İran, 2011'de Arap coğrafyasındaki protestoların patlak vermesine ve ardından Suriye, Irak ve ötesindeki huzursuzluklara kadar, onlarca yıl boyunca Arap ülkelerindeki Şii toplulukların hakimiyetindeki milisleri ‘İsrail'e direniş’ sloganıyla örgütleyip destekledi.
Ancak Lübnan Hizbullahı gibi İran destekli milislerin itibarı, silahlarının çoğunlukla Arapları ve diğer Müslümanları hedef alması ve Tahran'ın müttefiklerini, özellikle de Suriye'deki Beşşar Esed'i desteklemek amacıyla kitlesel zulümler gerçekleştirmesi nedeniyle büyük ölçüde zedelendi.
Dönüşüm ve saldırı
Bu taktiksel dönüşüm, bölgesel çıkarların yeniden düzenlenmesine katkıda bulundu ve İbrahim Anlaşmaları’nın gelişmesine zemin hazırladı. Bu anlaşmalar, İran'ın askeri yollarla nüfuzunu genişletme girişimlerine karşı ortak duruş sergileyen Arap ülkeleri ve İsrail'in stratejik ve diplomatik yeniden yönelimini temsil ediyor.
Ardından 7 Ekim 2023'teki korkunç Hamas saldırısı geldi. İran uzun bir süredir İsrail'e karşı direniş gruplarını desteklemesine rağmen, ilk raporlar saldırının zamanlaması ve şiddetiyle Tahran'ı şaşırttığını ve İran'ın, ABD gibi rakibiyle benzer şekilde, geniş çapta bölgesel bir savaş istemediğini gösterdi.
Ancak ilk olaylardan dört ay sonra daha derinlemesine bir analiz, İran'ın kasıtlı olarak hamlelerine hız verdiğini ve stratejik bir şekilde angaje olduğunu ortaya koyuyor; bu da şimdi çatışmayı genişletme tehdidi oluşturuyor, özellikle Gazze'deki devam eden düşmanca eylemlerle birlikte…
7 Ekim saldırısının ardından ve özellikle 17 Ekim'de el-Ehli Hastanesi'nde yaşanan trajik olaydan sonra İran destekli milisler saldırılarını yoğunlaştırdı. Bu saldırılar sadece İsrail'i değil ABD'yi de hedef alıyordu. Bunlar, Lübnan-Hizbullahı'nın İsrail-Lübnan sınırı boyunca gerçekleştirdiği saldırılarla başladı ve her iki taraftaki sınır bölgeleri sakinlerinin tahliyesine yol açtı. Bunu Şii milislerin Suriye ve Irak'taki Amerikan güçlerine karşı günlük saldırıları izledi. Bu saldırılardan birinde Ürdün-Suriye sınırı yakınında üç Amerikan askeri öldürüldü. Bunlara karşı, Biden yönetimi cezalandırıcı hava saldırıları düzenledi ve aynı zamanda Husilerin Kızıldeniz'deki nakliyat trafiğine füzeler ve insansız hava araçlarıyla saldırıları da oldu.
İran daha kasıtlı ve stratejik bir gerilimi yükseltmeye girişiyor ve bu durum artık çatışmayı genişletme tehdidi oluşturuyor.
Saldırılar üç cepheye de yayıldı. Irak, Suriye ve Lübnan-İsrail sınırındaki tek kısmi sakinlik dönemi, Gazze'de bir hafta süren ateşkesle aynı zamana denk geldi. Husilerin saldırıları ise durmaksızın devam etti. Washington Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü’ndeki meslektaşlarımın istatistiklerine göre Lübnan-İsrail sınırında yüzlerce saldırı, binlerce Lübnanlı ve İsrailliyi evlerinden etti. Irak ve Suriye'deki Amerikan güçlerine yönelik 180'den fazla saldırı, en az 10 karşı saldırıya neden oldu. Son olarak, Kızıldeniz'deki gemilere yapılan saldırılar, Biden yönetiminin şimdiye kadar gerçekleştirdiği en büyük hava saldırılarından bazılarının uygulanmasına yol açtı.
İmajı iyileştirme
Tahran şimdi ‘Arap Baharı’ öncesindeki parlaklığını yeniden kazanmak amacıyla ‘direniş’ destekçisi imajını güçlendirmeye çalışıyor. İran ve müttefikleri ‘Kudüs ve Filistin'in kurtarılması’ çağrısını sürdürürken, kademeli olarak gerilimi artırmaları, İsrail'in Gazze'ye saldırısını sürdürürken üstlendiği maliyetlerin yanı sıra, İsrail'in Amerikalı müttefiklerinin üstlendiği maliyetleri de artırmak için çeşitli milisleri kullanmaya yönelik görünüyor. Ancak, ABD'yi bölgeden geri çekilmeye veya geri adım atmaya zorlamak yerine milis saldırıları, gelecek kasım ayında tekrar seçilmek için eski Başkan Donald Trump'a karşı yarışan mevcut Başkan Joe Biden'ı (ki Tahran'la olan gerilimde zayıf görünmemesi gerekiyor) Tahran ile gerilimi artırmak zorunda bırakabilir.
Şimdiye kadar, devlet dışı bir vekil stratejisi, Güney Lübnan'daki geniş kapsamlı İsrail askeri gerilimini önlemekte başarılı oldu. Bu, Hizbullah'ın füzeler ve roketlerle donanmış cephaneliğinin bir tehdit oluşturduğu gerçeği göz önüne alındığında, aslında Filistin'in özgürlüğünü değil, İsrail'in İran'ın nükleer programına ve bölgedeki çıkarlarına yönelik herhangi bir saldırısını caydırmayı amaçlıyor.
Bir taraf gerilimi ne kadar artırırsa hata ve kayma riski de o kadar artar ve bunun Ortadoğu'daki güç dengesi açısından derin sonuçları olur.
Lübnan ve ‘Rıdvan Birliği’
Ancak İsrail'in kullandığı dilin netliğinin ve doğrudanlığının artması, İsrail'in Hizbullah'a, Litani Nehri'nin güneyindeki ‘Ridvan Birliği’ni sınırlardan çekmesini talep etmesi, hataların ve yanlış değerlendirmelerin artan bir risk oluşturmasına neden oluyor. Şarku'l Avsat'ın Majalla'dan aktardığı analize göre bu durum, geçmişte 2006'da savaşın patlak vermesine yol açan duruma benziyor. Ancak bugün, Tahran, nükleer programında daha da ilerledi. Bu ise Hizbullah'ın caydırma yeteneklerinin 18 yıl öncesine kıyasla, Tahran için daha da önemli hale gelmesi anlamına geliyor.
Medya İran, İsrail ve ABD'nin Ortadoğu'da daha geniş bir savaşın çıkmasını istemediğine dair haberlerle doluyken, bunun gerçekten gerçekleştiğini gösteren analizler artıyor.
Lübnan-İsrail sınırı ve Arap Körfezi'nde devam eden karşılıklı yıkımın sağladığı garantili barış, her iki başkentin hesaplarında güçlü bir faktör olmaya devam ediyor. Her iki taraf da diğerinin tırmanma merdiveninin karşı tarafında durduğuna ve karşı tarafın bir sonraki adımını bildiğine inanıyor. Ancak taraflardan biri gerilimi tırmandırdıkça hata ve kayma riski de artıyor. Bunun yanı sıra Ortadoğu ve ötesindeki güç dengesi üzerinde derin etkileri oluyor.
(Kaynak)