Yasemin Soydan, Medzan Nakçi ve Xemgîn Yusuf Görücü “Öldürülmeselerdi Arkadaşlarımız Olacaklardı” adıyla hazırladıkları raporda, bölgede çocuklara yönelik yaşam hakkı ihlallerini ele aldı.
Unutmak, hayatın insana bahşettiği muazzam bir özellik olmalı. Her şeyi her an hatırlamak her zaman o kadar da iyi bir şey olmamalı. Hafızayı beşer nisyan ile malüldür sözü, belki bu nedenle icat edilmiştir, kim bilir.
Ama bazı isimleri, olayları, durumları unutmamalı insan. Bir daha benzer bir şey yaşanmasın diye.
“Öldürülmeselerdi Arkadaşlarımız Olacaklardı/Kürt İllerinde Çocuklara Yönelik Yaşam Hakkı İhlalleri” tamda bu nedenle yazılmış bir rapor.
Hakikat, Adalet, Hafıza Merkezi ve Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nin katkılarıyla hazırlanan raporu Yasemin Soydan, Medzan Nakçi, Xemgîn Yusuf Görücü kaleme aldı. Raporun başlığı, konuyla ilgili başka raporları hatırlatıyor. Ancak rapora Önsöz yazan Ezgi Koman, diğer raporlardan farkına işaret ederken, bir uyarıda bulunuyor: “Elinizde tutuğunuz bu yayın, 40 yıldır devam eden çatışmada yaşamlarını kaybeden çocuklardan tek farkı ‘öldürülememiş’ olmaları olan başka çocuklar tarafından hazırlandı.
‘ÇOCUKLARA KIYMAYIN’ DEDİKÇE
40 yıldır devam eden çatışmalarda çok canlar yitti, çok hayaller yıkıldı, çok sürgünler, hapisler yaşandı ve çocuklar bu çatışmalı ortamdan muaf tutulmadı. Bu, mümkün değildi ama sanki “Çocuklara kıymayın efendiler” denildikçe çocuklar kimi zaman bilinçli bir şekilde hedef alındı ve bir panzerden sıkılan kurşunla evinin avlusunda ya da üstüne salınan köpeklerle koparıldılar hayattan. Bunların bazıları kamuoyunda yankı buldu, bazıları ilk günden unutulmaya yatırıldı. “Çocuklara kıymayın efendiler” seslenişi her defasında karşılıksız kaldı. Beyhude bir çaba değilse de romantik bir çağrı olarak kaldı, “çatışmalı ortam” denilen gerçekliğin orta yerinde.
Haklarını teslim etmek için belirtmek gerekir: Bölge illerinde çocuklara yönelik yaşam hakkı ihlalleri ile ilgili hem İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi hem de Diyarbakır Barosu titiz ve düzenli raporlar yayınlıyor. Ancak bu raporlar kamuoyu ile paylaşıldıktan sonra kısa sürede unutulup gidiyor. Rapordaki ihlaller hafızalarda bazen sadece rakam olarak kalıyor. Çünkü konuyla ilgili araştırma yapanların dışında kalanların zihni, yıl içinde peş peşe gelen benzer hak ihlalleriyle meşgul oluyor.
Oysa yaşam hakkı elinden alınmış çocukların isimleri, aileleri, sevdikleri renkler, tuttukları takımlar, ellerinin yatkın olduğu işler vardı. Yaşam hakkı elinden alınmış çocukları ismiyle hafızamıza çağırdığımızda, bir rakam olarak değil, bütün bu özellikleriyle gelirler.
OKURA EMANET EDİLEN SÖZLER
“Öldürülmeselerdi Arkadaşlarımız Olacaklardı” raporu, Cizîr (Cemile) Çağırga’yı, Nihat Kazanhan’ı, Rozerin Çukur’u, Gurbet (Xezal) Kılıç’ı, Xezal (Gazal) Beru’yu ve Beşir’i ismiyle çağırıyor, unutulmasın diye hikayelerini paylaşıyor.
Rapor ismini, yazarların, hayatını kaybedenlerle yaşıt olmasından alıyor. Hayatını kaybeden yaşıtları, çocukluk hatıralarında isim olarak yer alıyor. Bu ortak hatıra, yazarları yaşıtlarının hikayesini öğrenmeye ve yazmaya kadar götürdü. Bunun için Cizre’ye giderek Cizîr (Cemile) ile Nihat’ın ailesiyle görüştüler. Oyun oynadıkları sokağı, elbiselerini, fotoğraflarını gördüler ve sonunda mezarlıkta arkadaşlarıyla buluştular.
Yazarlar, Cizîr’in babasından, Nihat’ın annesinden aldıkları şu sözleri, raporu okuyacak herkese emanet bırakıyor... Cizîr’in babası: “Neyse sabaha kadar Cizîr kaldı, sabah yıkadık onu, eline kına yaptık kızımın... Hava çok sıcaktı, kalktık dondurucuyu düşündük cenaze için, kokmasın, bozulmasın diye. Evde dondurucuya bıraktık Cizîr’i.”
Nihat’ın annesi: “Çiçek Nihat'ın ölümünden bir süre sonra doğdu. O biraz zayıftır, zarif bir vücudu var. Akrabalar hep derdi o şîrê qehrê (kahırın sütünü) içmiş.”
"Rozerin’in evinde uyku unutulmuş" demiştim, 2016’da. Rozerin resim çiziyordu, fotoğraf atölyesine katılıyordu, çevreyle ilgili yazılar yazıyordu, okul etkinliğinde Nâzım Hikmet’ten şiirler okuyordu. Gazeteciydim, bunların hepsini, acıları ve uykusuz kaldıkları gecelerle birlikte bana göstermişti annesiyle babası. Bu sefer, Rozerin’in kısacık ömrüne sığdırdığı her şeyi, yaşasaydı aynı yaşta olacağı arkadaşlarına göstermişler.
Gurbet (Selma) Kılıç evleri basıldığında vurulmuş. Bütün ailenin gözleri önünde can çekişmiş. Gurbet’in annesi: “Polis ve askerler babasının Gurbet’in yanına gitmesine engel oluyorlar, kızım ve babası karşılıklı ‘oy Xurbeet oy bavoo’ diye ağıtlar yaktılar bir süre... Kızım yaralıydı, yerde uzanır vaziyette. Babası ise bir sürü polis ve askerin elindeydi. Karşılıklı hawar’ları (feryatları) halen aklımdan çıkmıyor...”
XEZAL İLE BEŞİR’İN HİKAYESİ
Xezal Beru, karakola ait köpeklerin saldırısında hayatını kaybettiğinde sadece 11 yaşındaydı. Raporun yazarları aileden kimseye ulaşamamış. Olayla ilgili internet platformlarındaki bilgilerden yararlanarak anlatmışlar Xezal’ın hikayesini. Şöyle demişler: “Arkadaşlarıyla çiriş otu toplamaya giderken karakol yakınında kaybettiği bıçağını geri almak için dönmüştü. Ve bu sırada jandarma karakoluna ait köpeklerin kışkırtılması sonucu katledildi.”
Yazarların belirttiğine göre Liceli Beşir’in ölümü kayıtlara bile geçmemiş. Ondan geriye köyde mayının patladığı yerdeki ayakkabısı ve köydeki çocukların o ayakkabı üzerinden gelişen hafızaları kalmış. Yazarlar, Beşir’in köyünden, ismini vermek istemeyen bir genç ile Beşir’in katledilmesine dair çocukluktan hafızasında kalanları konuşmuşlar.
‘BİR DAHA ASLA!’
Raporun yazarları arkadaşlarının hikayesine odaklanıyorlar. Yanı sıra sonraki süreçleri de irdeliyorlar. Mahkeme süreçleri hakkında verilen bilgiler, en az çocukların hikayesi kadar acıklı. Kimi davalar hemen kapanmış, kimi devam ediyor ve yazarlar, mahkemelerin tutumundan yola çıkarak, “cezasızlık politikasına” vurgu yapıyor.
Son sözü raporun yazarları Yasemin Soydan, Medzan Nakçi ve Xemgîn Yusuf Görücü’ye bırakmak istiyorum:
“Çocukluğumuzdan yeni çıkmış gençler olarak biz de arkadaşlarımız gibi vurulabilirdik, katledilebilirdik, oyuncak sandığımız savaş artıkları ellerimizde patlayabilirdi, savaş uçaklarından atılan bombaların hedefi olabilirdik, hayvanlarımızı otlatırken mayına basabilirdik, evlerimizde uyurken zırhlı araçların hedefi olabilirdik, tanklardan atılan bombaların hedefinde olabilirdik, kolluk tarafından kışkırtılıp üzerimize saldırtılan köpeklerin hedefinde olabilirdik, gaz bombalarına hedef olabilirdik, sabah düzenlenen ev baskınlarında biz de vurulabilirdik ve yanımıza boyumuzdan büyük silahlar bırakılabilirdi, hatta ve hatta yakılarak bodrumlarımızda katledilebilirdik! Ama biz tesadüfen de olsa yaşıyor ve bugün öldürülen tüm arkadaşlarımızın hesabını soruyoruz! Normalleşen hafızasızlığa karşı bir ‘hafıza’ oluşturmak, ‘toplumsal duyarlılığı’ sağlamak, Kürt illerindeki çocuklara yönelik yaşam hakkı ihlallerine dair cezasızlık politikalarının sona ermesini talep etmek ve ‘Bir daha asla!’ demek hepimizin acil sorumluluğu...”