İsrail'le Gazze arasındaki son gerilim sakinleştiğinde 'normale' dönülmemeli. Bölgede sıradan Filistinliler hariç herkesin işine gelen statüko sürdüğü müddetçe şiddet döngüsü son bulmayacaktır.
İsrail'in Gazze'deki hava saldırıları nedeniyle evlerini terk ederek Birleşmiş Milletler yönetimindeki bir okula sığınan Filistinliler.
Eğer ‘Bugün Aslında Dündü’ (Groundhog Day) bir korku filmi olsaydı, tıpkı böyle görünürdü. Ortadoğu’yu sarsan ölümcül şiddet -İsrail’in Gazze’ye hava saldırıları, Hamas’ın İsrail’e roket saldırıları- sanki ürkütücü bir tekrar döngüsündeymiş gibi, tekrar ve tekrar aynı şekilde yaşanıyor gibi görünüyor. Bunu 2009’da görmüştük ve 2014’te tekrar tanık olduk. Her bir unsur tanıdık: Filistinlilerin İsraillilerden fazla olduğu orantısız ölü sayıları, dümdüz edilmiş binaların fotoğrafları; yas tutanların döktüğü gözyaşları. Ve bölgenin dışında, her biri kendi tarafının vurguladığı noktaları bir papağan gibi tekrarlayan, sadece kendi acılarının mühim olduğunda ısrar edip diğer tarafın kayıplarını görmezden gelen aynı klavye savaşçısı orduları.
SENARYO HEP AYNI
Bu durum genellikle böyle devam eder. İsrail’in hava saldırılarından önce topçu ateşine, ardından bir tür kara harekâtına yönelmesiyle şiddet büyür. (İsrail bu defa vitesi daha hızlı yükseltiyor gibi görünüyor.) Ölenlerin sayısı, en nihayetinde ABD ve Mısır arabuluculuğunda sağlanan bir ateşkese dek artar. Sükunet geri döner; Hamas, kendisini bir kez daha Filistin direnişinin öncü öğesi olarak sahneye çıkarmış olmaktan, İsrail de 'çimleri biçerek' Hamas’ın askeri kapasitesini azaltmış olmaktan memnundur. İşler - bir sonraki sefere dek- normale döner.
STATÜKOYA DÖNÜLMESİ ŞİDDET KADAR KORKUNÇ
Bu, korkunç bir döngü. Her defasında yol açtığı acı ve yıkım hesaba katıldığında en barizi şiddet patlaması; ama aynı zamanda statükoya geri dönüş de öyle: Bu da korkunç çünkü bu çatışmanın yarasının, sadece yeniden açılıncaya kadar, eskisinden daha kanlı şekilde iltihaplanmasına neden oluyor.
İSRAİL İÇİNDE YENİ BİR CEPHE AÇILDI
Bu defa olay örgüsünün farklı olabileceğine dair bir delil arıyorsanız, bir işaret var ama bu da cesaret verici olmaktan uzak. Bilakis, şu an yaşananların daha da kötü olabileceğini düşündürüyor. Bunun sebebi, İsrailliler ile Filistinliler arasındaki savaşın, işgal altındaki topraklarda değil, bizzat İsrail'in içinde yeni bir cephe bulmuş olması. 2021’i 2014 ya da 2009’dan farklı kılan şey işte bu: İsrail’in karma nüfuslu kentlerinde yaşanan toplumlar arası şiddet, İsrail’in Yahudi ve Arap vatandaşlarını onlarca yıldır yan yana yaşadıkları sokaklarda karşı karşıya getiriyor. Bu şiddet rahatsız edici çünkü kişisel, yani artık komşu komşuya karşı. Bat Yam kentinde bir Arap erkeğin dövülmek ve tekmelenmek üzere arabasından sürüklenerek linç edilmesi girişimi; Lod kentinde en az beş sinagogun yakılması gibi örnekler mevcut.
GÖREV GİDEREK '1948 FİLİSTİNLİLERİNE' DÜŞÜYOR
Bu sahneler, kendileri gibi vatandaş olan Arapların diğer Filistinliler gibi olmadıklarını, aynı köklü ulusal kimlik hissini taşımadıklarını, temel gayelerinin yüzde 80'i Yahudi olan İsraillilerle birlikte ekonomik eşitliğin tadını çıkarmak olduğunu dile getiren pek çok Yahudi İsrailli üzerinde bir şok etkisi yarattı. Dökülen kan, iç rahatlatan yanılsamayı da tuzla buz ediyor.
Yine de bu bir sürpriz olmamalı. Öncelikle, uzun süredir bir yorumcu ve bazen müzakereci olarak görev yapan Hüseyin Ağa’nın da gözlemlediği üzere, “geleneksel Filistin milliyetçiliğinin bayraktarlığını yapmak” görevi, giderek artan biçimde İsrail Araplarına, yani onun deyişiyle “1948 Filistinlilerine” düşüyor. Onun gözlemlerine göre, Filistin Yönetimi Batı Şeria’yı tutuyor; Gazzeliler “Hamas ve İslami Cihad duvarına çarpmadan” hareket edemiyor, Suriye, Ürdün ve Lübnan’da bulunan Filistin diasporası ise geçim derdiyle fazlasıyla meşgul. Bu durumda, geriye yalnızca İsrail’in içindeki Araplar kalıyor.
YAHUDİ İSRAİLLİLER NE BEKLİYORDU?
Zaten, Yahudi İsrailliler, büyük kısmı Müslüman olan Arap vatandaşlarının Kudüs ve kutsal yerlerinde yaşanan bu son krizi körükleyen kışkırtıcı davranışlara tam olarak nasıl tepki vermesini bekliyorlardı ki? Benyamin Netanyahu’nun 2018 yılında İsrail’de kendi kaderini tayin hakkına sadece Yahudilerin sahip olduğunu vurgulayan ve Arapçayı resmi dil statüsünden çıkaran “ulus-devlet yasası” neticesinde ne olacağını düşündüler ki?
Ve yine de statükoya geri dönme arzusu güçlü olacak. Bunu, Joe Biden’ın olabildiğince az şey söylemek ve kendi gündeminin bekleyen maddelerine geri dönmek hususundaki aleni arzusunda görebilirsiniz. ABD’nin geçmişte bir Filistin-İsrail barış anlaşmasına aracılık etme teşebbüslerini anlatan yeni ve sürükleyici bir belgesel olan ‘The Human Factor’ı seyrettiğinizde, Biden’ın neden apaçık bir şekilde bu meseleden uzak durmak istediğini anlarsınız: Bu, bir hiç uğruna devasa miktarda enerji emen bir kara deliğe benziyor.
NETANYAHU’NUN 'ŞANSI DÖNDÜ'
Ağa, Ramallah’taki Filistin liderliğinin de statükoya benzer biçimde “bağımlı” olduğunu söylüyor. Onlar da çatışmanın bir çözüme ulaşmasının olası görünmediği neticesine vardılar; ve bu yüzden, şimdilik, var olan düzen beklentilerine uygun biçimde “ayrıcalık tanınmış bir grup olarak faaliyet yürütmelerine” olanak sağlayarak, onlara BM, AB ve ABD nezdinde bir statü kazandırıyor.
Bu döngüsel şablon tartışmasız biçimde Netanyahu lehine işliyor. Bu haftanın onun için nasıl geçtiğine bir göz atalım. Yalnızca birkaç gün önce iktidarını, aralarında iki Arap partisinin de bulunduğu bir muhalefet koalisyonuna kaybetmenin eşiğine gelmişti. Filistinli vatandaşların İsrail yaşamına entegrasyonu açısından bir ilk yaşanacak, bir eşik aşılacaktı. Fakat İsrail kentlerine Hamas roketleri düşmeye başlayınca, bu olasılık ortadan kalmış gibi görünüyor. Hiç kimsenin Arapları hükümette meşru ortak olarak görmediklerini yüksek sesle dile getirmesi gerekmiyor; kolayca, ulusal bir krizin ortasındayken liderlikte değişiklik yapma zamanı olmadığını savunabilirler. Hamas Netanyahu’ya bir iyilik yaptı ve bu ilk değildi.
Bununla birlikte, statükoyu kanıksamış olanlar yalnızca İsrail liderleri değil. Bizzat İsraillilerin kendileri, ihtilafı akıllarından çıkarabildikleri zamanlarda yaşadıkları uzun süreli sükûnet dönemlerinin karşılığında ödedikleri bir bedel olarak, bu döngüsel şiddet patlamalarıyla ve hatta gökten yağan roketlerin dehşetiyle birlikte yaşamayı öğrendiler. Bu işte iyiler ve bir ‘bu’ah’ içinde, yani, yeni kurulan yüksek teknolojili bir ulus olarak Tel Aviv adlı bir balonda yaşıyorlar; bir gün aşılamada dünyaya liderlik ediyorlar, ertesi gün kumsal partileri düzenliyorlar.
STATÜKOYU TEK KALDIRAMAYANLAR, SIRADAN FİLİSTİNLİLER
Bu balonun içindeyken, biri Yahudiler, diğeri Filistinliler için olmak üzere iki yasal sisteme sahip olan Batı Şeria’yı unutmak kolay. Kapatılma ve ortak İsrail-Mısır ablukası yüzünden 14 yıldır boğulan Gazze’yi ya da Yahudilerin 1948 öncesinde sahip oldukları mülkler üzerinde hak iddia edebildikleri ama Filistinlilerin aynı haktan mahrum bırakıldığı Doğu Kudüs’teki Şeyh Cerrah mahallesini unutmak işten bile değil. Ve 54 yıllık bir işgali unutmak da çok kolay.
Unutamayan yegâne insanlar, her gün onunla yaşayan, artık statükoyu kaldıramaz hale gelen kişilerdir: Yani, sıradan Filistinliler. Şayet roller bunun tam tersi olsaydı, İsrailli Yahudiler de buna dayanamazdı. Bu sebeple, İsrail’in eski başbakanı Ehud Barak, eğer Filistinli olarak doğsaydı bir savaşçı olacağına dair hiçbir şüphesi olmadığını ifade ederken, derin bir gerçeği de dile getiriyordu.
Umutsuzca, şu anda yaşanan şiddetin sona ermesini diliyorum. Bir ateşkes haberini duymak için can atıyorum. Ne var ki, işlerin normale dönmesini umut etmiyorum. Zira bizi buraya ve tekrar tekrar aynı noktaya getiren şey, işte bu normaldir.
Makalenin orijinali The Guardian gazetesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)
Gazeteduvar