Yazar Mutlu Can’ın kaleme aldığı biyografi kitabı, 'Öncü Bir Kürt Aydını: M. Malmîsanij', Dara Yayınları tarafından yayımlandı.
Malmîsanij’in Kürt dili için verdiği mücadeleye odaklanan kitap, “biyografi, bibliyografya ve ekler” bölümlerinden oluşuyor. Kitabın arka kapağında, İsveçli edebiyat eleştirmeni Jenny Aschenbrenner’in, M. Malmîsanij’ı tanıttığı şu cümleler yer alıyor: “Stockholm'deki Skeppsholmen’de birçok güzel eski binadan birinde, rıhtıma ve büyük tekne sıralarına kadar Kürt Kütüphanesi var. İsveç'te ortaya çıkan canlı Kürt kültürel sahnesinin bir parçasıdır bu. Kütüphane girişindeki masanın arkasında kalın çerçeveli klasik entelektüel gözlükleriyle, Kürt dili için cesurca bir mücadele vermiş olan Mehmet Tayfun (Malmîsanij) oturuyor.”
Kitabı devasa emeği için Malmîsanij’a duyduğu minnet ve vefa duygusu nedeniyle yazdığını söyleyen Can, “Amacım Malmîsanij gibi yaşayan bir değerimizin daha iyi anlaşılmasını sağlamak ve ileride yapılacak Kürt dili çalışmalarına katkı sunmaktır” diyor.
Mutlu Can, hocası Malmîsanij’in yaşamını ve bibliyografyasını kaleme aldığı kitabı hakkında Gazeteduvar'dan Nuray Pehlivan'a konuştu. .
Tarihçi yazar Simone Lässig, “Birçok biyografi, kahramanları hakkında olduğu kadar yazarları hakkında da bir şeyler anlatır. Bu anlamda, bilinçli olsun veya olmasın neredeyse bütün biyografi çalışmaları otobiyografik özellikler taşır” diyor. Ne dersiniz?
Enteresan ve haklılık payı olan bir değerlendirmede bulunmuş Lässig. Hepimizin bildiği gibi sanatçının gerçeğe sadık kalmak gibi bir mecburiyeti yoktur. Tarihçi ise çalıştığı konuya dair belgelere, tanıklara ve olaylara mümkün olduğunca kendini onların dışında tutarak, duygularını, düşüncelerini ve beklentilerini izole ederek yaklaşır. Biyografi yazarına gelince, o bu ikisinin sentezi olan bir işi yapar. Belgeleri, kaynakları veya tanıkları üzerinde çalışırken bir tarihçi nesnelliğiyle yaklaşır, yaklaşmalıdır. Ancak bir yandan da tıpkı roman yazarı gibi bir kişi üzerine çalışır. O kişinin bireysel yaşamını konu edinir. Elbette yer yer duygularını da karıştırmak suretiyle ele aldığı kişi hakkında duygusal yargılara ulaşır.
Başka bir deyişle biyografi, tarih ile edebiyatın bir arada bulunduğu bir yazın türüdür. Kaynaklara, belgelere ve tanıklara dayalı nesnel çalışma anlayışıyla sunulması biyografilere tarihsel bir vasıf da kazandırır. Öte yandan bu sunuma yazarının kendi hayal gücünü, kurgusunu, kişisel değer yargılarını, özcesi kendi perspektifini, bireysel dünyasını katmasıyla edebi bir tür olan romana yaklaşır. Yadsınamaz bir gerçek de şudur ki yazarın, biyografisini yazacak kişiyle ortak değerlere sahip olması gerekir. Yani bir biyografi yazarı herkesin biyografisini başarılı biçimde yazamaz; duygusal, düşünsel ve ereksel ortaklaşma içinde olduğu kişilerin biyografilerini daha başarılı bir şekilde yazabilir.
‘DEĞERİNİN YAŞARKEN BİLİNMESİNİ İSTEDİM’
Kitaba başlamadan önce motivasyonunuz neydi? Çalışmaya başlarken nasıl bir çerçeve belirlediniz?
Kitabın mutfak çalışması master tezim olan Kırmancca (Zazaca) Bibliyografyası ile aynı döneme, yani 2015 yılı başlarına denk gelir. Malmîsanij hocanın Kırmancca için çok önemli bir isim olduğunu daha önceden de biliyordum ama arşiv çalışmalarım sırasında fark ettim ki benim sandığımdan da öte nicelik ve nitelikte üretimler yapmış. Birden neden aynı anda onun bibliyografyasını da hazırlamayayım diye sordum kendi kendime ve bu çalışmanın öyküsü böylelikle başlamış oldu. Önsözde de belirttiğim gibi hocanın 1976’da başlayan ve bugüne kadar uzanan basılmış eserleri ve eserleri üzerine yazılanların tamamına yakınını inceleme, önemli bir kısmını da okuma şansım oldu. Üretimlerinin bilinirliğini artırmanın, yarınlara aktarımının yolu böylesi bir çalışmadan geçer diye düşündüm. Öte yandan devasa emeğine karşı duyduğum şahsi vefa duygusu ve değerinin yaşarken bilinmesi düşüncem beni motive eden başlıca hususlardı diyebilirim.
Çalışmaya başlarken başlangıçta kendisi üzerine genel bir bibliyografya hazırlamak niyetiyle yola çıkmıştım. Yani hem onun yazdıklarının ve çevirdiklerinin hem de onun eserleri üzerine yazılanların künyesini bir arada sunmak istiyordum. Bildiğiniz üzere bu çerçeveyi aştı çalışmam. Şöyle ki; geçtiğimiz yıl çoğunluğu öğrencilerinden oluşan Zazaca alanında çalışan birkaç kişiyle Malmîsanij hocamıza ithaf ettiğimiz editoryal bir kitap çıkardık. Değerli Kürt akademisyen Şahap Vali’nin koordinatörlüğüyle yayımlanan bu kitabın tam adı 'Yazınsal Varoluştan Akademik Literatüre Kırmancca (Zazaca) M. Malmîsanij’a Armağan'dı. Türü, yani hocaya armağan edilmesi hasebiyle biyografinin ilk şeklini aynı başlıkla o kitapta yayınlamıştım. Sonrasında bu biyografiyi yeniden gözden geçirmeye ve genişleterek çalışmasını sürdürdüğüm 'M. Malmîsanij Bibliyografyası'na eklemeye karar verdim. Kitap, böylelikle aynı adla ama 'Biyografi-Bibliyografya' ibareleri eklenmiş biçimde çıkmış oldu.
'MALMÎSANİJ, ZAZA KÜRT TOPLUMU İÇİN MODERN KÜLTÜR İNŞACILARINDANDIR'
Kitabınızın bir bölümünde “Bireyin tarihi ancak içinde bulunduğu toplumun tarihiyle birlikte yazılabilir” diyorsunuz. Bir entelektüel olarak Malmîsanij’ın kişisel tarihi, içinde bulunduğu toplumun kültürel tarihini etkileyerek ve değiştirerek de ilerliyor. Bu bağlamda toplumsal tarihle, bireysel entelektüel tarihin kesişmesi noktasında neler söyleyebiliriz?
Evet, bireyin tarihi ancak içinde bulunduğu toplumun tarihiyle birlikte yazılabilir. Zira nihayetinde insan büyük ölçüde doğduğu yerin, bölgenin ürünüdür. Ya da bir başka deyişle; insan içine doğup büyüdüğü, yetiştiği toplumun, dönemin ve şartların bir ürünüdür. İbn Haldun’un “Coğrafya kaderdir” sözüne çok atıfta bulunulur. Bilinenin aksine kendisi 'Mukaddime'sinde bu sözü kullanmamışsa da coğrafyanın insan hayatı üzerindeki belirleyici unsur olduğunu ifade ettiği açıktır. Dolayısıyla bireyin tarihini doğduğu coğrafyanın, yetiştiği toplumun, yaşadığı dönemin tarihinden bağımsız okumak pek isabetli bir okuma olmayacaktır. Ayrıca insanlık tarihine yön vermiş birçok düşünür, bilim insanı ve liderin dünyayı etkileme yönlerine bakıldığında yaşadıkları sosyokültürel ve tarihsel sürecin etkilerini barındırdığı görülür.
Entelektüel mefhumu üzerine kafa yoran birçok düşünürün farklı ifadelerle ortaklaştığı noktalardan biri de entelektüellerin hem toplumun ve kültürün inşacıları hem de onların değişimi, gelişimi ve dönüşümünün en önemli aktörleri olduklarıdır. Buradan baktığımızda Malmîsanij, içinden çıktığı Zaza Kürt toplumu için modern kültür inşacılarından biridir. Onun için bir entelektüel olarak Malmîsanij’ın kişisel tarihi, içinde bulunduğu toplumun kültürel tarihini etkileyerek ve değiştirerek de ilerliyor.
Bu sorunuzun cevabını kitapta da yer verdiğim ve Malmîsanij hocanın aydın sorumluluğunu taşıdığının göstergesi olan kendi ifadelerini ekleyerek noktalamak isterim. Türkiye’de 12 Eylül sonrası yasal prosedürle çıkmış ilk gazete olan 29 Aralık 1991 tarihli Rojname’de Mehemed Malmîsanij adıyla kaleme aldığı Zazaca köşe yazısında –Türkçesiyle- şöyle diyor:
“… Büyük küçük, erkek kadın, hepimizin omuzlarına görev düşüyor. Herkesten daha çok eğitimlilerimiz, bilenlerimiz ve aydınlarımızın sorumluluklarını bilmesi gerekir. Bilen sorumludur. Kim ne kadar biliyorsa o kadar sorumludur. Kim bilip de yapmıyorsa günahkârdır. Milletimiz bir gün daha çok da aydınlara soracaktır: Sen milletin ve insanlık için ne yaptın? Milletin bizden hesap sorması şart değil, biz kendi kendimize soralım.”
Yine kitabınızda Malmîsanij’ın yaşamı, değişik alanlardaki çalışmaları ve rolü üzerinde dururken, aynı zamanda Kürtlerde böylesi çok yönlü kişilerin sayısının az olduğunu vurguluyorsunuz. Bu başlı başına bir soru işareti… Devletleşememe, bir ulus kimliği etrafında süreğen kozmopolit kent kültürünün yerleşememesi, entelektüel bireylerin yetişme süreçleriyle ne kadar bağlantılı olabilir?
Çok yönlü Kürt aydınlarının azlığı maalesef günümüzün de bir realitesi. Tabii ki bu realite Kürtlerin statüsünden, daha doğrusu statüsüzlüğünden, Kürt toplumsal-kültürel tarihinden kopuk değerlendirilemez. Bildiğiniz gibi entelektüel gelişimin momentleri endüstrileşme, modernlik, aydınlanma dediğimiz hareketler ya da süreçlerdir. Kürtlerin geç uluslaşmasının temelinde, modern anlamda kentleşmenin ve sanayileşme süreçlerinin yaşanmayışı; bunun doğal sonucu olarak burjuvazi sınıfının oluşmaması gibi dinamiklerin yoksunluğu yatar. 40 milyona yakın bir nüfusları olmasına rağmen önceki yüzyılın başlarında geçen treni kaçırarak bir ulus devlet kuramamalarına yol açan bu durum, birçok bakımdan olduğu gibi Kürtlerin aydın tabakası ve entelektüel kapasitesi üzerinde de olumsuz etki gösterdi. Bu bahsi bir değiniyle noktalayayım; entelektüel kimliğin dayandığı en önemli ölçütlerden biri eğitimdir ve her toplumun eğitim düzeyini belirleyen de kendi nitelik ve koşullarıdır.
‘BİZİM ARKADAŞ YERİNE ULUSAL HESAP YAPMAK GEREKİR’
Malmîsanij’ın siyasi mücadelenin kültürel mücadeleyi gölgede bırakması, kolaycılığa kaçılması noktasında da eleştirileri var. Bu konuda siz neler söylersiniz?
Onun bu eleştirisine ben de aynen katılıyorum. İdeolojik düşünce/örgütlenme biçimi, genel olarak siyasi erekleri merkeze alır ve diğer faaliyetleri bu ereklere ulaşma yolunda hizmet etmesi gereken alanlar olarak görür. Yani bu anlamda araçsal bir bakış açısına sahiptir. Hâlbuki kültürel mücadele bir toplumun yaşantısından yarınına kadar birçok gelişmeye yön verecek son derece önemli, süreğen ve stratejik bir mücadele alanıdır. Bu alanın özneleri eğitimciler, entelektüeller ve sanatçılar da ideolojik bakış açısından, onun dayattığı eylemci duruştan uzak ve bağımsız olmalıdırlar.
Kürtler ölçeğinde baktığımızda ise sanatsal-kültürel mücadeleyi önemseyen ancak bu mücadele sahasını ve oyuncularını kendi etkisi/yönlendirmesi altında tutmak isteyen Kürt siyasal hareketlerini görürüz. Bu da bir çeşit vesayettir. Ve bu vesayet ne kadar yanlışsa kimi Kürt aydın, yazar, sanatçı dilbilimcilerinin kendi çalışmalarında ya da Kürt dili ve kültürü alanındaki faaliyetlere katılırken siyasal tercihlerini, ideolojik ve dar çerçeveli bireysel eğilimlerini ikinci plana atamıyor olmaları da o denli yanlıştır. Bunun Kürtlerdeki 'doğal sonucu' da karşımıza kolektif çalışma kültürünün zayıflığı olarak çıkmaktadır. Malmîsanij hocanın kendisiyle yapılmış bir röportajda söylediği gibi, “Bizim arkadaş yerine ulusal hesap yapmak gerekir.”
Aynı şekilde hocamın kolaycılık eleştirisine de katılıyorum. Onun dediği gibi; “yazmak gerçekten de bir sorumluluk gerektirir. Yazacaksak öncelikle bunun bilincinde olmalıyız. Kaldı ki diğer dillerde yazanlardan daha dezavantajlı durumda olduğumuza göre onlardan daha fazla, hiç olmazsa en az onlar kadar çalışmalıyız.”
Örnek vermek gerekirse bakıyorsunuz herhangi bir eserde yer alan yanlış bir bilgi, bir başka yazarın çalışmasında aynı biçimde karşınıza çıkıyor. Neden? Çünkü yazar bu bilgiyi araştırmadan, kaynak incelemesi yapmaya lüzum duymadan alıntılamakta yahut referans vermekte hiçbir beis görmüyor. Hakeza zaman zaman önemli oranda internetten kopyaladığı bilgilerle ya da bilimsel niteliği olmayan kaynaklardan alıntılarla dolu kitaplara da rastlıyoruz. Bu kolaycılığın en tehlikeli yanı, yanlış bilginin yayılmasıdır ki bir bilgi, hele ki bizim gibi dezavantajlı toplumlarda yayıldı mı onun önünü almak çok zor hatta neredeyse imkânsızdır.
‘MALMÎSANİJ, HER KÜRDÜN ANADİLİ İÇİN BİR ŞEYLER YAPABİLECEĞİ MESAJINI VERİYOR’
Kitapta Malmîsanij’ın uzun bir süre Kırmanccanın tek okur-yazarı olduğundan bahsediyorsunuz. İnanılmaz bir direnç hikâyesi bu aslında. Bu Kürt Don Kişot sizce Kürtlere inatla neyi hatırlatıyor ve anlatıyor?
Her şeyden önce anadil sevgisini anlatıyor. Anadil sevgisinin dönüştürücü-yaratıcı gücünü hatırlatıyor. Bütün baskıcı şartlara ve olanaksızlara rağmen her Kürdün anadili için bir şeyler yapabileceğini, yapması gerektiğini, hiç değilse günümüzün görece artmış imkanlarında ana dilinin ümmisi kalmaması gerektiği mesajını veriyor. “Kürt kökenli” olmayı benimsemiş olanlar bu mesajı ne kadar alır bilinmez ama “Kürt asıllı olmak/kalmak” isteyenlerin bu mesajı önemsemesi gerektiği muhakkak. Bana göre Malmîsanij hocanın Kürt dili ve kültürü için yaptığı 40 yılı aşan sistematik çalışmanın, emeğinin ve eserlerinin verdiği genel bir mesaj da var: Dil yani Kürtçe, kültürel birikim ve tarihsel bilinç olmaksızın millet kimliğinin anlamının olamayacağı, dolayısıyla doğru bir milli bilincin ve yurtseverlik anlayışından söz edilemeyeceği gerçeğidir.
‘ÇEKMECESİ BİNLERCE KARTEKSLE DOLUYDU’
Malmîsanij hoca hakkında kitapta değinmediğiniz ilginç anekdotlar mutlaka olmuştur. Bizimle paylaşır mısınız?
Elbette. İlki Ankara’daki üniversite yıllarında eline geçen Farsça-Türkçe Sözlüğe dair. Hoca Zazacaya benzer kelimelere rastladığından hareketle didik didik inceledim diyor ama ben kendisinden o sözlükteki bütün sözcükleri tek tek okuduğunu duyduğumda doğrusu çok şaşırmıştım.
Bir de kendi kendine Zazaca yazmaya başlaması derim. Belki bugün de çoğu insan kendi kendine Zazaca öğrenmeye çalışıyor diye düşünenler olabilir. Ama bu kesinlikle aynı şey değil. O, bunu kendi ifadesiyle “yazılı tek bir metin bile görmeden” yapıyor. Düşünsenize bir başına yazmak, anadilinin tek okur-yazarı olmak, yazım deneyimi edinerek öğrenmek, öğrenerek öğretmek ve anadilinin yazgısını değiştiren başlıca insanlardan biri olmak. Dünyada örneğini arasanız çok ender çıkar herhalde. Yani üzerine konuştuğumuz bu kitap aslında, “Hocasız bir hocanın biyografisi ve bibliyografyasıdır” desek abartı olmaz sanırım.
Bir keresinde de evine kendisini ziyarete gittiğimde bana kitaplığını gezdirirken büyük bir çekmeceyi açıp gösterdi. Bilirsiniz eskiden karteksler vardı. İşte bu çekmece hocanın kendi eliyle üzerlerine anımsadığında unutmamak için not aldığı, derlediği yahut Türkçe sözlükten Zazaca karşılıkları olan kelimeleri not aldığı binlerce karteksle doluydu. Henüz şaşkınlığım geçmemişti ki içerideki bir odada böyle bir çekmece daha olduğunu söyledi. 12 Eylül döneminde el konulan yahut yakılan kitapları arasında gidenler hariç tabii. Tabii hocanın Zazacadaki birçok ilk eserin müellifi olduğunu, söz konusu kartekslerin de 1987’de yayımlanan Zazaca-Türkçe sözlük çalışmasının mutfağıyla ilgili olduğunu eklemeliyim.
‘HİÇBİR OKUR, YAZARIN HAMALI DEĞİLDİR’
Açıkçası kitaba başlamadan önce bir yaşam öyküsünün bu kadar sade ve akıcı olmasını beklemiyordum. Sizce bir biyografiyi ilgi çekici hale getiren, merak uyandıran ve okunur kılan nedir?
Görüşünüzü paylaştığınız için teşekkür ediyorum. Bence bu soruya verilecek cevabın iki boyutu var: Okuyucu ve biyografi yazarı. İlk belirleyici gayet tabii okurun kendi seçimidir. Yani konu alınan kişiye ilgisi, onun yaşamını tanıma ve anlamak istemesi kitabı eline almasına gerekçedir de. Ancak bir okur olarak söylersek ilgi duyarak aldığımız bazı kitapların mutlaka elimizde tutunamadıkları da olmuştur. Çünkü basit bir ifadeyle söyleyecek olursam; hiçbir okur, yazarın hamalı değildir. Dolayısıyla genel olarak bütün kitaplarda ya da periyodik metinlerinde özellikle de roman, hikâye, biyografi, şiir gibi eserlerde nitelik meselesi önemli.
Biyografi yazarı boyutuna gelince; bir defa biyografi insana, insanın dünyasına ilgi duymayı ve onun yaşamına empatiyle bakabilme becerisini gerektiren bir yazın türüdür. Bir diğer önemli nokta ise konu aldığı insanla biyografi yazarının ortak paydalara sahip olmasıdır. Üzerine yazdığı yaşamı anlamış, o yaşamın sahibinin diline vâkıf, onun düşünce ve eylem dünyasına hâkim hatta ona nüfuz etmiş bir insan olmalıdır biyografi yazarı. Gayet tabii ki yanı sıra yazdığı dilde edebi kurgu ve ifade yeterliliğine de sahip olmalı. Bunların tamamı bir biyografinin niteliğini, okunurluğunu ve hatta kalıcılığını belirleyen etkenlerdir diye düşünüyorum. Tabii üzerine konuştuğumuz biyografinin yazarı olarak değil de bir okur olarak fikrimi paylaştığımın altını çiziyorum.
DUVAR