30 Temmuz 1943 tarihinde son yüz yılın en büyük Kürt katliamlarından biri yaşanır; ‘Bizi öldürmeye götürüyorlar’ diyen bir kişi firar etmeyi başarır. 33 Kürt köylüsü Sefo Deresi'nde (Geliyê Sefo) gözleri ve elleri bağlı olarak kurşuna dizilir.
İçlerinden biri "Kaçalım bunları biz dereye götürüp öldürecekler" dedi… Diğerleri hep bir ağızdan "Suçumuz ne ki bizi öldürecekler. Aslında kaçarsak bizi öldürürler" diyerek kaçma önerisine karşı çıktı.,
"Kaçmalıyız" diyen bir yolunu bulup kaçmayı başardı, "Asıl kaçarsak bizi öldürürler" diyenlerin hepsi kurşuna dizildi.
Katliam emrini veren Orgeneral Mustafa Muğlalı, katliam şifresinde "Bu kişileri hududa götürülerek kendilerinden bilgi alınmasını, İran hududunun çapulcuların kimseye görünmeden geçilmesine elverişli noktalarının öğrenilmesini faydalı buluyorum. Bu adamların her an kaçmalarının mümkün olduğu göz önüne alındığında askerlerin uyanık bulunması ve gerektiğinde silah kullanılması şarttır" diyerek ‘Kaçtılar’ izlenimi verilerek kurşuna dizilmeleri talimatını verir.
Sınırın Türkiye tarafından bunlar yaşanırken İran’da ise Kürtler Mahabad Kürt Cumhuriyeti'ni kurmaya hazırlanıyordu. Kürtlerin İran’da bağımsızlık için verdiği savaş haliyle Türkiye Cumhuriyeti'ni rahatsız ediyordu. İran’da yaşanan kargaşanın Türkiye’ye sıçramaması için Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ilave tedbirler planlıyordu.
NELER OLDU?
1943 yılının yaz ayları… Türkiye'nin Kürt ayaklanmaları sırasında işlediği Dersim, Zilan gibi katliamların anıları henüz hafızalarda tazedir ve İran Kürtlerinin ayaklanması da yeni bir katliam için ‘şartları olgunlaştırıyordu’.
Kaçakçılık ve İran’da Kürt bağımsızlık savaşı devleti harekete geçirir. Sınırın İran tarafındaki Kürt aşiretlerine mensup bazı kişilerin sıklıkla sınırın Türkiye tarafına geçerek çeşitli faaliyetler içinde bulunduğuna ilişkin Van Valiliği ve zamanın İçişleri Bakanı Recep Peker’in onayıyla gizli bir karar alınır. Askeri birliklerin İran’a geçip takip yapması devleti zorlayacağından devletle resmen ilişkisi görünmeyecek olan gayrinizami bir yapı ya da çete oluşturularak operasyonlar yapacaktır. Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel daha Valilik ve İçişleri Bakanlığı'nın onayı almadan bu tür bir faaliyeti çoktan başlatmıştır. Kaymakam Tuncel’in amacı ise devletin güvenliği değil, bölgede yaşanan karışıklıktan faydalanarak maddi çıkar temin etmektir.
Özalp Jandarma Komutanı ve Hudut Tabur Komutanı da Kaymakam’ın kurduğu çetenin içinde bulunmaktadır. Aşiret reislerine ait hayvan sürüleri bu çete tarafından gasp ediliyordu.
Fakat bu çetenin yaptığı faaliyetler Van Valiliği'nin kulağına gider ve Valilik, Özalp Kaymakamı'na böyle bir çetenin varlığına dikkat çekerek çetenin dağıtılmasını ister ama iş işten geçmiştir.
Kaymakamın liderlik ettiği çete İran tarafında yaşayan Aşiret reisi Memedê Mısto’nun 2 bin koyununa el koymuştur. Misto aşireti ise uzun yıllardır Türkiye devleti ile işbirliği yapmaktadır. Türkiye’ye bölgeden önemli bir istihbarat bilgisi sağlayan Mısto aşiretinin koyunlarına el konulması ile birlikte aşiretin lideri Memedê Mısto Özalp Kaymakamı'na "Hayvanlarımı geri verin, yoksa aynı yolla geri alırım. Türk hükumetini rencide etmek istemiyorum" diyerek bir mektup yazar. Kaymakam Tuncel’de ‘Gelip karını da koynundan alırız’ yanıtını verince Mısto aşireti üyeleri Türk hududunu aşarak halka ait 500 koyunu gasp eder.
Kaymakam ve etrafında kümelenen çete böyle bir baskının Türkiye tarafında yardım alınmadan gerçekleştirilemeyeceğini düşünerek harekete geçmeye karar verir, ancak askeri harekâta gerekçe olmak üzere Van Valiliği'ne, "Rus askerleri Özalp yakınlarına kadar geldi" diye şifreli bir telgraf çekerler.
Bu baskının intikamını Kürt köylülerinden çıkarmak isteyen Kaymakam Tuncel öncülüğündeki çete üyeleri, Milan aşiretinden 40 köylüyü gözaltına alır. Mısto’ya yardım ettiği iddiasıyla 40 köylünün ismini ise Rıfat adında bir arzuhalci ihbar eder. Köylüler mahkemeye çıkarılır ve Kaymakamın tepkisini tolere etmek için beş köylü tutuklanır ve diğerleri serbest bırakılır.
Ancak yaşanan olaylar Ankara’ya farklı intikal etmiş ve ‘Özalp’a Rus askeri girdi’ haberi ulaşmıştır. Bunun üzerine İsmet İnönü, Menemen isyanını bastırmış, İstiklal Mahkemeleri'ne başkanlık etmiş en güvendiği komutanlarından olan Orgeneral Mustafa Muğlalı'yı Özalp’a gönderir.
İlçe kaymakamı ve diğer komutanlar Muğlalı'ya bölgede isyan halinin hâkim olduğunu, vatanın elden gittiği ve İran’da yaşanan Kürt isyanının Türkiye’ye sıçradığı bilgisini verir. Bunu bir ihanet olarak değerlendiren Muğlalı’ya Kaymakam Tuncel, tutuklama tedbirlerinin yetersiz kalacağını ve bazı infazların gerçekleştirilmesinin aciliyet arz ettiği önerisini yapar.
Bunun üzerine Mustafa Muğlalı, mahkemenin serbest bıraktığı 35 kişinin yeniden gözaltına alınmasını ister. İçişleri Bakanlığı Müfettişinin ‘Onlar suçsuz’ raporuna rağmen Kaymakam Hilmi Tuncel’in ‘Ruslara istihbarat bilgisi veriyorlar’ iddiasını benimseyen Orgeneral Muğlalı, müfettişe daha fazla itiraz etmesi halinde kırbaçlatacağı tehdidinde bulunur ve katliamın şifresini verir : "Bu kişilerin hududa götürülerek kendilerinden bilgi alınmasını, İran hududunda çapulcuların kimseye görünmeden geçilmesine elverişli noktalarının öğrenilmesini faydalı buluyorum. Bu adamların her an kaçmalarının mümkün olduğu göz önüne alındığında askerlerin uyanık bulunması ve gerektiğinde silah kullanılması şarttır" der.
Ve 30 Temmuz 1943 tarihinde son yüz yılın en büyük Kürt katliamlarından biri yaşanır; ‘Bizi öldürmeye götürüyorlar’ diyen bir kişi firar etmeyi başarır. 33 Kürt köylüsü Sefo Deresi'nde (Geliyê Sefo) gözleri ve elleri bağlı olarak kurşuna dizilir.
Askerler katliamı gerçekleştirdikten sonra ‘Dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar’ marşı ile geri döner ama o an gözlerden kaçırdıkları bir şey vardır. 32 kişi ölmüş ama bir kişi yaralı olarak kurtulmuştur ve dağları aşarak İran’a sığınan bu kişi yedi yıl sonra iktidara gelen Menderes döneminde Türkiye’ye dönerek katliamın aydınlatılmasını sağlar.
32 kişi suçlu oldukları iddiasıyla kurşuna dizilirken, daha önce bu kişilerle birlikte gözaltına alınan ve Kaymakam Tuncel’in itibarına halel gelmesin diye tutuklanan beş kişi ise Van Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan yargılamada suçsuz bulunarak serbest bırakılır.
Katliamın azmettirici Mustafa Muğlalı'nın silah arkadaşı olan ve talimatı veren İsmet İnönü de sahip çıkmaz ve idam cezasına mahkûm edilir. Yaş haddinden idam edilmeyen Muğlalı, devletin kendisini sattığını düşünerek 1951 yılında cezaevinde kahrından ölür.
Ancak Muğlalı yaptıklarına rağmen TSK içinde yıllarca bir sembol ya da simgedir. Genelkurmay Başkanlığı'nın bahçesine büstü dikilirken, 6 Mayıs 2004’te katliamın işlendiği Özalp’ta bulunan askeri taburun ismi ‘Orgeneral Muğlalı Kışlası’ olarak değiştirildi.
Muğlalı'nın ismi memleketi Muğla’da en büyük caddelerden birine ve bir iş hanına verildi.
90’larda PKK eylemlerinin arttığı dönemde yeterince atak ve kararlı hareket etmedikleri için eleştirilen bazı komutanların, "Gün olur devran döner, yarın ikinci bir Mustafa Muğlalı olmak istemiyoruz" diyerek yapacakları katliamların ardından yargılanmama garantisi istemeleri bile Muğlalı'nın aslında hâlâ bir ‘kahraman’ olarak görüldüğünü bize çok net bir biçimde gösteriyor.
Katliamın üzerinden 76 yıl geçti, Muğlalı devlet içinde hâlâ ‘kahraman bir Komutan’ imajını koruyor ve 2011 yılında yaşanan Roboski Katliamı da bize bu zihniyetin varlığını en yüksek düzeyde koruduğunu gösteriyor.
Muğlalı öldü ama ama ruhu dolaşıyor. Bu ruhu bazen Roboski'de, bazen Cizre'de, bazen Nusaybin'de görüyoruz.