Kendi içinde heterojen, farklı sınıflara, dinlere, mezheplere ve lehçelere mensup ancak modern sınıf burjuvazinin ekseninde tarihsel olarak teşekkül etmiş ‘Millet’ denilen toplumsal örgütlenmenin tipik özelliği, ‘dış müdahaleler karşısındaortak refleksle’ hareket etmesidir.
Öyle ki, bu ‘ortak refleks’ bir topluluğun, millet olup olmadığının ölçüsü olarak da değerlendirilmektedir. Bu, bir eylemlilik sürecinde ‘nesne olmak’ ile ‘özne olmak’ arasındaki fark gibidir. Tarihsel, toplumsal, kültürel olarak ‘millet’ vasfı kazanmış olabilirsiniz fakat varlığınızı korumak için ‘birlikte tepki’ veremiyorsanız millet olmuş sayılmazsınız. Çünkü bir şeyin varlığı, onun, ‘diğerleri’ nezdinde kendisini ifade eden eylemlilik halidir, durağan hali değil.
Millet, aynı zamanda siyasal bir teşekküldür ki en önemli özelliği, kendisini oluşturan bütün unsurlarıyla ‘iyi ve kötü günde’ aynı tepkiyi vermesidir. Bu da ‘ortak ruha’ tekabül eder. Ruhtan yoksun canlı bir varlıktan nasıl söz edemiyorsak, ‘kendisi için ortak eylemi olmayan millete’ de millet diyemeyiz.
Kürtlerde durum
‘Eski Dünya’da milletleşme süreci kompleks ve grifttir. Kapitalizmin şafağında yeni sınıf burjuvazinin öncülüğünde ortak bir pazar etrafında uluslaşan ‘Yeni Dünya’ karşısında tutunamayan ve çöken ‘Eski Dünya’nın halkları ‘Yeni Dünya’ya intikal ederken ‘geçmişe ait’ bütün kültürel varlıklarını da birlikte getirdiler. Bu milletler bakımından bugün yaşanmakta olan sorunların kaynağında, ‘geçmişinden kopmadan geleceğe yürümek’vardır.
Kürtler, bu ‘Eski Dünya’nın kadim milletlerinden biridir. Sadece ‘kütle’ olarak değil, ‘hars’ olarak da bu dünyanın şekillenmesinde hatırı sayılır katkıları olmuştur. Bütün kırımlara ve ısrarlı asimilasyona rağmen hala etkin şekilde var olmaları onların, oldukça derinlere uzanan güçlü tarihsel bağlara sahip olduğunun kanıtıdır. Kendi aralarında var olan ve geçmişten yüklenip getirdikleri birtakım ‘nicel’ farklılıklara karşın tarihler boyu hep bir arada yaşadılar. Geniş bir coğrafyada hareket ettiler fakat hep aynı kara parçasını ve aynı kültürel havzanın aurasını paylaştılar.
Bu nedenle, nesnel bakımdan bir millet olmanın bütün verilerine sahiptirler. Ne var ki bu ‘nesne’nin varlığı konusunda en belirgin gösterge olan ‘ortak eylem’ya da ‘ruhsal şekillenme’ hususunda, genellikle yetersiz kaldılar. Israrla sürdürdükleri bu tutumları, kimilerine göre, Kürtlerin alamet-i farikalarından biridir.
Nereden biliyoruz?
Çok gerilere gitmeye gerek yok, son birkaç yıllık süreçte günümüze intikal etmiş çağdışı barbarların saldırısına maruz kalan Kobane-Şengal-Kerkük-Afrin somutunda konuyu ele alırsak, bir millet olarak hangi vasıflardan yoksun olduğumuzu net olarak görürüz. Son Afrin örneğinden başlayalım: PYD-YPG’nin PKK ile ilişkisini, ulusal demokratik bir programdan uzak oluşunu ve kendi dışındaki Kürt partilerine uyguladığı baskı ve benmerkezci siyasetini gerekçe gösteren bir kısım Kürt siyaseti, neredeyse Türkiye’nin işgalini pozitif gören bir yaklaşım sergilediler. SDG’nin ABD ile ilişkisini veri alarak Türkiye’nin Afrin’i işgalini normalleştirenler de oldu.
Afrin’den önce Kerkük işgali esnasında da bu türden tutumlara tanık olmuştuk. Güney somutundaki çelişkilerden hareketle işgalci kuvvetlere refakat edenlerin yanında harici örgütlerin de Barzani’ye karşı işgalcilerle aynı dili konuştuğuna tanık olduk. Kerkük’ün Kürdistan Hükümeti’nin denetimine gireceği ihtimali karşısında dehşete kapılanların sayısı, ne acı ki, en az sevinenler kadar çoktu!
Daha ibretlik bir örnek ise Şengal’dir. Tarihte örneğine az rastlanan bu trajedi karşısında kimi Kürt teşekkülleri, IŞİD safında yer almaktan kaçınmadılar. İnsani değerler bakımından ele alınıp mutlaka kınanması gereken bu vaka, kimileri bakımından inancın konusu oldu ve saldırganların safında yer almanın gerekçesi yapıldı.
Durum anlaşılmaz mı?
Bu durum iç açıcı değil ancak mazur görmeye kalkışmadan birtakım sebeplerden kaynaklandığını da belirtmek gerekir. Keyfi değil, tarihsel ve toplumsal oluşuma tekabül eden bu durum, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Kürtleri bu sorunlu çerçeveye oturtuyor.
Birinci veri, adeta bütün ‘kötülüklerin’ üreticisi olan, Kürtlerin yaşamakta olduğu coğrafyadır. İbn-i Haldun’un belirtmiş olduğu ‘Coğrafya kaderdir’ sözünün sınanacağı en uygun alan Kürdistan’dır.Kürtlerin egemenlik altında tutulmasının en somut verisi, yaşamakta oldukları, egemenlerle kuşatılmış ada-coğrafyadır. Bu coğrafya, Güney Kürdistan’daki Bağımsızlık Referandumu sürecinde görüldüğü gibi, kaderimizin belirlenmesinde hayati derecede rol oynamıştır.
İkinci veri, zaman zaman belirleyici rol oynamış inançtır. Sasaniler’in varlığı süresince en büyük derli-toplu duruşu göstermiş olan Kürtler, Sasaniler’in yıkılışıyla birlikte hem yurdunu hem de ruhunu yitirmiştir. Bu dağılma sürecinde Kürtleri kendi kültürel dokusundan uzaklaştırarak egemenlerle paralel hareket eder hale getiren en büyük faktör dinsel inançtır. Günümüzde inanç bakımından da en zengin topluluk Kürtlerdir. İnançların en eskisi olan Zerdüştlükten en ‘yenisi’ olan İslamiyete kadar hemen bütün inanç ve mezhepler Kürdistan’da mevcuttur. ‘Kendi halinde’ kaldığı sürece büyük bir kültürel zenginliğin tarlası olan bu miras, ne yazık ki egemenlerin elinde, hemen her dönemde Kürtlerin milli duruşunu örseleyen büyük bir araca dönüşmüştür.
Somut örnek Afrin ve Şengal’dir. Kimi Kürt oluşumlar İslamı gerekçe göstererek IŞİD’in saflarında yer almaktan, TC’ye destek vermekten kaçınmadılar. Bir zamanların ‘uluslararası proleter devrim’ beklentisi nasıl ‘parçanın bütüne feda edilmesini’ getirdiyse günümüzde ‘ümmetin birliği’ anlayışı da geçmişte olduğu gibi bugün de Kürtlerin, egemenlerin zulmü altında kalmasının gerekçesi olarak ciddi bir iş görmektedir.
Doğal olarak ‘geçmişe ait’ tek değer din değildir; muhtelif sosyal örgütlenme ve feodal değerler de zaman zaman çok önemli engellere dönüşebilmektedir. Kimileri hala aşiret, aile, kişi, grup, din, mezhep, örgüt ve parti gibi milletin çıkarlarını savunması gereken oluşumlar, kendi çıkarlarını, hepimizin ortak çıkarlarından daha üstün görmektedirler. Bu faktör, millet olarak davranmanın ve ortak başarılara imza atmanın önündeki en büyük engelleyici sebeplerden biridir.
Bir başka faktör, modern ve etkin olanı, statükocu siyasettir. Günümüz dünyasında ulusal mücadelenin hem inşacı gücü hem de dinamosu olan siyaset, bizim ülkemizde ulusal var oluşun önündeki en büyük engellerden biri halini almıştır. Gerek yürütülen mücadele gerekse talepler bazında büyük bir engele dönüşen bu statükocu siyaset, sadece egemenlerin varlığına ciddi bir ‘meşruluk’ kazandırmakla kalmamakta, eşitlik talebiyle hareket eden Kürtlerin saf dışı edilmesinde ve Kürtler arasında asgari birliğin oluşturulmasında oldukça ciddi bir engele dönüşmüştür.
Bu siyasetin yıkıcı sonuçlarının en açık örneğini Güney Kürdistan’da gördük. Kürt halkı, büyük bir ekseriyetle bağımsızlık yönünde oy kullanmışken, ne yazık ki bu dar grupçu, statükocu siyaset, egemenliği bir hayli örselenmiş işgalci kuvvetlerin yeniden dirilmesi ve halkımızı yeniden köleliğe mahkum etmesinde belirleyici rolü oynamıştır.
Ada-coğrafya olmasına karşın Kürtler, kendi öz kimlikleriyle hareket edip iç bütünlüklerini koruyabilselerdi, tepeden gelen tahribat bu kadar derin izler bırakmazdı fakat iç dokunun zayıflığı,
Kürdistan’ın parçalanmasında rol oynayan büyük devletler ile bu devletlere dayanarak egemenlik tesis eden bölge devletlerinin gerçekten tahrip gücü yüksek saldırılarının etkin olmasına, milletleşme sürecini ciddi ölçüde sekteye uğratmasına sebep oldu. Kabul etmek gerekir ki bu faktör, bir kez somut bir olgu halini aldıktan sonra, çoğu kez Kürtlerin iç zaaflarından da daha etkin ve belirleyici bir faktör olmuştur. Egemen devletlerin siyasetine angaje olan ve milli bir programa sahip olmayan iç aktörler, çoğu kez milletleşme ve sonuç almada engelleyici bir rol oynamışlardır, oynamaktadırlar.
Çaresiz miyiz?
Hiçbir millet Kürtler kadar sahibi olduğu topraklarda bu kadar horlanmadı. Yine hiçbir millet Kürtler kadar birbirine sırtını dönerek bu denli büyük bir varoluş mücadelesi vermedi.
Jeopolitik ve doğal kaynaklar bakımından oldukça zengin bir toprak parçası olan Kürdistan gerek yerel gerekse uluslararası güçlerin ilgisi nedeniyle, adeta, üzerinde yaşayanları hareket edemez hale getirmiştir. Doğru, işgalci güçlerin sorunsuz girdiği bir alan olmamıştır fakat üzerinde yaşayanlar bakımından da huzur buldukları bir ev halini bir türlü alamamıştır. Anabasis’ten beri bu böyledir. Kürdistan coğrafyası ve bir bileşeni olarak Kürt milleti, tarihler boyunca hem büyük imparatorlukların harcında yer almış hem de neredeyse bütün imparatorlukların işgaline uğramıştır.
Bugün açısından temel mesele, Kürtlerin, geçmişe uzanan köklü bağlarına karşın ‘yönetici vasfını’ yitirmiş olmasıdır. Kendisini yönetmek için hareketlendiği her dönemde yediği büyük darbeler, tıpkı onu kuşatan düşman coğrafya gibi, elle tutulur cesaret kırıcı sonuçlara dönüşmüştür.
Ne var ki son birkaç yıllık süreç, başarılarından çok başarısızlıklarından ötürü Kürt milleti, neden başaramadığını daha çok fark etmekte, kendi özgür geleceği bakımından engellerin neler olduğunu daha çok bilince çıkarmaktadır.
Bunun birinci örneğini Güney Kürdistan Bağımsızlık Referandumu sürecinde gördük. Dar grupçu siyaset, bu özgürlük talebi karşısında açıktan tavır almaktan özenle kaçındı, Kürt halkının büyük çoğunluğu tereddüt etmeden Bağımsızlık Referandumundan yana tavır alınca sessizleşti, ta ki Kerkük işgalinde kendisine rol verilinceye kadar.
İkinci örneğini, henüz taze olan Afrin işgali sürecinde gördük. Yine Kürdistan halkının büyük bir ekseriyeti, açık veya gizli, cesur veya çekingen, bu açık cinnet karşısında kendi halkının saflarında yer aldı ve bir kez daha derinden kimler tarafından hedef alındığını gördü ve bilince çıkardı.
Çaresiz değiliz. Bu derin oluşum ve Kürt milletine ruh veren bu muhteşem nehir mutlaka yer yüzüne çıkacaktır. Bütün işaretler bunu gösteriyor. Bir millet olarak Kürtler, kendilerini her fırsatta yerle yeksan eden düşmanca saldırılar karşısında eksik faktörün ne olduğunu kendiliğinden görüyor ve gerek statükocu siyasetin gerekse tarihten ve coğrafyadan gelen engelleyici unsurları geriye doğru iterek, kendisini öne doğru taşıyacak olan ortak ruhu inşa ediyor. Bunu mutlaka tamamlayacaktır.