Kürdler, Kürdler konusunu, Kürdlerin, Kürd toplumu olmaktan doğan haklarını ve özgürlüklerini
gündeme getirdikleri zaman, hemen, Türkiye’nin güvenliği konuşulmaya başlar. Sadece Türkiye’nin
değil, Irak’ın, Suriye’nin, İran’ın güvenliği de gündeme gelir. Daha sonra İsrail’in, Körfez ülkelerinin
Suudi Arabistan’ın vs. güvenlikleri gündem gelir .Kürdler tarafından gündeme getirilen hakların,
özgürlüklerin bu devletlerin, Türkiye’nin, Irak’ın, İran’ın, Suriye’nin güvenliği için tehdit oluşturduğu
vurgulanır.
Aslında, güvenlik içinde olması gereken, güvenliğe kavuşması, güvenliği konuşması gereken
Kürdlerdir. Çünkü Kürdler, her parçada, bu devletlerin saldırılarıyla karşı karşıyadır. Bu saldırılar,
sadece sözle değil, fiili olarak da yaşanmaktadır. Bu saldırılarda, insanlar ölmekte, yaralanmakta,
sakat kalmakta, köyler, ormanlar, tarımsal mahsuller, ambarlar yakılmakta, yıkılmaktadır. Kitleler
halinde hayvan varlığı felef olmaktadır. Köylüler, günlük faaliyetlerinin sürdürememektedir. Bu
saldırılar insanlarda her daim korku, endişe yaratmaktadır. Türkiye’nin PKK bahanesiyle Kürdistan’ın
güneyine yaptığı saldırlar bu kapsamda değerlendirilmelidir. İran’ın, sürgündeki Kürd siyasal
partilerini bahane ederek Kürdistan’ın güneyine, Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanına yaptığı saldırılar
yine, bu kapsamda değerlendirilmelidir. Türkiye’nin ve PKK’nin Kürdistan’ın bu kesimini savaş alanı
haline getirmeleri elbette yanlıştır. Güvenlikte olması, güvenliğe kavuşması gerekenler Kürdlerdir.
Hatırlayalım: 16 Mart 1988’ de Halepçe’de soykırım yaşanmıştır. 6000’in üzerinde Kürd, çok kısa bir
zamanda, zehirli gazlarla boğulmuştur. Onbinlercesi yaralanmıştır. Hala sakat çocuklar doğmaktadır.
Toprak zehirlenmiştir. Aslında 1983’de başlayan Enfal 16 Mart 1988’de doruk noktasına ulaşmıştır.
Soykırım, Enfal 16 Mart 1988’de sonra da devam etmiştir. Bu soykırıma karşı uluslararası planda
hiçbir tepkinin gelmediği de bilinmektedir. Bu enfale, soykırıma karşı uluslararası bir tepki gelsiydi,
Saddam Hüseyin Kürdlere karşı böylesine kitlesel cinayetleri işleyebilir miydi? Halepçe’ye karşı
uluslararası bir tepki gelişseydi Sadddam Hüseyin 16 mart 1988’den sonra da bu enfali devam
ettirebilir miydi? Bu arada 17-18 Mart 1988 günlerinde İsrail’de Tel-Aviv’de bu soykırımı lanetleyen
bir yürüyüş yapıldığını da vurgulayalım.
***
Sözü edilen bu devletlerin güçlü orduları, savaş uçakları, tankları, topları…, askeri ve sivil bürokrasileri,
kamu yönetimleri, hapishaneleri vs. vardır. Kürdler, Irak’ta, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ( bölgesinde
yaşayan Kürdler dahil) hariç, bunların hiçbirine sahip değildir. Kürdlerin, Kürd toplumu olmaktan
doğan haklarını isteyen, bunun için demokratik çaba sarfeden Kürdlerin, bu çabalarıyla, bu devletleri
tehdit ettiği söylenemez. Bu devletlerin herbirinde, çeşitle düzeylerde inkar ve imha politikaları
uygulandığı için, bu politikaları, uygulamaları eleştiren yazılar kitaplar, Kürdler tarafından gündeme
getirilen haklar, özgürlükler tehdit olarak algılanmaktadır. Halbuki güvenlikte olması, güvenliğe
kavuşması gerekenler Kürdlerdir. Kürdlerin, Kürd toplumu olmaktan doğan haklarını, doğal haklarını,
özgürlüklerini isteme dışında, bu devletleri tehdit etme niyeti de yoktur, gücü de yoktur. Savaş
uçakları başta olmak üzere, her türlü silah araç-gerece sahip olanlar bu devletlerdir.
***
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra toplanan Paris Konferansı’nda, uluslararası toplum Kürdlere,
Kürdistan’a çok ağır bir darbe vurmuştur. Paris Konferansı’nda, çeşitli devletler, halklar için ayrı ayrı
barış anlaşmaları yapılmış, Kürdlerin hakları özgürlükleri hiç dikkate alınmamıştır. Paris Konferansı
çerçevesinde kurulan Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdler’in hakları özgürlükleri, uluslararası
toplumun hiç dikkatini, ilgisini çekmemiş, Kürdler, Kürdistan, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmıştır.
Bu, Kürdlerde, Kürdistan’da, bir insanın iskeletinin parçalanması, beyninin dağılması gibi bir etki
yaratmıştır. Bugün Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun ortasında, 50 milyonu aşkın bir nüfusa sahip olan
Kürdlerin, bir statüye sahip olmamaları, bir devlete sahip olamamaları, 1920’lerde, Kürdler açısından
adaletli bir uluslararası ilişki oluşturulmadığını açıkça göstermektedir. Halbuki bugün dünyada nüfusu
bir milyona bile varmayan onlarca devlet vardır. 27 üyeli Avrupa Birliği’nde, Lüxsemburg, Malta, Kıbrıs
bu devletler arasındadır. Avrupa Birliği’nde nüfusu Kürdlerin genel nüfusundan fazla olan devletler,
sadece, Almanya Fransa, İtalya, İspanya’dır. Polonya, Küdlerinki kadar bir nüfusa sahiptir.
***
1920’lerde, Yakındoğu’yu, Ortadoğu’yu ilgilendiren en önemli olay, kanımca, Kürdelerin, Kürdistan’ın
bölünmesi, parçalanması, paylaşılması olmuştur. 1920’lerde Milletler Cemiyeti’nin önemli işlerinden
biri bu olmuştur.
Lozan Andlaşması’nın, Kürdler ve Türkler bakımında içeriği çok faklıdır. Kürdler ve Araplar, Kürdler ve
Farslar bakımından da içeriği farklıdır. Lozan Andlaşması Kürdleri köle haline getirmiştir. Bunu,
1930’larda, dönemin Adalet Bakanı, Mahmut Esat Bozkurt, ‘Türk olmayanların, Kürdlerin, Tükiye’de
hiçbir hakları yoktur, sadece, Türklere köle olma hakları vardır’ şeklinde ifade etmektedir.
Lozan Andlaşması sürecinde , konuşulan, tartışılan konuların başında Kürdler, Kürdistan konusu
gelmektedir. Ama, Lozan Andlaşması toplantılarında Kürdlerin yer almaması için, konuşmalara,
tartışmalara Kürdlerin katılmaması için, özellikle Türk temsilciler tarafından yoğun bir çaba
sarfedilmiştir.
Bu sürecin, Ulusların Kendi Geleceklerini Belirleme İlkesi’nin en çok konuşulduğu, tartışıldığı bir
dönemde gerçekleşmesi dikkate değer bir durumdur. Sovyetler Birliği’nde, Devrim Yapan Üç Adam,
Lenin, Stalin, Troçki, Amerika Birleşik Devletleri’nde Başkan Wilsoon, bu temel ilkenin yaşama
geçmesi için çok çaba sarfediyorlardı. Bu konuda sık sık açıklamalar yapıyorlardı. Halklar, Asya’da,
Kuzey Afrika’da, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da bu ilkeyi yaşama geçirmek için çok yoğun bir çaba
içindeydi. Bu ilişkiler çerçevesinde mazlum halklar yoğun, yaygın coşkular yaşıyordu. Böyle ilişkilerin
yaşandığı bir çağda, Kürdlere, Kürdistan’a, bölerek, parçalayarak, paylaşarak çok ağır bir darbe
indirilmesi çok dikkat çekici bir durumdur. Yakındoğu’da ve Ortadoğu’da uluslararasında barışın
kurulamamasının temel nedenlerinden biri budur. Halbuki, güvenlik içinde yaşamak, diliyle kültürüyle
yaşamak, kendini yaşamak, kendi kendini yönetmek, bu haklara kavuşmak için mücadele etmek
Kürdlerin de hakkı olmalıdır.
Gerek Milletler Cemiyeti’nin, gerek Birleşmiş Milletler’in ana felsefesi de budur. Yani halkların,
özellikle ezilen halkların, özgürlük ve barış içinde, adalet ilkeleri gözetilerek yaşamalarını sağlamaktır.
Ama bu durum, Kürdler, Kürdistan söz konusu olduğunda yaşama geçmemiştir. Bu ilişkiler ağında
Kürdlerin yaşadığı zaaflar elbette dikkatlerden uzak tutulamaz.
Uluslararası toplumun, 1920’lerde ve 1945’de, Kürdleri, güvenliksiz bir ilişkiler ağına soktuğu açıktır.
Bölünme, parçalanma paylaşılma sürecinin başlıca aktörleri, dönemin iki emperyal gücü, Büyük
Britanya ve Fransa ile Yakındoğu’nun Ortadoğu’nun iki köklü devleti Osmanlı İmparatorluğu ve İran
İmparatorluğu’dur. Dönemin, Türk, Arap ve Fars yönetimleri bu sürecin en başta gelen aktörleridir.
Bu dört güç işbirliği ve güçbirliği yaparak Kürdlerin, Kürdistan’ın başına lanetli bir çorap geçirmişlerdir.
Bu süreçte, Kürdlerin zaafları elbette dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.
Milletler Cemiyeti çok yoğun, kapsamlı çalışmalarına rağmen İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesini
engelleyemedi. Milletler Cemiyeti’nin İkinci Dünya Savaşı’nın neden engelleyemediği gibi konular
tartışılarak, Milletler Cemiyeti’nin zaaflardan arınması sağlanarak 1945’de Birleşmiş Milletler kuruldu.
Ama, uluslararası toplumun, 1920’lerde Kürdlere, Kürdistan’a karşı işlediği suç Birleşmiş Milletler
döneminde de aynen sürdürüldü.
Bugün Kürd aydınları, Büyük Britanya ve Fransa temsilcileriyle yaptıkları çeşitli sohbetlerde, Kürdlere,
Kürdistan’a karşı 1920’lerde kurulan, 1945’de de aynen korunan ilişkilerin düzeltilmesini
hatırlatmaktadırlar. Bu düzeltme konusunda bir çaba görülmemektedir. Ama Kürd aydınlarının, basın
mensuplarının, yazarların, Büyük Britanya ve Fransa temsilcileriyle, giderek batılı diplomatlarla bu tür
sohbetleri sürdürmelerinde büyük yarar vardır.
***
Güvenlik içinde yaşaması gereken, güvenlik içinde olası gereken aslında Kürdlerdir. ‘Ortadoğu Barış ve
Güvenlik Forumu’nda bu sorunun gündeme gelip gelemeyeceğini bilmiyorum. Ama ‘Ortadoğu’da
Barış ve Güvenlik’ denildiği zaman temel sorunun bu olduğu çok açıktır.
Devletsiz ulusları koruyan uluslararası kurum ve kuruluşlar olmadığı gibi uluslararası hukuki bir
güvenceleri de yoktur. Devletsiz ulusların devleti olan uluslardan korunma ve güvenliklerin sağlama
imkan ve güçleri yoktur. Devletsiz ulusların ne füzeleri, ne uçakları ve de konvansiyonel silah araç ve
gereçleri vardır. Hele hele Kürd ulusu gibi beş parçaya bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış
ulusların hasımları zaman zaman ittifak ederek üzerlerine çullanmaları bu ulusu daha güvenliksiz bir
hale getirmiştir. Bu nedenle Ortadoğu’da beka sorunu olan tek ulus Kürdlerdir.
(x) 25 Eylül 2021 de Güvenlik başlığı altında yayımlanan bu yazı, güncelleştirilerek yeniden yayımlanmaktadır