Bu durum, bölgeyi gezen 19. yüzyıl gezginlerinin de dikkatinden kaçmamıştır.

Sevr Antlaşması ve Dersim Kürtleri

Sevr Antlaşması’na, Kürtler’in çoğunlukta oldukları yerlere „özerk“ yönetim verileceği doğrultusunda bir madde konulmuş olması Kürtler’i  ümitlere düşürmüştü. Bu sırada, Koçgirili Mustafa Paşa’nın oğlu Haydar Bey İstanbul’a giderek Kürd Teali Cemiyeti’ne girmiş, Koçgiri’ye dönüşünde Ümraniye’de örgütün bir şubesini açmıştı. Şubenin başkanlığını da yürüten Haydar Bey, Dersim’deki aşiret reisleriyle diğer seçkin kimseleri, Koçgiri’nin ileri gelenlerini derneğe kaydetmiş; Kürt isteklerine ilişkin eserlerle birlikte, örgütün yayın organı olan Kürtçe  Jin  gazetesini de getirterek, işe bu noktadan hız vermişti. İyi bilmek  gerekir ki, Haydar Bey bu işleri yapacak, başarabilecek bir adam değildir. Perdenin arkasında Alişer vardır; asıl etkin ve yönlendirici olan odur.“

Dersim’de Çalışmalar

„Nihayet Alişer’i, 1920 yılı Mart’ında, gerçek siyasi kimliğiyle Dersim’de Ovacık ve Hozat’ta halkı harekete geçirici konuşmalar yaparken görüyoruz. Yanında Refahiye’nin Şadilli aşireti reisi Paşa Bey ve arkadaşları vardır. Alişer, bu cüreti Kürdistan Teali Cemiyeti Reisi Abdülkadir’den almıştır. Çünkü Dersim’e gelmeden  bir süre önce, Koçgiri’nin Armudan köyünden Mıgırdıç isminde bir Ermeni’yi özel olarak İstanbul’a göndermiş, bu yolla Seyid Abdülkadir’den talimat almıştır.“

Doğan Munzuroğlu, Alişer’in ve Zarife’nin anısına adadığı, „Dağlara Şecere Yazan Adam“  konulu yazısında;  Alişer’in eşi Zerife ile birlikte bu aşamada yaptığı çalışmaları  mahalli anlatımlara dayanarak aktarır ve ilginç anekdotlar verir: „Öndeki atın üstünde Alişer’in yeğeni vardı. Uzun baylu, güzel giyimli biriydi. 40 yaşlarındaydı. Belindeki tabanca dışında silahı yoktu. İkinci atlı Zarife’ydi, çapraz silahlıklıydı. Omuzunda mavzer vardı. Geleneksel kıyafetli, uzun boylu, güzel bir kadındı. Yüzü yuvarlak, gözleri büyüktü. Üçüncü atlı Alişer’di. Orta boylu, hafif sarı sakallı, güler yüzlü, kendine güvenen ama alçak gönüllü bir edası vardı.“ (17)

Bu çalışmalar sırasında, Alişer, beş yıl sonra idam edilecek olan Dersim mebusu Hasan Hayrı Bey’ le de karşıkarşıya gelir ve şunları söyler:

Ağalar, demir tavında dövülür. Osmanlı hanedanlığından birçok milli devlet çıktı. Çağ milli ayaklanmalar çağıdır. Kürtler milli benliğe sahip değil de Türkler çok mu sahip? Allah’ın izni keremiyle, biz de akıllı davranırsak bağımsız bir devlet olarak çıkarız. Siyasette acımak yoktur, akıl vardır. Biz kimseden birşey almıyoruz, her milletin hak telakki ettiğini talep ediyoruz. Hasan Hayrı Efendinin söylediği belki başka bir toplum için doğrudur. Ama İttihad ve Terakki’nin mirasçılarıyla çuvala girilmez. Hayrı Efendi’nin Cumhuriyet’e bunca hizmetinden sonra korkarım ki benim  gibi bir âsiyle Hayrı Efendi’nin sonu aynı olsun. Bunlar için en iyi  Kürt, ölü Kürt’tür…“ (agy)

Anlatımlara göre, bu görüşmede, Alişêr dışında, eşi ve yoldaşı Zarife, Baytar Nuri, Feratu aşiretinden Cemşi, Axuçan aşiretinden bir pir ve Hasan Hayrı Bey vardır. Görüşmenin bitiminde, Zarife’nin Alişêr’e dönerek şunları söylediği ve görüşmeyi noktaladığı aktarılır:

„Havalêmın; anlaşılan o ki hepimizin kendi doğruları var. Belli ki herkes kendi yolunda yürüyecektir. Dileğim o ki, ileride karşılaşacağımız yer Dersim’in selameti olsun. Biz kendi yolumuzu yürüyelim. Kanımca bu müzakerenin devamında bir fayda yoktur. Gelecek, erken davrananın olacaktır. Bizim daha çok yürüyecek yolumuz var, kalk gidelim.“ (agy)

Alişêr’in Dili

Alişer, Dersim’deki konuşmalarını Türkçe yapmıştır. Dersimliler ve Koçgirililer (Zazaca) konuşurlar. Fakat aralarında lehçe farkı vardır. Bu sebeple Koçgirili Zaza, Dersimli Zaza’nın söylediğini anlayamaz. Alişer, Kürtçe de yazmış, şiirler söylemiştir. Bunlar da aynı sebeple Dersim’de yer tutmamış, okunamamış, bellenememiştir. Bunun içindir ki, Alişer’in  düşünsel çalışmaları Dersim’i çorak bulmuştur.“

Nazmi Sevgen’in  söylediklerinde kuşkusuz birçok yanlış var. Bir kez Dersim’in ve Koçgiri’nin tümünde Zazaca konuşulduğu doğru olmadığı gibi; eyalet bazında alındığında Kurmanci konuşanların sayısı belki daha da fazladır. Koçgiri’de de ağırlıkla Kurmanci konuşulmaktadır ve Alişêr de şiirlerini Türkçe ve Kurmanci lehçesinde yazmıştır.

Dersim katliamının resmi tanıkları niteliğindeki Nazmi Sevgen, Hasan Reşit Tankut ve Niyazi Ahmet Banoğlu gibi kalemşörler, Kürt dili ve lehçeleri üzerinde de rahatlıkla fikir yürütmektedirler. Hele Tankut’un, 1960 İhtilali sonrasındaki bir gizli raporda dile getirdiği şu görüş gerçekten ilginç değil mi?

„Bugünkü Türkiye topraklarındaki Kürt topluluğunda, birbirine ayrı iki unsur vardır: 1- Kurmanç, 2- Zaza… Zazalar’ın bir kısmı da her ikisine de zıt olan Dersimli Aleviler’dir.“ (18)

Diplomatik Çalışmalar

Alişer, kışkırtıcı sözleriyle Ovacık ve Hozat’ta beklediği ilgi ve eğilimi bulamamıştır. Dersim denizinde fırtına, ancak kendi reislerinin işaretiyle kopar. Zaten Dersimliler daha önce, büyük devletlere telgraf çekerek Osmanlı Hükümetinden ayrılmak istemediklerini bildirmişlerdi. Alişer, buna da bir sebep

bulmakta gecikmedi. Denildi ki, Osmanlı memurlarının etkisiyle, Dersimliler gerçek amaçlarını ortaya koyamamışlardır. Amaçları, bağımsız Kürdistan Hükümetine katılmak ve onun özünü teşkil etmektir. Alişer tarafından bu doğrultuda hazırlanan muhtıra, Kürd Teali Cemiyeti aracılığıyla büyük devletlere gönderildi. Ne garip tecellidir ki, bu sırada Koçgiri aşireti reislerinden Alişan Bey, Refahiye kaymakamlığı vekaletinde bulunuyor, kardeşi Haydar Bey’ in ve özellikleAlişer’ in siyasi çalışmalarından sanki habersiz, onlarla tamamen ilgisiz bulunuyordu.“

İsyan Düşüncesi Genişliyor

 „Alişer’in Dersim’de ektiği ayrılık tohumları bu sırada filiz vermeğe, etkisini göstermeye başladı. Sözgelimi, Ovacık kazasının Tarpazin nahiyesi eski müdürü Mustafa Ağa, Kemah köylerine gelerek asker toplanmasına Padişah’ın emri olmadığını, Dersimliler’in asker vermeyeceklerini, Kemahlılar’ın da vermemelerini tenbih etti ve bunu gerçekleştirmeye çalıştı. Artık isyan düşüncesi genişlemişti.“

Bu ortam, Ozan Telli’nin dilinden Koçgiri Destanı’ na şöyle yansıyacaktır:

Ezeli bir türkünün ezgisinde esriktir canlar

Gebedir sancılı günler

Ve geceler

Karanlık bir diş ağrısı gibi zonklamaktadır.

(…)

Muhtıra varınca Ankara’ya

Hükümet hemen

Dersim’e Elaziz’den

Öğüt Kurulu yolladı.

 

Batı Dersim’ e Öğüt Heyeti

 „Elazığ Vilayetinden, Batı Dersim aşiretlerine bir öğüt heyeti gönderildi. Heyetin gidişini, bir zayıflık göstergesi sayanŞeyh Hasanlı ağaları, giden heyete karşı çok soğuk davrandılar ve şu yolda cevap verdiler:

( Sevr Antlaşması gereğince Elazığ, Diyarbekir, Bitlis, Van vilayetlerinde bağımsız bir Kürdistan kurulması gerekiyor. Bu kurulmalıdır. Aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle alacağız.) dediler. Birkaç bin Dersimli’nin Sivas Vilayetine hücum ve orayı işgalden sonra Ankara üzerine yürüyeceklerini ifşa eylediler. (Siz Ermeniler’e yaptıınz, biz de size yapıyoruz. Dersim aşiretleri geliyor. Sivas’ı işgal edeceğiz ve sonra Ankara’ya gidip milli hükümeti – buna Kongre diyorlardı- devireceğiz) dediler.“

Alişêr’in  Dersim’e Geçişi

„Koçgiri olayının başlangıcında Alişer de, efendisi Alişan Bey gibi yine Dersim’e geldi.  Çünkü Koçgiri hazırdı. Koçgiri ile birlikte Dersim’i de hazırlamak ve ortaklaşa harekete geçmek gerekiyordu… Nihayet Alişer, amacına ulaşmış ve isyancıların üstünlüğüyle sonuçlanan olaylar zinciri birbirini izliyordu… Tüm bu olup bitenlerin gerçek sorumlusu ve yöneticisi Alişer’dir… Nihayet mevcudu 500’ü bulan ve Alişer’in komutasında bulunan milis kuvvetlerini, 14 Mart 1921’de Ümraniye’ye yürürken görüyoruz. Alişer’in peşine takılanlar Dersim’in yardımcı kuvvetleri, Koçgiri’nin merkezine doğru yaklaşmaktadır.

Dikkat çekicidir ki, isyancıların Büyük Millet Meclisi’ne çektikleri telgrafta Alişer’in de imzası vardır. Kendisine çok cazip bir sıfat eklemiştir: Sâdattan Alişer. Telgraf Alişer’in kaleminden çıkmıştır. Böyle siyasi ve anlamlı yazılarda yeteneği vardır.“

Alişêr’in, Türkçe- Kürtçe karışımı ünlü „Koçgiri Türküsü“  bu ortamda yazdığı anlaşılmaktadır:

Koçgiri başladı harba

Sesi gitti şarka garba

Bir ordu asker geldiler

Dayanamı bu darba

 

Dılo yeman yeman yeman

Çiyan gırto berf û duman

Me ra bişin Şah-i Merdan

Ew dermanê hemû derdan

 

Ovacığın aşireti

Zapteyledi memleketi

Geriden imdat gelmedi

Hozat çekmedi gayreti

N a k a r a t

 

Kürdistan’ın orduları

Kahrettiler barbarları

Vatan için öleceğiz

İstemeyiz Moğolları

N a k a r a t

 

Yemin edenler elmaya

Zülfikâr-ı Murteza’ya

Geriden teller çektiler

Biz uymayız eşkıyaya

N a k a r a t

 

Seyid Rıza’nın Yanında (1921-1937)

„Nihayet Devlet, 24 Nisan 1921’de Koçgiri olayını yerinde söndürmüş, Alişer de kendisini kurtararak Dersim’e sığınmıştı. Dersim’e  kaçış tarihi olan Nisan- 1921’den ölüm tarihi olan 9 Temmuz 1937 tarihine kadar, onaltı yıl boyunca hiç bir siyasi faaliyette bulunmamış, fakat o tarihten itibaren, sonradan idam edilen Seyid Rıza’nın yanından ayrılmamıştır. Bu nedenle, onu yine maskelenmiş olarak Seyid Rıza’nın arkasında görüyoruz.  Bu sırada fırsat buldukça, gizliden gizliye halkı  yönlendirmekten ve eğitmekten geri durmamıştır. Onun Dersim  konusunu işleyen şu şiiri, bunun açık bir örneğidir:

Gönül gel gezelim Munzur Dağını

Ne hoş memlekettir ili Dersim’in

Seyran eyleyelim Sultan Dağını

Ne hoş çiçektir gülü Dersim’in

 

Nice Padişahlar geldi cihana

İli almak için düştü gümana

Her birin bir çeşit atmış bir yana

Kesilmemiş kıyl u kali Dersim’in

 

Arslanlar yurdudur tilkiler girmez

Gerçekler sırrıdır akıllar ermez

Evliya gülüdür zâlimler dermez

Ona bağlıdır yolu Dersim’in

 

Merdan-ı Hüdaya kim ki yaklaşır

İmdada kavuşur, hemen ulaşır

Cuşa gelir, şimşek gibi savaşır

Etrafı yıkar seli Dersim’in

 

Aşâir cömert Hakkın rahına

Sultan Munzur durmuş kıblegâhına

Sultan Baba derler onun Şahına

Atılır topları beli Dersim’in

 

Taki’nin Şeyh Ahmed cedd-i âlâsı

Seyyid’le Şeyh Hasan onun binası

Şükür Hakka geçmiş onların duası

Cümleye üstündür êli Dersim’in.

 

Alişer,  silah bırakışması günlerinde Koçgiri’den Dersim’e geldiği zaman yeni oluşturulan milli hükümeti karalamak için şöyle birkaç mısra da uydurmuş; bunu bir süre elindeki sazına da söyletmiştir:

Ayağımda kundura

Gittim, düştüm tandura

Padişahın haberi yok

Bunu eden Kongra“

Alişêr’in, içinde (Aslanlar yurdudur tilkiler girmez/ Gerçekler sırrıdır akıllar ermez/ Evliya gülüdür zalimler dermez/ Ona bağlıdır yolu Dersim’in)  yolundaki sözleri; bu tür resmi ideoloji mensuplarının yazı dizilerinde suç kanıtı olarak gösterilir. Bu ve benzeri şiirleri suç kanıtı gibi gösteren bir başka yazı dizisi de, Niyazi Ahmet Banoğlu’ nundur. Dersim katliamı sırasında bölgeye „gazeteci“ olarak giden Banoğlu, Sevgen’den bir yıl sonra 1951 yılında yayımladığı „ Dersim İsyanının İçyüzü“  başlıklı yazı dizisinde; öncekinden yararlandığı gibi kendisi de kimi katkılarda bulunur.

Kaatili Zeynel’in Anlatımıyla Alişêr

Muhbir-gazeteci kimliğiyle, Alişêr’i katleden Zeynel ve Rehber’le poz veren bu  resmi kalemşör, „Dersim’in Erkânıharbi Alişer’i Öldüren Zeynel Neler Anlattı?“  başlıklı bölümde, şunları anlatıyor:

„Alişer’in olumsuz çalışmaları yıllarca devam etmiştir. 9 Temmuz 1937 yılında, gene Dersimli bir düşmanının kurşunuyla canveren Alişer, Dersimliler için gerçekten bir kuvvetti. Okuma yazmasından başka müthiş zekasıyla kabileleri birbirine katmak, sonra müstakil bir Dersim kurmak gibi hayallerle binlerce günahsız insanın ölümüne yolaçmış ve hükümeti yıllarca uğraştırmıştı.

Alişer’i öldüren Zeynel, Dersim’in tipik bir siması idi. Heykel gibi bir vücudu, yılmaz bir cesareti vardı. Bu haberi alır almaz Szeynel’i aradım. Tam bir Türk tipi olan bu dağ adamı, ilk defa ayna görüyor, ilk defa medeni bir şehre geliyor, elektriği görüyordu.

 

–         Zelnel, Alişer’i nasıl öldürdün?.. diye sordum.

–         Kurşunla vurdum, sonra başını kestim, dedi.

–         Neden yaptın bu işi?

–         Fena mı yaptım. Dersim’i kötülükten kurtardım işte…

 

Zeynel, hükümete yaranmak için değil, muhakkak ki eski bir intikamını almak için yapmıştı fakat sebebini söylemekte bir menfaat görmediği için söylemiyordu.“(19)

Yazar, dizinin bir başka bölümünde de, Zeynel’i Elazığ’a geldi zaman, yetkililerden izin alarak bir otele götürdüğünü ve kendisiyle görüştüğünü belirterek, onu şöyle tanımlıyor:

„Bakılmaya kıyılmayacak levent bir yapısı vardı. Sıktığını avuçları içinde tuzla buz haline getirebilecek olan bu pos bıyıklı, yüzünden kann damlayan Dersimli, hakiki bir Türk tipi idi. Alişer’i öldürmüştü ama Dersimliliğini bırakmıyor ve bir türlü o yaşına kadar bellediği yaşayışından başkasını kabul edemiyordu… Zeynel, pehlivan yapılı, iri fakat güzel cüsseli bir erkek güzeliydi. Kıpkırmızı kanlı yüzü, pos ve gür bıyıklarına rağmen, dünya erkekleri arasında bir yarışma yapılsa, birinciliği mutlaka Zeynel alırdı.“  (agy)

Yazar, daha sonra, Alişer’i öldürdüğü gün Devlet tarafından kendisine 100 altın verilen bu ihanetçiye, yine de güvenilmediği için daha sonra idam edildiğini ve idam edildiği esnada, kendisinden beklenmeyen ölçüde ufaldığını söylüyor.

Yazıdizisinde yer alan  ilginç bir anekdot da, Alişêr’in kesik başının resmini çeken Albay Nazmi Sevgen’in duyguları.  Bilindiği gibi, Alişer ve karısı Zarife, 9 Temmuz 1937 Cuma günü, Kafat köyü yakınlarında barındıkları bir mağarada, Zeynel, Rehber ve  Efendi adlı ihanetçiler tarafından öldürülür. Alişêr’in başı,  Zeynel tarafındans kesilerek Alb. Nazmi Sevgen’e teslim edilir. Gerisini, bu kesik başın resmini çekip ilk kez yayımlayan Nazmi Sevgen’den dinleyelim:

„Alişêr’in kesik başının resmini ben aldım. Fakat kesik başın resmini alırken ürperdim, tüylerim diken diken oldu. Günlerce o baş gündüz hayâlimde, gece rüyamda yaşadı.“  (Yeni İnci, Sayı: 44/ 1953)

Birçok özelliği olan Alişêr’in bir özelliği de,  şairane sezisidir. Katledilmesinden 2-3 yıl önce, Dersim’i bekleyen felaketi o diplomatik kimliği ve sanatkârane sezisiyle önceden  görmüştür:

 

Ol Yezid’in fikri Dersim’i vura

Silahlar toplanıp çöllere süre

Zâlimler, zannetme bu size kala

İnşallah bir eroğlu meydana gele

Hak yolunda intikam ala…(20)

 

Bilindiği gibi, Alişêr, bir halk lideri olmasının yanısıra, Kürtçe ve Türkçe şiir yazan önemli bir halk şairidir. Onun şiirlerinde  „azınlık içinde azınlık“ statüsündeki Kızılbaş Kürtler’in duygu ve düşüncelerini tüm çarpıcılığıyla görmek mümkündür. Daha, 1930’lu yıllarda İstanbul Konservatuarı’nın türkü derlemeleri sırasında onun  üç türküsü de taşplak yapılmıştır. Öte yandan, Nazmi Sevgen, onun Dersim’e ilişkin manzum bir destan yazdığını da bildirir…

Dersim/ Koçgiri konusunu işleyen resmi ideologların sıklıkla Alişêr’in şiirlerini saptırdıklarına tanık oluyoruz. Tankut’un, bu türden  „Zazalar“ araştırmasındaki kimi saptırmalarını, Kürdoloji Belgeleri-I  çalışmamızda göstermiştik. Bunun kimi örneklerini, Nazmi Sevgen’in yazılarında da görüyoruz. Bunlardan birine de, Zazalar ve Kızılbaşlar  adıyla yayımlanan  yazılar toplamında rastlıyoruz. Yazar, başta yiğeni Mustafa Bey olmak üzere yakını kimi insanların, onu 1935 Tunceli Kanunu’nun çıkmasından sonra teslim olmaya ikna etmeye çalıştıklarını bildirdikten sonra, Alişêr’e atfen  Dördüncü Umumi Müfettiş, Tunceli Vali ve Komutanı, „Dersim Kasabı“ General Abdullah Alpdoğan’a da bir şiir yazdığını iddia etmektedir. Çevrimyazısı sağlıklı yapılmayan ve Alişêr’in şiirsel ve düşünsel dokusuna da pek uymayan şiirin birkaç beytinde şöyle denmektedir:

Cumhuriyet feyzi her yeri sardı

Cumhuriyet nûru zulmeti yardı

 

Yüksek Başkanımız düşündü yer yer

Abdullah Paşa ki sahib-i tedbir

 

Bu  Dersim Tunceli oldu akibet

Aydınlıklar açtı geçti ol âfet  (21)

 

Alişêr’in Eşi, Yoldaşı, „Heval“ı Zarife

Alişêr’e, tüm yaşamında eşlik eden Zarife, dost- düşman tüm gözlemcilerce takdirle karşılanan bir kişiliktir. Nazmi Sevgen; „ Alişer’in karısı Zarife de dikkate şayan bir tipdir. Kocasının mücadelesinde bu kadının etkisi çoktur. Kocasına, silahlı olarak her zaman refakat ve eşlik etmiş, sonunda o da kocasıyla birlikte kaçınılmaz sona ermiş, fakat bu anda dahi Vank’lı Efendi adında birisinin canına kıymıştır.“ diyerek, dolaylı olarak takdir duygularını dile getirmektedir.(agy)

İkiliyi yakından tanıyan, yakın dostları Nuri Dersimi, onu şöyle değerlendiriyor:

„O aslan ki, kendi döneminde okuma- yazma bilen, hem siyasi hem de askeri bir Kürt kızıydı. Çok sefer Alişêr,  bir şey yapmadan önce onun düşüncesini sorar, fikrini alırdı. Ona sormadan karar vermezdi. Zarife savaşçıydı. Çok sayıda kadın da onunla birlikte savaştılar. Onlar da silahlıydılar. Çarpışmalar başlamadan önce ondan silahlı eğitim aldılar.“ (22)

Nuri Dersimi, ünlü eserinde de Kürt kadınının kahramanlığı bağlamında bir örnek olarak ona yer verir:

„Zarife, kocası gibi Kürt milli davasına bağlı, aynı yüksek gayeleri takip eden, eşsiz bir Kürt kızı olduğunu, hayatında doğrudan isbat etmiştir. Zarife, Kürt kadınları arasında milli uyanış için eşsiz bir propagandacı olmuş ve Alişêr’in milli faaliyetlerinde, onun sağkolu ve iş arkadaşı olmuştur. Zarife, Alişêr’e daima, Kürtçe’de (arkadaş) anlamına gelen (heval) sözüyle hitap ederdi. Ne yazık ki, fikir ve duygu itibarıyla tam bir birlik olan bu ailenin bir çocuğu olmamıştır.

Zarife, uzun boylu iri-yarı ve her konuda bir Kürt fizyonomisine sahip, simasında bir erkek cesareti ve yiğitliği okunan, eşsiz bir Kürt kızı idi. Her yıl Dersim’e gider, milli gayeler hakkında nutuklar söyler ve aşiretler arasındaki çelişkileri ciddi bir hâkim gibi hallederdi.“  (23)

Bu noktada, sözü doğrudan sahibine yani Kürt kızını ve kadınını  anlatan, bir Kürt halk şarkısına bırakmak en iyisi:

 

Qizêd çiyayê me

Mina xezala kurbar in,

Mina xezala kûvi ne,

Mina kulilka delal in,

Mina kulilka rengîn e,

Mina kanya zelal in,

Mina kanya safi ne. (24)

 

Kaynaklar:

 1-     Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (TTTC): Türk Tarihinin Anahatları, 1930,s. 258-59

2-     Can Dündar- Rıdvan Akar: Ecevit’in Arşivinden Çıkan Şok Belge, Milliyet, 22.1.2008

3-     Mehmet Bayrak: 18-19 Yüzyıllarda Dersim- Malatya Hattında Alevi Katliamları, Alevilerin Sesi Dergisi, Sayı:114/ 2008

4-     Celal Erdönmez: Tanzimat Devrinde Koçgiri Aşireti’ni Islah Çalışmaları, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Ağustos-2000, s. 103-104

5-      Vet. Dr. M. Nuri Dersimi:  Kürdistan Tarihinde Dersim, Halep, 1952,s.61-62

6-     Cemşid Mar (Ozan Telli): Koçgiri Destanı, Özge yay. Ank. 1992, s.11-12

7-     Karlênê Çaçani: Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi (Kürtçe’den çeviren: Murad Ciwan), Hêvi gaz., Sayı:96/ 1998

8-     Hans-Lukas Kieser: Osmanlı Anadolusu’nda Aleviler İle Misyonerler Arasındaki Etkileşim, Munzur der. Sayı:13/ 2003,s. 18

9-     Vet. Dr. M. Nuri Dersimi: Dersim ve Kürt Milli Mücadelesine Dair Hatıratım, [ Sadeleştirerek, Notlayarak, Resimleyerek Yayına Hazırlayan: M. Bayrak], Özge yay. Ank. 1992, s. 103-104

10- Jandarma Genel Kumandanlığı: Dersim, 1933/ 34 (?)

11- Henry Riggs: Dersim Kürtleri’nin Dini, M. Bayrak’ın „Alevilik ve Kürtler“ eseri içinde, Özge yay. 1997,s. 364

12- „Dersim Kızılbaşları“, Aynı yerde,s. 357

13- M. Bayrak: Kürdoloji Belgeleri-I içinde, gizli „Zazalar“ araştırması, Özge yay. Ank. 1994, s.472

14- N. Dersimi: Kürdistan Tarihinde Dersim, Halep, 1952,s. 280

15- D. Yıldırım: Koçgiri Hareketi’ni Kürt Teali Cemiyeti Mi Organize Etti?,           Kürdistan Press, Aralık- 1991

16- Evin Çiçek: Qoçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin 85. Yıldönümü Vesilesiyle, Kızılbaş dergisi,, Şubat- 2008

17- Dersim’de İklim, Aralık- 2006

18- M. Bayrak: Kürdoloji  Belgeleri-I, s. 219

19- İnci Dergisi, Sayı:3/ 1951

20- E. Gezik: Alive Kürtler, Kalan yay. Ank. 2000,s. 114

21- Nazmi Sevgen: Zazalar ve Kızılbaşlar, Kalan yay. Ank. 2000,s. 106

22- Evin Çiçek: agy

23- N. Dersimi: Kürdistan Tarihinde Dersim, Halep, 1952,s. 279

24- Şiirin Türkçesi: „ Dağımızın kızları, narin ve fiyakalı ceylan gibidir; güzel ve rengârenk dağ çiçekleri gibidir, duru ve berrak çeşme gibidir.“

Bitlisname

 

 

 

YAZARLAR Haberleri

Önemli Bir Portre: Numan Efendi
Aziz Özdemir yazdı: Irkçılık Ya Da Işıl Özgentürk
İrfan Aktan: Işıl Özgentürk’ün çukuru
Yeni Amedspor yönetimi ve transfer politikası
Binbaşı Kasım Ataç: Bir Ajanın Anatomisi