Kurdıstan Press, 1987 yılında, Batı Almanya’da yaşayan Mehabad Kürt Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kadı Muhammed’in eşi Mina Hanım ’la görüşmüştü. Bu bir ilkdi ve çok önemliydi!
Mina Xanım,cumhuriyetin kuruluşu, cumhuriyet yönetimi ve cumhuriyetin yıkılması dönemine
ait olan tüyler ürperten o anılarını Kurdistan Press ile paylaşmış ve tarihe önemli bir not düşmüşdü…
O korkunç dramı bir kez daha hatırlayalım ve ne kadar ders çıkardığımızın muhasebesini yapalım mı?!
KADI MUHAMED’İN EŞİ MİNA HANIM:
Onu oturup yüzyıl anlatsam bitiremem!
“…Mahabad Cumhuriyet’i ilan edildiği gün Kürt milleti, bütün aşiretler Mehabad’ın Çarçıra meydanında toplandılar. Mahabad, böylesi bir coşkuyla ve önemli olaya ilk defa sahne oluyordu.
Cumhuriyetin ilan edildiği gün, Çarçıra meydanında toplanan halkın yanında Irak Kürdistan’ından Mele Mustafa Barzani, Izzet Abdulaziz, Mustafa Xoşnav, Mir Hac, Türkiye Kürdistanı’nı temsilen bir zat, Suriye Kürdistanı’nı temsilen Kadri Cemil paşa ve diğer siyasi liderler hazır bulundular. Ihsan Nuri paşa ise zorunlu ikamete tabi tutulduğundan ne yazık ki bu görkemli ve tarihi günde Mahabad’a gelememişti.
O dönem Kürt Kadınlar Birliği başkanı idim. Mehabad ve Kürdistan’ın diğer bölgelerinden gelen kadınlar da o gün Çarçıra’da toplanmışlardı. Halk mutluluktan uçuyordu. Onbinlerin katıldığı govendler tutuluyordu. Herkes, köylüsüyle, esnafıyla, işçisiyle, kadını ve erkeği ile tek kalp, tek can halinde o günün mutluluğunu yaşıyorlardı.
Merhum Şehid Qazi Muhammed, Kürt bayrağını göndere çekti. Cumhuriyet yıkıldıktan sonra da aynı yerde idam edilecekti. Merhum, Kürt Cumhurbaşkanı olarak konuşma yaptı. Konuşma coşkuyla alkışlandı. Ondan sonra, Melle Mustafa Barzani, Hacı Ağayê Muhtedi ve o gün Çarçıra’da bulunan siyasi liderler birer konuşma yaptılar. Bayrak, milli marş (Ey Reqip) okunarak göndere çekildi. Mahşeri bir gün yaşayan Mahabad çoşmuştu. Her milletten insan o gün Çarçıra’da toplanmıştı. Kürtlerden başka, Acemler, Azeriler, Ermeniler, Yahudiler, herkes oradaydı. Daha sonra, gidip parti’de oturdular. Çeşitli konularda konuşmalar yapıldı. Bakanların atanması ve hükümet teşkilatlarının kuruluşu üzerine kararlar alındı.
Rahmetliyle baş başa kalıp konuşmaya fırsat olmuyordu. Çünkü çok meşguldü. O günkü toplantıdan döndükten sonra bana şunu dedi: “…Ben Kürt milleti için elimden geleni yaptım. Son nefesime kadar da bunun için mücadele edeceğim…”
O çok büyük bir insandı. (Mina xanım bu sırada ağlı-yor.) ve bana dedi ki: “…Benim amacım, dört parçaya bölünmüş bu mazlum milletin özgürlüğünü görmektir. Ben aklımdan Cumhurbaşkanı olmayı da geçirmemiştim. Ancak beni bu göreve layık gördüler. Ben de Kürt milletine layık olmaya çalışacağım…”(Mina hanım düşünceye daldı).
Artık devlet ve hükümet örgütlenmesine başlanmıştı. Matbaa kuruldu. Kürtçe yayınlar yapılmaya başlandı. Mahabad ve diğer şehirlerde rahmetlinin de bizzat katıldığı bir kampanya ile Kürtçe eğitime başlandı. Yeni bir sinema yapılmıştı. Sinemanın bütün geliri, yoksul çocukların eğitim ve giderlerine harcanıyordu. Iki, üç kez eğitim seferberliği için mitingler yapıldı. Bu eylemlerde yoksul çocukların eğitimi için para toplandı. Peşmergeler için büyük aşhaneler oluşturuldu. Peşmergelerin elbise, barınma, silah ve teçhizatları düzenli bir şekilde temin ediliyordu.
Xorsûrê Qadı adlı bir teşkilat oluşturuldu. Bu teşkilat şehirlerin düzenini sağlıyordu.
Kadınlar için okullar açıldı. Okuma yazma bilmeyen kadınlara okuma-yazma öğretiliyordu. Sablax’ta bölgeler oluşturuldu. Her bölgede kadınlar toplanıp, kendi sorunlarını kadın örgütlenmesinde görevli olan kişiye bildiriyorlardı. O görevli de parti örgütüne iletiyordu.
Cumhuriyet çok kısa bir dönem yaşadı ama çok değerli kurumlar oluşturmuştu. Ne yazık ki ömrü uzun olmadı. Rahmetli çok ileri görüşlü bir insandı. Mesala, beni sadece karısı olarak evde oturan, misafirleri karşılayan birisi olarak görmek istemiyordu. Bütün Kürt kadınlarının sosyal ve siyasal hayata katılması için çok çaba sarfediyordu. Bir gün rahmetli Kadı gelip dedi ki; “Fransız hükümeti paraya muhtaç oluyor ve kraliçe yüzüğünü veriyor” Ben de, bütün altınlarımı Kürt Cumhuriyetine bağışladım. Benim dışımda Kürt kadınları da para, tütün, eşya vb. bağışlıyorlardı.
Bir gün rahmetli Mako’ya gidiyordu. Mako’nun ileri gelenleri kendisini davet etmişlerdi. O dönem de Hacı Bavê Şeyh bakandı. Bizim ev çok büyüktü, yüz kişilik bir salonu vardı. Benim işim olduğu için erkek misafirlerin oturduğu bölüme gittim. Hacı Bavê ile rahmetli konuşuyorlardı. Hacı Bavê “…Şeyhlik ve padişahlık gibi halkı sindirip korkutacaksın ki, halk senin tarafını tutsun…” demesi üzerine rahmetli şu cevabı verdi. “…Ben Mahabad Cumhuriyeti’nde zulüm ve terörün hiçbir şeyi hal etmeyeceğini bütün dünyaya ilan edeceğim…” Mahabad’ta bir insanın burnu bile kanamadı. Insanlar kardaşçe yaşıyorlardı. Birbirlerinin dertlerine sorunlarına ortak oluyorlardı. Rahmetli, bakanı Hacı’ya; “Ağlayan bir çocuğu döversen, o daha çok ağlar” dedi. *****
Benim bir oğlum vardı. O da Tebriz’de okuyordu. Ben kendisine gerekli eşyaları gönderdim. Bir haftaya yakın bir süre kendisine hiç bir şey göndermemiştim. Biz daha öğlen yemeği yememiştik ki, merhum kalktı. Ben kendisine “…Bir haftadan beridir oğluma bir şey göndermedim. Bir şeyler göndermek istiyorum” dedim. Tam o sırada, bizim evin karşısındaki okulun çocukları okuldan çıkıyorlardı. Rahmetli bana; “Oğlum senin oğlundur. O sana oğuldur. Bu gelen çocuklar benim çocuklarımdır. Onlar bana oğul olur. Inşallah yakında sinema biter gelir getirmeye başlarsa, yoksul çocukları giyindirip, okutabilirsek, ben o zaman mutlu olurum.” dedi.
Rahmetli gece yarısı çıkıp dolaşırdı. Halkın durumunu anlamaya çalışırdı. Bir kadın şunu anlatıyordu; “baktım bir gece yarısı kapı çalındı. Kürt Reisi Cumhuru’ydu. (Evin sahibi Ibrahim Şemzin, ki hala yaşıyor) içeri silahlarıyla giren Reisi Cumhur, benden yemek istedi, ben de yaptım. Afiyetle yedi.” Işte rahmetli böyle biriydi.
Kadınlar arasında çok sıcak ilişkiler vardı. Çocukların eğitimi, kadınların okuma yazma öğrenmesi, peşmergenin yiyeceği-giyeceği sürekli aramızda konuşulan konulardı. Bir gün rahmetlinin yeni doğan yeğenini (Hesen Qazi)görmeye gidecektim. Merhum da benimle birlikte geldi. Giderken yolda bakan Mirzê Mina Şerefi ile karşılaştık. Bakan Merhuma, sizi arıyorum dedi. Merhum ne için aradığını sordu. O da “Bir işimiz var, para lazım onun için sizi arıyorum” dedi. Merhum güldü, bakana; “…Benim evimi, eşyalrımı, üzerimdeki elbiseleri görüyorsun. Bunların hepsi Kürt halkınındır. Git Maliye Bakanı’na gerekli olan parayı al…”
Cumhuriyet’in yıkılmasından birkaç gün önce, Merhum’un kardeşi Tahran’dan gelmişti. O günlerde çok misafirlerimiz vardı. Gece radyoyu dinledi ve radyodan Azerbaycan’ın teslim olduğu haberini duydu. Kardeşine; “Sen Tahran’a git” bana da; “Ben Saqız tarafına peşmergelerin ziyaretine gideceğim. Yarın Melle Mustafa Barzaniler gelecek. Çok kalabalıktırlar, bu nedenle iyi hazırlık yapın onları ağırlayın…” dedi.
O gün akşam rahmetli, Melle Mustafa Barzani ile birlikte bize geldiler. General Humayini telefon açıp, Barzani ile konuştu; “Iran askeri Mahabad üzerine yürüyor. Mahabadı terk edin” haberini verdi. Ben de oradaydım ve haberi duydum. Gelip dediler ki, “Melle Mustafa gitmek istiyor. Sizi görmek isti-yor. Yemeğe kalmayacaklar.” Ben iki kişi ile haber gönderip, “size yemek hazırlamıştım. Yemek yiyin sonra gidersiniz.” dedim. Melle Mustafa’da; “benim gitmem lazım demiş.” Baktım ki olmuyor, erkeklerin olduğu tarafa geçtim, ve Melle Mustafa’ya; “Sizi yemek yemeden bırakmam” diyerek ısrar ettim, kalmaları için geniş bir sofra kurdum. Oturup yemek yediler. Kendi kendime, “Cepheden geliyor, herhalde üzerinde para yoktur” diye düşündüm ve elimdeki parayı merhum Qazi’nın bacısına verdim. O da götürüp yol üstünde Melle Mustafa’ya vermiş ve benim gönderdiğimi söylemiş. O da çok teşekkür ederek almış ve üzerinde parasının olmadığını söylemiş.
Melle Mustafa ve Barzaniler giderken hava çok soğuktu. Kadınlar, çocuklar ağlıyorlardı. O soğukta, Nexede, Şino istikametine doğru gittiler. Merhum sabaha karşı 4:00 de geldi. Ben de evin dışarı bakan bir penceresi önünde oturmuş ağlıyordum. Rahmetli buyurdu; “Neden ağlıyorsun?” ben de; “Nasıl ağlamayayım, bu cehennem gününde soğukta çoluk çocuk Barzaniler yola çıktılar, onların haline ağlıyorum” dedim.
Ertesi gün, bütün hükümet yetkilileri ve aşiret büyükleri bizim evde toplandılar. Iran askeri de Mahabad’a girmişti. Rahmetli o toplantıda dedi ki; “…Ben dün gece eve geldiğimde benim karım ağlıyordu. Neden ağlıyorsun diye sorduğumda bana bu milletin perişanlığını gördükten sonra nasıl ağlamayayım” dedi. “Eğer sizde de karım gibi gayret olsaydı bu günkü durum başımıza gelmezdi” dedi.
Cumhuriyetin yıkılışından 8 gün sonra rahmetli’yi yakaladılar. O günlerde hep evde oturuyordu. Bir gün bacısından su istedi, ben kendisine götürdüm. Ağlıyordum, neden ağladığımı sordu bende; “keşke yoksul ve perişan olsaydık da böyle bir sonla karşılaşmasaydık” dedim. Merhum da “Sen ağlamamalısın. Kürt kadını korkmamalıdır, ağlamamalıdır.” dedi.
Mahabad Kürt valisi Seyit Pira, Iran askeri geldiğinde kaçmış, yerine Iran devleti tarafından Sertip Muzafferi atanmıştı. Şehir korumacılarından (Xorsûrê Qadı) birisi gidip maaşını istemişti. Muzzaferi de; “ben hakkını vermiyorum” demiş. Adam gelip durumu Merhum Kazi”ya anlatmış. Qazi da iki adamla birlikte peşmergeyi Sertip Muzafferi’ye gönderip diyor ki; “Ben bunları zorla getirdim, bunların hiçbir suçu yok. Hesabınız varsa benimle görün.” demiş.
Cumhuriyetin yıkılışının 8. günüydü, ben çocukları hamama götürmüştüm, döndüğümde rahmetli evde yoktu. Nerde olduğunu sorduğumda, Iran generallerinin adam gönderip evden aldırdıklarını öğrendim.
Geceleyin bizim adamlar gelip, bu gece Qazi Muhamed, Seyfi Qazi ve Sadri Qazi’nin eve gelmeyeceklerini, Hümayunun yanında kalacaklarını söylediler. Ben de, onlara giyecek ve yiyecek gönderdim. Zindanda bulundukları üç ay boyunca, onlara yemek gönderdim. Bu süre içinde rahmetli kimsenin görüşe gelmesini istemiyordu. Şunu di-yordu: “bizim kadın, çoluk-çocuklarımızın Farslıların eline ayağına döşmelerine gerek yoktur.”
Zindanda olduğu süre içinde bir kez ziyaretine gittim. Kucağımdaki küçük kızımı ve oğlumu, onlara yiyecek götüren ve ziyaretine giden adamlarımız birlikte götürüyorlardı. Büyük bacısı da 2 kez ziyaretine gitmişti.
Bir gün, namaz kılıyordum. O ara Mam Abdulla gelip benden rahmetlinin temiz çamaşırlarını istedi. Ne yapaca- ğını sorduğumda “Qazi’yı hamama götürmüşler. Onun için temiz çamaşır lazım” dedi. Meraklanmıştım. Mam Abdulla’ya merakla; “Daha dün hamama gitmişti, ne diye bu gün tekrar götürüyorlar” dediğimde, Mam Abdulla; “Her halde abdest içindir yada kirlenmiş olabilir” diye sakince cevap vermişti. Bu beni daha da endişelendirdi. Mam Abdulla’nın cevabına inanmıyordum. Kendisine bunu söyledim ve temiz çamaşır- ları götürmeye ben de geleceğim dedim. Ama Mam Abdulla ısrarla bir biçimde benimde cezaevine gitmemi istemiyordu. Her şeye rağmen direndim ve ben de temiz çamaşırları götürmeye Mam Abdulla ile birlikte gittim. Bizimle birlikte Hasan Qazi’nin annesi de geldi.
Hamamın önünde bekledik. Nöbetçilerle birlikte merhum dışarı çıktı. Nöbetçiler bize çok hürmet ediyorlardı. Qazi’yı görünce birden ağlamaya başladım. Bana döndü ve dedi ki; “Niye ağlıyorsun…Kürt kadını ağlamamalıdır. Beni idam edecekler, bunu iyi biliyorum. Bunu sende bilmelisin … Ama ağlaman Kürt kadınına hiç yakışmıyor.”
Zindanda olduğu sırada Amerikalılar ziyaretine gitmişler ve şöyle bir teklifte bulunmuşlar; “Sen bize taraftar olursan, yine Kürt Cumhurbaşkanı olursun. Şimdi bile partiyi kurabiliriz ve hemen Reisi Cumhur olursun.” Qazi ise bu teklife şöyle cevap vermiş:
“Kürdistan’ın sakat bir eşeğini, Amerikan’ın Cadillac’ıyla değiştirmem. Ben Kürt milletiyle birlikteyim, başka kimseyle değil.”
Daha sonra iki Iranlı yetkili bize gelmek istediklerini ilettiler. Bu iki adam hükümet adına bizle görüşmek isteyen, Sergo Şerifi ve Serwan Musawat’dı. Bize geldiklerinde “Hükümet bizi Qazi’nın vekilliğine tayin etti. Onu savunacağız. Bu nedenle biz para istiyoruz” dediler. Şöyle cevapladım; “Bende hiç para yok ki, size vereyim” onlar da; “Keklik parasız ötmez” diyerek direttiler. Bunun üzerine, Qazi’nin bunları isteyip istemediğini bilmeden, kalktım evin tapularını tanıdıklara gönderip onlardan yardım istedim. Hükümetin baskı yapacağından korkup, hiç biri yardım etmedi. Qazi’nin büyük bacısının altınları vardı. Altınları bozdurmaya karar verdik. O dönemlerde Mahabad’da Yahudiler ve Ermeniler vardı. Altınları çok zengin bir yahudinin yanında bozduracaktık. Mahabad Cumhuriyeti kurulmadan çok önceleri, Qazi büyük bir arazisini Yahudilere hibe etmişti. Onlar da araziyi alıp, üzerinde büyük bir mezarlık yapmışlardı. Yahudi’nin evine giderken, tam Çarçıra meydanından geçiyorduk ki biraz ileride Qazi ve arkadaşlarını bir otobüse bindirilirken gördük. Kenara çekildik ki bizi görmesinler ve başladık onları izlemeye. Bir asker Qazi’ya hakaret edercesine, “Biraz çabuk olun. Arabaya binin” diye bağırdı. Qazi çok kızmış olacak ki gür bir sesle şöyle dedi; “Ne yapmak istiyorsunuz hem bizi buraya getiriyorsunuz ve hem de hakaret ediyorsunuz. Biz vereceğiniz cezadan korkmuyoruz. Fakat bize asla hakaret edemezsin”. Neyse, onları arabaya bindirdiler ve götürdüler. Biz de yolumuza devam ettik. Yahudi kuyumcunun evini bulduk. Ben kendisiyle konuştum. Bizi çok iyi karşıladı ve hemen kardeşine haber verdi. Bize 10 bin tümen sağladılar. Yahudi mert ve cesur bir insandı. Altınları bizden almak istemiyordu. Çok ısrar etmeme rağmen, parayı veriyor ve altınları almıyordu. Ben de parayı almadım ve ısrarlı davrandım. Sonuçta adamı uzun bir aradan sonra razı edebildim.
Parayı avukatlara verdik. Merhumun bundan hiç haberi yoktu. Mahkeme günü rahmetli, hiç kimseye fırsat vermeden çok cesur bir savunma yapmış ve herkesi etkilemişti. Merhum gerçekten çok cesur ve yetenekli bir insandı. Aydın bir insandı. Hiç Avrupa’da eğitim görmediği halde, 6 dil biliyordu.
O günlerde gözüme uyku girmiyordu. Yatamıyordum. Bir gece geç saatlerde, ki ben yine yatamamıştım, birden kapı çalındı. Geç saatte gelen kardeşim Fettah’dı. Başını duvarlara vurarak ağlıyordu. “Evimiz yıkıldı” dedi. Qazi’yı idam ettiklerini anladım….
Çocukları alıp mezarlığa gittim. Bütün Mahabad oradaydı, mahşer gibi bir kalabalık vardı…
Onu oturup yüzyıl anlatsam bitiremem. Şair Hêmin’in dediği gibi;
“O Kürt milleti için GANDI idi,
ama Kürt milleti O’nun için Hintli değildi…”
Gerçekten de durum budur…
Ilk Kürt Cumhuriyeti’nin Reis-i Cumhur’u Qazi MIHAMED idam sehpasından şöyle haykırmıştı;
“…Özgürlük hiçbir zaman yok edilmeyecektir. Siz bir Mıhamed öldürüyorsunuz, ama Kürtlerin içinde yüzlerce Mıhamed var…”
* Bu röportaj, Qazî Mihemedîn eşî Mine hanimla 1987 yılında Almanya da yapılmış ve Kurdistan Press gazetesinin 12 sayısında yayınlanmıştır.
KURDISTAN PRESS
28 ARALIK 1987
SAYI: 10