Mücahit Bilici
Asıl rolü oynayan faktör Türkiye’nin eski kabuğunu kırarak daha büyük bir aktör haline gelme lüzum ve isteği. İşte bu Kürtler açısından da tarihi bir fırsat. Tarih hem içeriden hem de dışarıdan Türkiye’yi Kürtlerin de devleti olmaya zorluyor. Kürtleri dinlemeyen Türk milliyetçilerinin milli menfaatler gerektirdi diye birden Kürtlükle barışma hamleleri yapmasının sebebi Türklerin çıkarının artık Kürtlerin çıkarıyla (Türkler açısından) ilk kez kesişmesidir.
Beni bilenlerin bildiği üzere uzun zamandır dile getirdiğim ve son yazılarımda da ifade ettiğim bir fikrim şudur: Kürtlerin çıkarına olan şey zayıf bir Türkiye değil güçlü bir Türkiye’dir. Bu bir tez. Bu, Kürtlerin menfaati düşünülerek varılan ve çoğu kişi için kulağa rahatsız edici gelen bir argüman. Kendinden bir adım ötesini göremeyecek kadar kendi kendine gömülmüş olan bir çıkar hesabının takdir edemeyeceği, rahatsızlık duyacağı bir tez. Ama bu onu benim açımdan gerçek olmaktan çıkarmıyor. (Sadakati hakikate olanlar açısından kalabalıkların alkışı da, temelsiz kınamaları da birşey ifade etmez).
Mağduriyet psikolojisi içinde düz mantıkla düşünen bir Kürt şunu diyebilir: Türkler bizi eziyor. Türkler bizim düşmanımızdır. Düşmanımız ne kadar zayıf düşüp, acı çekerse bizim için o kadar iyidir. Çünkü duygularımız bize bizi incitenlerin sürünmesi haktır diyor. Aklımız da şunu söylüyor: Biz zayıf onlar güçlü olduğu için bizi eziyorlar, onlar daha zayıf olursa bizi ezemezler. O halde Türklerin devleti olan Türkiye’nin zayıflaması bizim menfaatimizedir.
Yukarıdaki yaklaşım birkaç açıdan sorunlu bir yaklaşım: Evvela, Kürtler ile Türkiye arasında temiz bir ayırımın olduğunu varsayıyor. Daha doğrusu çıkar analizi açısından Kürtler ile Türkler arasındaki içiçeliğin yolaçtığı ilave girdiyi çıkar analizine dahil etmiyor. İkinci olarak, aynı zamanda Kürtlerin olan ancak gaspedilmiş olan Türkiye devletini Türklere terketmekle kendi elini zayıflatıyor. Eğer mesele menfaat ise Kürtlerin bu konudaki bonkörlüğü hiç de makul değil. Çalınmış olsa bile ve aleyhinde kullanılıyor olsa bile bir tarihsel kazanımın berheva edilmesi zekice değil.
Kendisinden borç alan bir adamı çarşıda görünce borcunu geri isteyen Temel’e adam “ben seni tanımıyorum” der ve öfkelenen Temel de rest çeker: “ben seni hiç tanımıyorum.” Burada borçlunun aymazlığı, borcunu inkar eden borçluya Temel’in haklı öfkesi, evet birer haktır, anlaşılır tepkilerdir. Ancak burada Temel için doğru hamle duygusal tepki, hatta düz mantığın “sen bana öyle yaptın, ben de sana böyle yaparım” hamlesi değildir. Senin çıkarın ile muhatabının çıkarı aynı hesap makinesi ile hesaplanmayabilir. Hatta dün senin için doğru olan bugün senin için doğru olmayabilir. Yine dün senin için doğru olmayan bugün senin için doğru haline gelebilir. Tarihin tazeliğinin gerektirdiği taze muhakemeye ihtiyaç var.
Peki yukarıdaki fikrimin mantığı nedir? Neden Kürtlerin menfaati açısından zayıf değil, güçlü bir Türkiye daha iyidir?
Türkiye zayıfken ve ortaölçek kendi halinde bir devlet iken yaralı bir kol veya bacak gibi duran Kürt sorununu taşıyabiliyor. Ancak güçlü ve hakim bir devlet olduğunda veya olmak istediğinde vücudunda yaralı bir kol veya bacağın olmaması gerekiyor. Özetle zayıf Türkiye kırılganlığı kaldırabilir ama güçlü olmak zorunda olan bir Türkiye kırılganlığı kaldıramaz. Güçlü bir Türkiye ise ancak Kürt sorununu çözebilen bir Türkiye ile mümkün.
Tam da bu yüzden Kürtlüğün bir sorun olarak Türkler (ve Türkiye) için bir maliyete dönüştüğü yepyeni bir döneme girdik. Bunda şüphesiz Ortadoğu’daki gelişmeler büyük rol oynuyor. Ancak bana göre asıl rolü oynayan faktör Türkiye’nin eski kabuğunu kırarak daha büyük bir aktör haline gelme lüzum ve isteği. Türkiye güçlendiği için Kürt sorununu çözmek zorunda hissediyor. İşte bu Kürtler açısından da tarihi bir fırsat.
Tarih hem içeriden hem de dışarıdan Türkiye’yi Kürtlerin de devleti olmaya zorluyor. Kürtleri dinlemeyen Türk milliyetçilerinin milli menfaatler gerektirdi diye birden Kürtlükle barışma hamleleri yapmasının sebebi Türklerin çıkarının artık Kürtlerin çıkarıyla (Türkler açısından) ilk kez kesişmesidir. Kürtler anayasal seviyede garantilenecek bir tarzda haklarını temin etmek ve devletin sahipliğinde ortaklığa ulaşmak için mücadeleye devam etmeli.
Türkiye hem içerideki Kürtlerin ortağı-sahibi oldukları bir demokratik devlet hem de dışındaki Kürtlerin birleşmediklerinde bile hami ve garantör ülke olarak görebileceği güçlü bir devlet olarak kendini yeniden tanımlamak durumunda. Güçlü ve adil bir Türkiye hem Kürtlerin hem de Türklerin menfaatlerinin temin ve korunması için hem en sağlam hem de en az maliyetli cihazdır. Yapılması gereken şudur: Bu cihazda korku ve düşmanlık modundan çıkıp ortaklık ve dayanışma moduna geçmek.
Kaynak: Serbesiyet