Salgın dolayısıyla maske takmak zorunda kalmak insanı rahatsız ediyor. Çünkü insandan bir şeyler alıyor. Ama nedir tam olarak bu aldığı şey? Rahat nefes alamamak, hatta konuşamamak? Değil. Zorlaşsa da bunların ikisinin de mümkün olduğunu biliyoruz. Hatta konuşma ihtiyacında bir artışın olduğu bile söylenebilir. Bu, konuşmak imkanında bir daralma olduğundan değil, başka bir kaybı ilave bir konuşma ile telafi ihtiyacından kaynaklanıyor. Nedir o kayıp? Bu yüze vuran bir kayıp olduğu gibi yüzü vuran bir kayıp.
Özel alan ile kamusal alan coğrafyaları arasındaki dengenin bozulduğu bir zamana tanıklık ediyoruz. Bunun yansımaları bir şekilde yüze vuruyor, maske ve mesafe suretinde. Kamusaldan zorunlu ve gönülsüz ric’atin yolaçtığı bir tür huzur kaybı yaşıyoruz. Yekdiğerinin huzurunda olma imkanının tıpkı kesiklik yaşayan internet bağlantısı gibi inkıtaa uğraması, mütereddit bir hal alması sözkonusu. Bağımlısı olduğumuz kamusallık Wi-Fi’ından mahrum kalmanın yolaçtığı bir tür nöbet de geçiriyoruz. Ayrılık ve tecrid duygusu yaşıyoruz. ‘Evde kal’mayı hapse düşmek gibi tecrübe etmemiz bundan.
Ama bu salgında asıl darbe yüze geliyor. Malumu ilam gibi gelebilir ama maske taktığımızda yüzümüze bir şey oluyor. Yüzün başına bir şeyin gelmesinden bahsederken basitçe yüzün örtülmek zorunda kalmasından bahsetmiyorum. Yüz, bizim kadar başkasına da ait olduğundan (yani yüz teveccüh cihazı olduğundan) yüzün örtülmesi insanda ifadenin sönmesi anlamına geliyor. Evet, salgın yüzü vuruyor, yüzyitimine yolaçıyor. Maske yüzünden görünürlüğün ışığı yüze çarpamıyor. İnsan böyle durumlarda yüzyitimi yaşıyor. Halbuki insan büyük ölçüde yüzüdür. İnsanın simasının insanla hatta ilahi olan ile özdeşleştirilmesi şaşırtıcı değil. İnsanın hangi organını eksiltirseniz eksiltin, insaniyeti baki kalır. Yüzü hariç.
Maske mecburiyeti durumunda yüz, arkasında ifade bulmak için bekleyen kişiyi takdim edemiyor. Onu tabiri caizse bodrumdan alıp salona çıkaramıyor, huzura getiremiyor. Yüz olmadan insan dile gelmekte zorlanıyor.
Toplanmamak, maske takmak, sosyal mesafe gibi şartlar, kamusallığın üstüne bir yıldırım gibi düşünce kamusallıkta kırılmaya ve muhataptan yabancılaşmaya yolaçıyor. Sosyal medya lisanıyla söylersek virüs insanlara block ve mute uygulayarak insanlar aleminden bir nevi adam eksiltiyor. Maskelerden tuğlaların inşa ettiği anonimlik duvarının sesleri tahliye etmesiyle birlikte konuşma meydanı tenhalaşıyor. Balkonlardan bağırarak konuşma ihtiyacı, kamusallığın boğulmaya karşı gösterdiği bir refleks olarak da anlaşılabilir. (Yüzleri anonimlikte zayi olan azınlık kimliklerin mensupları her zaman konuşmada fazlalık üreterek bir çıkış imkanı aramışlar ve konuşmada aşırılıkla insaniyeti yeniden tesise çalışmışlar).
Yüzün serüvenini en iyi sağlık çalışanlarında okuyabiliriz. Saatlerce kat kat maske giyerek görev yapmaktan yüzü tahriş olmuş sağlık görevlilerinin yüzleri bazen içimizi acıtıyor. Yüzlerinde göz izi değil, koruyucu nesnelerin basınç izini görüyoruz. Kendi çaresizliğini, kurtarıcılarına kahramanlık payesi vererek görünmezleştirmedeki ustalığımızdan sağlık çalışanlarını da mahrum etmiyor olmamızın ne kadar işe yaradığı ayrı konu. Fakat bu insanların maskelerin ardına düşen insaniyetlerinin kamunun ışığına geri çekilebilmesi kelimenin tam anlamıyla bir kurtarma operasyonudur ve kolay bir iş değil.
Çoğu sağlık görevlisi hijyenik maske ve katmanlı önlüklerinin arkasında hiçkimseleşiyor. Üniformalarının içinde yüzleri ile temayüz eden bu insanlar, bu kez teneffüs verdirmeyen bir yoğun mesaide üniformanın yüzlerini de kapatacak şekilde salgınvari yayılarak genişlemek zorunda kalması dolayısıyla yüzyitimi yaşıyorlar. Yüzleri maskelerin ardında kaybolduğu için insaniyetleri görünmez hale gelen bu fedakar insanların insaniyetinin restore edilmesi gerekiyor. İşte bu insaniyeti geri getirme ve yüz kazandırmak için bazı sağlık görevlileri önlüklerinin üstüne kendi yüzlerinin fotoğrafını yapıştırarak yeniden sima sahibi olma ihtiyacı hissediyor. Hem kendileri hem de muhatapları açısından anonimlikten çıkıp, bir yüze sahip olmak gerekiyor.
Bu vesileyle peçeli/nikaplı/çarşaflı kadınların yaşadığı sıkıntıyı da bir nebze empati ile anlama imkanı doğdu. Kamusallığa ait sayılmadığı için yüzünün görünmemesi bir giyim kuralına bağlanan kadının, dışarıdayken şahıs olarak algılanma zorluğu ile karşı karşıya kalması, sesini çoğu kez yükselterek konuşmak, hatta daha çok konuşarak perde gerisinden insaniyetini oracıkta inşa etmek zorunda kalması sözkonusu. Sennett’in meşhur Kamusal İnsanın Çöküşü’ne selam çakarak söylersek, kısmi bir tecrübe de olsa insanın kamusallıktan düşüşünü yaşıyoruz. Yüzümüz, insaniyetimizin ancak kamusallıkta tecelli ettiğinin delilidir. Evet, maskesizlik yapmayalım ama yüzsüz de kalmayalım.
(Ramazan’a birkaç gün kaldı. Şimdiden Ramazan ayının bütün insanlık için hayra vesile olmasını dilerim.)
Mücahit Bilici-Gazete Duvar