Munzur Çem: Alîşêr İle Zarîfe Xanim

Yazar Munzur Çem’in Înstitutê Ziwan û Kulturê Kirmanckî (Zazakî) tarafından 30 Haziran 2006 tarihinde Berlin’de düzenlenen “Alîşêr Efendî İle Zarîfe Xanim Anısına Koçkiri Direnişi-1921” Konferansı’nda yapılan konuşma metni haberimizde yer almakta.

Munzur Çem

Bu konuya Kürt toplumunun bir zaafı ile başlamak istiyorum. Biz Kürtler oldukça unutkan bir halkız. Biraz da çabuk kandırılırız. Tabii ki kindarlık iyi bir özellik değil ama tarihi bilmek, onu unutmamak ve ondan ders çıkarmak da önemlidir. Bu önem nedeniyledir ki insanoğlu günümüzde kendi geçmişine büyük önem veriyor. Onula ilgili araştırmalar yapıyor,onu değişik yönleriyle öğrenebilmek için yoğun çaba sarf ediyor. Kaldı ki bu gün insanlar sadece kendi soylarına ait tarihle de yetinmiyor; hayvanları, bitkileri, toprağı, hava ve suyu, bir bütün olarak doğanın geçmişine de büyük bir özenle eğiliyorlar. Araştırma alanı şimdi artık yer küremizi aştı, önce güneş sisteminin öteki parçalarına ve oradan da başka güneş sistemlerine doğru genişlemeye başladı.

Oysa biz kendi yakın tarihimize dahi gerekli ilgiyi göstermiyoruz ya da gösteremiyoruz. Bunun en büyük nedeni elbet içerisinde yaşadığımız olumsuz koşullar, diğer bir deyişle baskı ve yasaklardır. Gerçekten de ülkemizi paylaşmış olan sömürgeciler, halkımıza karşı öylesine acımasız yasaklar uyguladılar ki on yıllarca adeta nefes alamaz olduk. Kabul etmek gerekir ki yasaklar ve asimilasyon konusunda en ağır uygulamalar ise Türkiye’de yaşandı. T.C. kurulduğundan bu yana, Kürt halkına ait her şeyi yok etmek Ankara’daki yöneticiler için bir ideal, stratejik bir hedeftir. Dilimiz, kültürümüz, tarihimiz ve bütün bunların da ötesinde kimliğimiz, günümüzde hâlâ da söz konusu tehlikelerden  kurtulabilmiş değil.

Beri taraftan, geçmişe yönelik göreceli ilgisizliğin bir diğer nedeni de bu işle en çok uğraşması gereken entelektüellerimizin bir zaafı ya da eksiğidir. Doğrusunu söylemek gerekirse Kürt entelektüeli olarak nitelendirilebilecek çevrelerin bu alandaki zaafları küçümsenir gibi değil.

20. yüzyılın ilk yarısında, Kuzey Kürdistan halkımızın özgürlük mücadelesinde, belirgin bir yeri olan Alîşêr ile onun kahraman eşi Zarîfe hakkındaki bilgilerimiz de bu zaafın etkisi altındadır. Bu gün Kürt entelektüelleri arasında bir yoklama yapılsa, acaba yakın tarihimizin bu iki önemli kişisi hakkında kaç tanemiz üç beş cümlelik bilgiye sahibiz? Eminim ki bunların sayısı iki elin parmağını geçmez. Gençler arasında böyle bir araştırma yapılsa sonuç koca bir sıfır olur. Peki bu hangi anlama geliyor? Bu, sömürgecilerin izlediği asimilasyon politikasının önemli ölçüde başarıya ulaştığının kanıtıdır. Tabii aynı zamanda hepimiz için bir alarm niteliğindedir.

Böyle bir girişten sonra, gelelim asıl konumuza, Alîşêr ile Zarîfe kimdir, ne istediler, ne yaptılar ve nasıl öldüler?

Alîşêr ile Zarîfe Koçkiri’liler. Koçkiri, Sivas ili sınırları içersinde kalan bir bölgedir; Kürdistan’ın coğrafi sınırlarının kuzey-batı noktasını oluşturur. Kimi araştırmacılar, bu bölgeyi Dêrsim`ın batısı ya da Batı Dêrsim olarak da kabul eder. Gerçekten de coğrafi, tarihi ve kültürel olarak Koçkiri ile Dêrsim’i birbirinden ayrı düşünmek pek de kolay değil.

Halkımızın “Alîşêr Efendî” dediği Alîşêr, Koçkiri`nin Azgêr köyünde dünyaya geldi. Çeşitli resmi kaynaklarda ise Alîşêr’e duyulan kinin etkisiyle olsa gerek ki bu köyün adı, negatif anlamı olan “Ağızkir” şeklinde geçiyor.

Alîşêr ile Zarîfe’nın doğum tarihleri hakkında kesin bir bilgi yok.

Dr. M. Nuri Dêrsimî, 1937’de katledilirken Alîşêr’in 75 yaşında olduğunu yazıyor. Ancak bu rakam bana gerçekçi gelmiyor. Çünkü eğer bu doğruysa, 1921 Koçkiri direnişi sırasında Alîşêr’in 59 yaşında olması gerekir. Oysa direniş sırasında çekilmiş fotoğraftan da rahatça anlaşılabileceği gibi o yaşta değil. Emekli Türk Albayı Nazmi Sevgen’e göre ise Alîşêr öldürüldüğünde 55 yaşındaydı. Nazmi Sevgen hangi kaynağa dayanarak bu bilgiyi veriyor, belli değil. Ancak bana bu da gerçekçi gelmiyor. Dêrsimlilerin anlattıklarına bakılırsa Alîşêr’in 65 yaş civarında yaşamını yitirdiği söylenebilir.

Alîşêr, Sivas’ta eğitim gördü. Okulu bitirdikten sonra Koçkiri yöresine hükmeden Mustafa Bey’in katibi oldu. Bu durum, ona halkla iyi ilişkiler kurmasına olanak sağladı ve gerçekten de bu konuda başarılı oldu. Mustafa Bey, 1902 yılında Osmanlı yöneticileri tarafından Sivas vilayetine davet edildi ve zehirlenmek suretiyle öldürüldü. Alîşêr, onun ölümünden sonra beylik işlerinde daha aktif rol oynadığı için etkinliği de arttı.

Yöre halkı arasında, 1. Dünya savaşı yıllarında Alîşêr’in bir süre için Rusya’ya gittiği yolunda yaygın bir kanı var. Anlatılanlara göre, o dönem Alîşêr bir süre ortalıkta gözükmemiş. Sonra, Rus Ordusu Osmanlılara karşı zafer kazanıp Erzincan’a doğru ilerlerken de ortaya çıkmış. Onun Rusçayı bildiğini de, o dönemi yaşayan ve kendisi hakkında bilgi sahibi olan bir çok kişiden duymuşumdur.

1. Dünya Savaşı sırasında Rus Ordusunun Erzincan’a doğru ilerlediği günlerde Alîşêr’in onlarla birlikte olduğu, Kürdistan’ın geleceği ile ilgili görüşmeler yaptığı biliniyor. Yani bu konuda herhangi bir tereddüt mevcut değil. Dönemin görgü tanıklarından Dr. Nuri Dêrsimî de Kürdistan Tarihinde Dêrsim isimli kitabında aynı konuda bilgiler veriyor. Alîşêr bu görüşmeleri, KoçkiriSivasMalatya ve Dêrsim Kürtlerinin temsilcisi sıfatıyla yapmaktaydı.

Yine aynı dönemde, Kürt temsilci olarak Alîşêr ile Ermeni temsilciler arasında da görüşmeler yapılıyordu. Ne var ki Rusların bilgisi dahilinde harcanan bu çabalardan kalıcı bir sonuç elde edilemedi. Bu gün elimizde, söz konusu görüşmelerin içeriğine ilişkin detaylı bilgi yok. Ama görüşmelerin her iki taraf bakımından kabul edilebilecek bir uzlaşmayla sonuçlanmadığı ortadadır. Dr. M. Nuri DêrsimîAlîşêr’in Ermenileri eleştirdiğini, Büyük Ermenistan’dan başka bir şey düşünmediklerini, Kürt ulusal taleplerini ise göz ardı ettiklerini söylediğini belirtmektedir. Aslında bu, titizlikle araştırılması gereken bir konudur. Çünkü bu görüşmeler her iki halk açısından da hayati derecede önemliydi. Kürtlerle Ermeniler o tarihte ortak bir uzlaşma noktası bulsa ve Türk milliyetçilerine karşı birlikte mücadele edebilselerdi, pekâlâ daha sonra başlarına gelen felaketlerle karşılaşmayabilirlerdi.

Rusların Erzincan’ı işgal edişlerinden kısa bir süre sonra ise Alîşêr, yanındaki askerlerle birlikte Dêrsim’e geçti ve orada yaptığı ilk iş, Ovacık’taki [1] Osmanli yönetim birimlerini dağıtmak, yerine bir Kürt yönetimi kurmak oldu. Alîşêr’in Ruslardan neden koptuğu ve ilişkilere zarar verecek böyle bir harekete yöneldiği ise bilinmiyor.

Ne var ki Alîşêr kendisi bir daha Ruslarla yüz yüze gelmedi ama onlara karşı çalışmadı da. Daha doğrusu bu konuda elde her hangi bir belge mevcut değil. Tersine, onunla yakın ilişki içerisinde olan Dêrsimli bir çok aşiret reisi topluca ya da tek tek Erzincan’a giderek Osmanlı egemenliği altında yaşamak istemediklerini söylediler, Kürtlere yardım etmesi ve Küdistan’ın kurulması için Rus Çar’ına başvuruda bulundular.

Bir süre sonra ise Alîşêr’in yeniden Koçkiri’ye döndüğünü görüyoruz. Gerek Dêrsim’de, gerekse Koçkiri’de bulunduğu dönemde, bitmez tükenmez bir enerjiyle ve Kürdistan davası için çalışmak onun en büyük tutkusuydu.

Bu yıllarda, onun ve yurtsever hareketin öteki önderlerinin sürdürdükleri çalışmalar kısa sürede meyvesini vermeye başladı. Bilinçlenme ve örgütlenme açışından önemli ilerlemeler sağlandı. AlîşêrKürdistan Teali Cemiyeti ile diyalog içerisindeydi. Kimine göre ise ona üye idi. 1902 yılında katledilen Mustafa Bey’in oğlu Koçkirili Haydar Bey başta olmak üzere, yörenin bir çok ileri geleni aynı Cemiyete üye olmuşlardı. Koçkiri bölgesinin merkezi ilçesi olan Ümraniye’de Kürdistan Teali Cemiyet’inin şubesi açıldı, yayın organı olan Jîn dergisi bölgede genişçe dağıtılmaya başlandı. Kısacası, Koçkiri halkı, hızla ortak ulusal hedefler etrafında kenetleniyordu.

Aynı dönemde mücadelede aktif rol alan ve Kürdistan Teali Cemiyeti’ne de üye olan Dêrsimli M. Nuri (Baytar Nuri), bölgede bir değil, birden çok Kürdistan Teali Cemiyet’i şubesi açtıklarını belirtiyor: “Zara-Divriği-Kangal-Hafik ilçeleri arasında temaslara geçilerek, Kürt nüfus kesafeti, bulunan Ümraniye-Beypınar-Celallı-Sincan-Hamo-Zmara ve Domurca nahiyeleri merkezlerinde birer “Kürdistan Teali Cemiyeti” şubesi açılarak Kürtler arasında kuvvetli bir milli cereyan meydana getirmeğe mufafak olmuştum. Aynı şekilde Dêrsim`de de Alîşêr vasıtasıyla teşkilat yapılmasına devam olunuyordu.” [M. Nuri Dêrsimi, Kürdistan Tarihinde Dêrsim, KOMKAR Yayınları, Köln [Almanya], 1988, s. 122]

Beri taraftan, Koçkiri`de bu çalışmayı yürütenler, Dêrsim olmaksızın başarıya ulaşamayacaklarının bilincindeydiler. Bu nedenle de bütün bu çalışmalar Dêrsim ile koordineli bir şekilde yürütülüyordu. Ümraniye’deki Kürdistan Teali Cemiyeti, Dêrsim’den bir çok etkin kişiyi üye olarak bünyesine almıştı.

Aynı dönemde, Mustafa Kemal Erzurum-Erzincan yolunu izleyerek Ankara’ya ulaştı ve bir süre sonra ise 1. TBMM’ni kurdu. Türk cephesinde bunlar olurken Alîşêr yeniden Koçkiri’den Dêrsim’e geçti. Yanında Refahiye yöresi Şadiyan aşiretinin reisi Paşo ve bir dizi arkadaşı vardı. 1937 harekatı sırasında, Dêrsim’de görev yapmış olan ve daha önce adından bahsettiğimiz Türk Albayı Nazmi SevgenAlîşêr’in Kurdistan Teali Cemiyeti’nden aldığı talimat üzerine Dêrsim’e gittiğini yazıyor.

Alîşêr Dêrsim’e adım atar atmaz, yoğun propaganda ve örgütleme faaliyetine girişti. Yöredeki gelişmeleri çok yakından izleyen Türk yöneticilerden biri olan Erzincan Valisi Ali KemaliErzincan isimli eserinde, Alîşêr’in bu çalışmalarıyla ilgili olarak geniş bilgi veriyor, onu söylediklerinden bölümler aktarıyor. Ali KemaliDêrsim’e varır varmaz, Alîşêr’in halka şöyle dediğini yazıyor:

“Kürdistana muhtariyet verildiğinden aşiretlerin barışmaları lazımdır; derhal teşkilâta başlanmalıdır; bütün aşiret reisleri ve elebaşılar namına Ankara’ya bir heyet göndererek, Avrupa’nın Kürtlere hediye ettiği muhtariyeti Ankara hükümetine tasdik ettirmek icab eder. Şayet Ankara bu teklifi kabul etmek istemezse, o hükümet aleyhine kıyam olacağını bildirmeliyiz.” [Erzincan Valisi Ali Kemali, Erzincan, Resimli Ay Matbaası, 1932, s. 152-153]

Ne var ki Alîşêr’in burada otonomiden bahsetmesini bir taktik olarak görmek gerekir. Onun değişmez nihaî amacı, bağımsız Kürdistan’dır. Nitekim bu amaç, hem Türk yöneticilerin konuya ilişkin olarak yazdıklarına yansıyor hem de bizzat o yörenin Kürtleri tarafından hazırlanmış belgelerde. Sözü yine Erzincan Valisi Ali Kemali’ye bırakalım:

“Kürtler, daha evvel telgraf çekerek Türk hükümetinden ayrılmayacaklarını itilaf [2] devletlerine bildirmişlerdi. Alîşêr, nihayet, aşiret reislerinin bu telgrafı Türk hükümetinin tazyiki üzerine yazmış olduklarına ve asıl maksatlarının müstakil bir Kürdistan teşkilinden ibaret bulunduğuna dair bir muhtıra kaleme alarak, Kürt Teali Cemiyeti vasıtasıyla itilaf devletleri mümessiline gönderdi.

“Diğer taraftan bir takım Kürtler Kangal ve Divriği arasında Hasan Baba [3] tekkesinde toplanmışlar, Sevr Antlaşması mucibince Diyarbekir-Bitlis-Van-Elaziz mıntıkasını ihtiva etmek üzere teşekkülü icab eden müstakil Kürdistan gayesi uğruna –silaha sarılarak- çalışmağı kararlaştırmışlardı.“ [Ali Kemali, age. s 153]

Alîşêr, tıpkı Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’de dile getirdiği gibi, birliği başarıya ulaşabilmenin temel koşulu olarak görüyordu. Ona göre bu olmadan, bir yere varmak mümkün değildi. Bu bakımdan, Dêrsim’den büyük beklentileri vardı Alîşêr’in. Bir şiirinde, bu yöndeki beklentilerini şöyle dile getiriyordu:

Ûkilik perdesini atalım,

Birlik makamıdır zamanı Dêrsim.”

Kuşkusuz Alîşêr ve ileri gelen öteki Kürtler için birlik ne kadar önemli idiyse, Türk sömürgecileri için de bunun tersi öyleydi. O nedenle de onlar, para, mevki de dahil, her yolu deneyerek Dêrsim’de birliği bozmaya çabaladılar. Alîşêr, bunun farkındaydı. O, Mustafa Kemal ve çevresinin Kürtleri aldatabilmek için bir dizi vaatlerde bulunduğunu görüyor ve bu tuzağa karşı uyarıcı konuşmalar yapıyordu. Onun bu çabasını şu dizelerinde de görmekteyiz:

“Ayağımda kundura

Gittim, düştüm tandura...

Padişahın haberi yok

Bunu eden Kongura [Kongre] [4]

[Aktaran Ali Kemali, age. s. 153]

 

Bir başka şiirde ise Alîşêr’in Mustafa Kemal ile ilgili düşüncelerini şu şekilde dile getiriliyor:

Sarı Paşa

Çetelerden sonra girip savaşa

Geçmiştir başa

Ankara`da otağına kurulup

Bizi oyalamakla

Başlamış işe”

[Aktaran Evin Aydar Çiçek, Koçkiri Ulusal Kurtuluş Hareketi, APEC Yayınları, Stockholm 1999, s. 151]

Alîşêr’in Dêrsim’de yürüttüğü çalışmalar bir süre sonra meyvelerini vermeye başladı. Örneğin, resmi propagandanın ya da onun etkisiyle olayları yorumlayanların iddialarının aksine Dêrsim, 1920’lerde Mustafa Kemal’e kayda değer bir destek sunmadı. Erzincan valisi Ali Kemali aynı noktaya değinirken şunları söylüyor:

“Alişer’in Dersim’de ektiği fesat tohumları bu sırada filiz vermeye ve tesirini göstermeğe başladı. Ezcümle Ovacık kazasının Çerpazın nahiyesi eski müdürü Mustafa Ağa, Kemah köylerine gelerek ‘Asker toplanmasına padişahın emri olmadığını, Dersimliler asker vermeyeceklerini, Kemahlıların da vermemelerini’ tembih etti ve bunu temine çalıştı.”[Ali Kemali age. s.154]

Burada Dêrsim’in bati yörelerindeki durum üzerinde duruluyor. Ya Doğu Dêrsim! Orada durum farklı mıydı? Değildi elbet. Yine bölgedeki gelişmeleri çok yakından bilenlerden Türk generali Kazım Karabekir, Doğu Dêrsim aşiretlerinin de aynı şekilde kendi aralarında toplantı yaptıklarını ve Mustafa Kemal hükümetine asker vermediklerini yazıyor. [Kazım Karabekir, Kürt Meselesi, Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Faruk Özerengin, Emre Yayınları, İstanbul, 2004, s. 97]

Türk yönetimiyle Kürtler arasında her hangi bir uzlaşma sağlanamayınca da 1921 yılının başlarında Koçkiri’de Kürt kuvvetleriyle Türk birlikleri arasında silahlı çatışmalar başladı. Başladığında ise Alîşêr’i bu kez askeri komutan olarak en ön saflarda görüyoruz. O, bir gün Kemah’tadır, bir gün Kuruçay’da, bir gün Ümraniye’de. Anlayacağınız, cepheden cepheye koşuyor. Karısı Zarîfe da kendisiyle birliktedir. O da tıpkı akrabası ve kocası Alîşêr gibi bir cepheden ötekine koşup duruyor.

1921’de Koçkiri’de büyük çatışmalar yaşandı ve her iki taraftan da ağır kayıplar verildi. Türk ordu birlikleri, Kürt kuvvetleriyle başa çıkamayacaklarını anlayınca da, sivil halkı hedefleyen büyük bir sindirme harekatına giriştiler. Köyler yakılıp yıkıldı, büyüyk-küçük ayırımı yapılmaksızın binlerce kişi katledildi. Soykırım niteliği kazanan böyle bir saldırıya karşı ise Kürtlerin yapabileceği bir şey yoktu. Piyade tüfeği ile, modern bir ordunun ağır silahlarla yürüttüğü yıkıcı savaşı durdurmak olanaksızdı ve sonuçta da Kürt direniş güçleri başarıya ulaşamadılar. Elbet bu sonucun ortaya çıkmasında, öteki Kürt direnişlerinde olduğu gibi, Kürtlerden bazılarının mücadeleden çekilmeleri ve düşmandan yana tutum takınmaları da büyük rol oynadı. Koçkiri başkaldırısı Alîşêr’in bir şiirine şöyle yansıyor:

Koçkiri başladı harba

Sesi gitti şarka garba

Kaç ordu asker geldi

Dayanamadı bu darba

 

Dilo yaman yaman

Çiyan girto berf û duman

Me ra bişîn Şahê Merdan

Ew e dermanê hemû derdan

 

Ovacığın aşireti,

Zapt eyledi memleketi,

Geriden imdat gelmedi,

Hozat [5] çekmedi gayreti.

(....)

Kürdistan’ın orduları,

Kahr ettiler barbarları,

Vatan için öleceğiz,

İstemeyiz Moğolları.

(....)

Yemin edenler elmaya [6]

Zülfükar-i Murteza’ya

Geriden teller çektiler,

Biz uymayız eşkiyaya.

(….)

[Aktaran Dr. M. Nuri Dêrsimî, age s. 155]

Koçkiri’deki özgürlük direnişi başarıya ulaşamayınca da Alîşêr bir kez daha Dêrsim’e döndü. Ama durmak yoktu onun için. Koçkiri’de bir cephe savaşı kaybedilmişti fakat halkının çözüme kavuşmamış bir davası vardı ve o dava için ara vermeden çalışmayı sürdürmek gerekiyordu; Alîşêr de onu yaptı.

Ancak Alîşêr, mücadeleyi dar bir çerçeveye hapseden bir anlayışa da sahip değildi. O, halkın yaşamını etkileyen her konuda çalışmayı esas alan geniş bir perspektife sahipti. O nedenle de Dêrsim’e döner dönmez, değişik alanlarda çalışma yapmaya başladı. Örneğin:

1. Aşiret  ileri gelenlerini okullar açıp çocukları okutmaya teşvik etti, kendisi de fırsat buldukça bu okullarda öğretmenlik yaptı.

2. Sazı ve sözüyle halkı bilinçlendirme çalışmalarına aynı hızla devam etti,

3. Aşiretler arasında barış sağlanması ve güçlü bir birliğin gerçekleşmesi için çabalarını sürdürdü,

4. Devletten  kaynaklanan her hangi bir saldırıya karşı hazırlıklı olmak için çaba harcadı. Bu arada halkın moralinin yüksek tutulması için şairliği dahil bütün yeteneklerini ve enerjisini kullandı.

Alîşêr’in Kürt dilinin gelişmesine de büyük önem verdiği biliniyor. O, her iki dilde, Kürtçe ve Türkçe şiirler yazdı. Bu şiirlerden bazıları, bu güne kadar değişik yerlerde yayınlanmış durumdalar. Ancak şiirlerinin büyük bir bölümü ile yazıları, Türk yönetiminin eline geçti ya da kayboldu. Düz yazılarından bu bugüne kadar yayınlanmış bir tek örnek bile yok.

Alîşêr’e ait belge ve yazılarından bir kısmı, yıllarca Koçkiri’de bir akrabasının yanında saklı kaldı. Her baskı dalgası geldikçe aile bunlardan bazılarını yaksa ya da başka türlü tahrip etse de, 1980 askeri darbesi sırasında bir haylisi hâlâ duruyordu. O tarihlerde, bu belgeleri kurtarabilmek için bizzat çok çaba gösterdiğim ancak başarılı olamadım. Aileden konuştuğum kişi korktuğu için, yardım etmeye yanaşmadı. Daha sonra ise tümünün yakıldığını duydum.

Tabi, daha önce de belirttiğim gibi, Alîşêr’e ait yazı ve belgelerin önemli bir bölümü 1937’de katledildiği mağaradaydı ve bunlar katiller tarafından askeri yöneticilere teslim edildiler. Yukarıda adı geçen emekli albay Nazmi Sevgen, mağaradaki söz konusu yazı ve şiirlere değiniyor. Ne var ki bir kaç örnek dışında bunlar da bu güne kadar yayınlanmış değiller.

Nazmi Sevgen’nin verdiği bilgilerden, Batı Dêrsim’de, Ali Boğazı çevresinde yaşayan Qoçan (Qocû) aşiretinin 1926 yılında, devletin düzenlediği askeri operasyona karşı sergilediği muhteşem direnişin de Alîşêr tarafından destansı bir tarzda şiirleştirdiği anlaşılıyor. Bu gün piyasada yer alan 30’dan fazla Türkçe şarkı ve türkünün, sözlerinin Alîşêr’e ait olduğuna ilişkin bilgiler var ama bu ne kadar doğru, elimizde kanıt yok.

Burada, Alîşêr’in yaşamı ile ilgili olarak anlatılanlar aslında onun hemşerisi, akrabası ve eşi olan Zarîfe’nin da hayat hikayesidir. Dêrsim halkı, Alîşêr’e nasıl ki Alîşêr Efendî diye hitap ediyorsa, Zarîfe’ya da aynı nedenle Zarîfe Xanime diyor.

Şunun altını çizerek belirtmek gerekir. Alîşêr yukarıda özetle değinilen çalışmaları yaparken Zarîfe kenarda kalmadı, diğer bir deyişle evinde oturup izlemedi. Onlar, karı-koca olarak baştan sona kadar aynı sengerde [cephede] yer aldı. Acıları, sevinçleri ve kavgaları hep bir oldu onların. Alîşêr’in erkekleri bilinçlendirmek için yaptığı çalışmaları, Zarîfe sürekli kadınlar içersinde yaptı. Günü geldiğinde ise tıpkı kocası gibi, elinde silahı,  yaz-kış demeden, Koçkiri ve Dêrsim’in yüce dağlarında, derin vadilerinde çarpıştı. Onun, sıcak çatışmalardaki cesareti ve becerisi yöre halkı arasında on yıllarca anlatıla geldi.

Zarîfe güler yüzlü, konuksever ve sosyal ilişkilerde çok başarılı bir insandı. Dêrsim’in ileri gelenleri arasında yapılan bir çok politik toplantıya bizzat katıldı, tartışmalarda yer aldı; zekası ve bilinciyle katkı sağladı. Pratik yaşamında, Kürt toplumunda güçlü şekilde var olan erkek-kadın ayırımına hiç boyun eğmedi. Aşiretçi geleneklerin çok güçlü olduğu Dêrsim’de, erkeklerle aynı toplantılara katılıp tartıştı, aynı sofrayı paylaştı, aynı sengerde silah attı.

Devlet bu arada boş durmadı. Alîşêr ile Zarîfe’nın Koçkiri de bulunan akrabaları vasıtasıyla sürekli haber gönderildi, mektuplar yazıldı. Yöneticiler, teslim olması halinde kendisine her hangi bir şekilde zarar verilmeyeceğine ve cezalandırılmayacağına dair söz verdiler ama Alîşêr kabul etmedi.

Türkiye yıllarca süren hazırlıklardan sonra, devlet, 1937 yılında Dêrsim’i büyük güçlerle çembere aldığı zaman, Alîşêr politik bilgisi, askeri deneyi ve ajitatörlüğüyle yine direnişin baş yönlendiricilerinden biriydi. O dönemde, kimi dostları tarafından yapılan yurt dışına çıkma önerisini kabul etmedi. Ne o düşündü bunu ne de Zarîfe. Onlar her zaman böyle bir davranışı halkı yalnız bırakma şeklinde algıladılar ve reddettiler.

En son, Sey Riza [Seyîd Riza], 1937 yılının temmuz ayında bunu önerdi kendisine. Alîşêr yine kabul etmedi. Ne var ki Sey Rıza bunun önemli bir görev olduğunu söyleyince iş değişti. Zarîfe’nın da hazır bulunduğu görüşme de Dêrsim’in durumunu etraflıca tartıştıktan sonra Alîşêr ülkeyi terk etme önerisini kabul etti. Üstelik Zarîfe’dan ayrılacak, yalnız gidecekti.

Sey Rıza, ondan yurt dışına çıkmasını isterken yapılması gereken işleri şöyle sıralamıştı:

1.Kuşatılmışlığı kırabilmek için Dêrsim halkının sesini dünyaya duyurmak,

2.Büyük devletlerin olaya müdahale etmelerini sağlamaya çalışmak,

3.“Dış Kürtler” diye nitelendirdiği Kürtlerden yardım talep etmek.

“Dış Kürtler”le kast edilen, Dêrsim dışında yaşayan Kürtler mi, yoksa sadece Türkiye sınırları dışında yaşayan Kürtler mi belli değil. Ne var ki o koşullarda, bu sözün nerde olurlarsa olsunlar, bütün Kürtlerin kastedildiğini kabul etmek yanlış olmasa gerek.

Sey Riza ile konuştuktan sonra, Dêrsim’in ünlü ziyaretlerinden Tujik Bava ya da Sultan Baba dağı eteklerinde barınakları Palaxine mağarasına döndüler.

Alınan karara göre, Alîşêr’in Sovyetler Birliği’ne gitmek üzere hemen yola çıkması gerekiyordu. Bu nedenle, hemen hazırlık yapmaya başlandı. Ancak bu yolculuğa çıkamadı. Sey Riza ile görüştükten bir gün sonra ve yola çıkmadan bir gün önce, Sey Rıza’nın yeğenlerinden Zeynel Top ve yanındaki bir grup arkadaşı kendisine ziyaret etmek üzere yanına gittiler. Alîşêr onları karşılamak üzere mağaradan çıkarken onlar kendisini kurşunladılar. Zarîfe durumu fark edince “Wiy, hevalê min dikujin!” dedi ve silahını çektiği gibi katillerden birini öldürdü. İkincisiyle yüz yüze geldi, tam onu da öldürecekken, Zeynel’in açtığı ateşle kendisi de yaşamını yitirdi.

Sömürgeci zulüm ile yerli ihanet birleşmiş, yaşamlarını halkının özgürlüğü davasına adamış iki büyük yurtsever, iki kahraman katledilmişti. Kalleşçe, ahlaksızca ve zalimce...

Ancak, kandırılmış zavallı ihanetçilerin yaptıkları bununla da kalmadı. Bu iki soylu insanın başlarını kestiler, Alîşêr’e ait kitap, yazı ve belgelerle birlikte yola düştüler. Zeynel Top, oradan ayrılır ayrılmaz, Rayvero Qop ile görüştü. Rayver Sey Rıza’nın bir diğer yeğeniydi ve katledilme planının asıl mimarı oydu. Türk subaylarıyla uzun uzadıya o konuşmuş ve planı onlarla birlikte o hazırlamıştı. Sey Riza’nın iki yeğeni Zeynel ile Rayvero Qop buluşur buluşmaz, hiç beklemeden doğruca 17. Tümen karargahına gittiler. Alîşêr Efendî ile Zarîfe Xanim`ın kesik başları ile kitap ve belgeler karargahta Türk subaylarına teslim edildi. Devlet, o zaman Kürtlerin kellesini götüreni cömertçe ödüllendiriyordu. Alîşêr ile Zarîfe’nın başlarına konan ödül ise Sey Riza’nınkinden sonra en büyük ödüldü. [7]

Alîşêr Efendî ile Zarîfe XanimSey Riza ile görüştükten bir gün sonra katledilmişlerdi.  Türk albayı Nazmi SevgenAlîşêr’in 9 Temmuz 1937 günü katledildiğini yazıyor. Bu duruma göre Sey Rıza ile görüştükleri gün, 8 Temmuz’dur. Albay Nazmi Sevgen, 17. Türk Tümen Karargahı’nda kesik başlarla kitap ve belgeleri teslim alan subaydı.

Albay Sevgen Alîşêr ile Zarîfe’nin ölülerinin çürümeye terk edildiklerini söylüyor, bu doğru değil. Sey Rıza, daha ölüm haberini almadan, durumdan kuşkulanmış ve Alîşêr’in yanına bir kaç silahlı adam göndermişti. Ne var ki bu önlemi almakta gecikmişti o. Yola çıkan grup mağaraya vardığı zaman, Alîşêr ile Zarîfe öldürülmüştü. Cesetler onlar tarafından orada gömüldü.

_________________

[*] Bu yazı, Înstitutê Ziwan û Kulturê Kirmanckî (Zazakî) tarafından 30 Haziran 2006 tarihinde Berlin’de düzenlenen “Alîşêr Efendî İle Zarîfe Xanim Anısına Koçkiri Direnişi-1921” Konferansı’nda yapılan konuşma metninin genişletilmiş halidir.

[1] Dêrsim’in kuzeybatısında yer alan bir ilçe.

[2] İttilaf Devletleri, 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlılara karşı birlikte savaşan İngiltere, Fransa ve İtalya

[3] Dönemin görgü tanıklarından, Alîşêr’in mücadele arkadaşı M. Nuri Dêrsimî (Baytar Nuri) toplantının Huseyin Abdal Tekkesi’nde yapıldığını yazıyor. [Dr. M. N. Dêrsimî, age. S. 126]

[4] Mustafa Kemal, 1919 yılında İstanbul’dan Samsun’a oradan da Erzurum’a gitti. Önce Erzurum, sonra Sivas’ta birer Kongre topladı. 23 Nisan 1920 yılında 1. TBMM’nin kurulması bu kongrelerden sonradır. Alîşêr, M. Kemal ve arkadaşları yerine burada  “Kongura” terimini kullanıyor.

[5] Kürtçe “Xozat” olarak adlandırılan ilçe Dêrsim’in o dönemki merkez ilçesidir.

[6] Alevi inancına sahip Dêrsim halkı arasında kutsal bir meyve olarak kabul edilen elma üzerine yemin etmek, o dönem geçerli olan bir gelenektir.

[7] Okuyucu muhtemelen Türk askeri komutanlarıyla işbirliği yaparak Alîşêr ile Zarîfe’yı katleden Rayvero Qop ile Zeynel’in ne olduklarını merak ediyordur.

Zeynel, bir süre sonra devletin vaatlerini yerine getirmediğini, kendilerini aldattığını görünce ertesi yıl, yani 1938 ilkbaharından itibaren silahlı direnişe başladı. Aylarca çok zor koşullarda, başarılı bir savaş yürüttükten sonra, aynı yılın yaz aylarında bir çatışmada yaşamını yitirdi.

Rayvero Qop ise 1938’de katliamın yaşandığı günlerde, yöredeki Türk generalini ziyaret  etti. Aralarında daha önce varılan anlaşmaya göre, Türkiye’nin batısında, Ege kıyısında kendisine vaat edilmiş olan çiftliğe gitmek istediğini söyledi. Artık Dêrsim’deki silahlı direniş esas itibariyle kırılmış, yapabileceği bir şey kalmamıştı. Komutan, orada öldürttü kendisini ve daha önce yaptığı hizmetler karşılığında kendisine ödenmiş olan paralara da el konuldu. Sadece o değil, dışarıda kendisini beklemekte olan 16 yaşındaki oğlu, sonra da öteki aile bireylerinden ele geçirilenler katledildiler. Aslında Rayvero Qop’un hikayesi 1937-38 direniş sırasında halkına ihanet ederek devletten yana tavır alan bütün Dêrsimlilerin hikayesidir. Devlet, ihtiyacı olduğu günlerde sırtını sıvazladığı bu insanları, direniş sona erer ermez acımasızca cezalandırdı. Bunların büyük bir kesimi, sadece kendileri yaşamlarını yitirmekle kalmadılar; devlet, yaş ve cinsiyet farkı gözetmeksizin  aile bireylerini ve akrabalarını da yok etti.

Zazaki.net

 

YAZARLAR Haberleri

Önemli Bir Portre: Numan Efendi
Aziz Özdemir yazdı: Irkçılık Ya Da Işıl Özgentürk
İrfan Aktan: Işıl Özgentürk’ün çukuru
Yeni Amedspor yönetimi ve transfer politikası
Binbaşı Kasım Ataç: Bir Ajanın Anatomisi