Osman AYDIN
12 Mayıs 1982 günü çok hastayım. Ateşim sanırım 39 derece cıvarında ve korkunç üşüyorum ve titriyorum. Bürodan eve kendimi zor attım ve elbisyle yatağa uzandığımdan bir kaç dakika sonra, Diyarbakır'dan gelmiş bir özel siyasi polis timi evden içeri daldılar. Hoyratça süren iki saatlık bir aramadan sonra, kütüphanemdeki binlerce kitap çuvallara doldurulup, beni de alarak Bingöl'e doğru yola çıktık. Bingöle vardığımızda saat 22:00 gibiydi. Beni Emniyet Müdürlüğü'nün bodrum katında bir yere kilitlediler ve arkadaşım İsmail Hakkı Mütevellizade'yi almaya gittiler.
Gece yarısınadoğru kapı gıcırtılarından ve seslerden İsmail Hakkı'yı da getirdikleri anlaşılıyordu. Benim bulunduğum yerde bir somya ve üzerinde kirli sayılmayacak bir yatak vardı. Oraya uzanmıştım. Saat 02.:00 sularında gelip beni kaldırdılar ve merdiven altı gibi dar bir yere koydular. İçeriye girdiğimde iki farenin üzerinde nasiplendiği bir tabakta taze bir Adana Kebab parçası duruyordu.
Anlaşılan İsmail Hakkı burada kalmıştı ve yakınlarının getirdiği kebabın bir kısmını yemiş, orada kalanını da bana bırakmıştı. Ama fareler yüzünden yiyemedim. Bütün gün kimseyi görmeden orada öylece duruyorduk. Öğleden sonra ikimizi alıp bir araca bindirdiler yanımızda da 4 silahlı polis var. İsmail Hakkı ile karşılıklı oturuyorduk. Birbirimizi sorduk ama müdahale etti polisler. Konuşmamız kesildi.
Genç üzerinden Diyarbakır'a götürülüyoruz. Polislerin kendi aralarındaki konuşmalardan, gündüz Muş'a da gittikleri ve aradıkları kişiyi bulamadan döndükleri anlaşılıyordu. Gündüz bekletilmemizin nedeni buymuş.
Halen ateşim yüksek ve üşüyorum ve korkunç titriyorum. Bir ara polisin biri bana "Biraz dayan Diyarbakıra gittiğimizde doktor arkadaşların seni tedavi ederler, tabi onları tanıyabilirsen. Biz işkencede insanın fiziğini değiştiririz." Bu söyledikleri hem yaptıkları korkunç işkencelerin itirafı, hem de bizim direncimizi daha yoldayken kırma çabasıydı. İsmail Hakkı ile bakıştık ve hafif tebessüm edince polisin biri "gidince de gülersiniz" dedi.
Güneş batmak üzereyken Deşta Fîsê'de (Fîs Ovası) yol kenarında bir çeşmede durdular ve bize "inin su için" dediler. O an İsmail Hakkıyla bakıştık ve aynı anda ikimiz de hayır anlamında kaşlarımızı yukarı doğru kaldırdık. İkimizin aklına aynı şey gelmişti. Yıllar sonra görüştüğümüzde o an ikimizin de kafasından geçen aynı şeymiş. : Bizi indirip "kaçarken vurduk" durumu olabilir diye su içmeye inmemiştik. Bizimkisi belki bir kuşkuydu veya haklı bir tedbirdi.
Diyarbakıra geldiğimizde Kadıköy sırtlarında gözlerimizi bağladılar. Artık gittiğimiz yolu tahmine çalışıyorduk. Bir süre sonra arabanın yokuş çıktığı anlaşılıyordu. Sonra araba sola döndü. Anladık ki burası Seyrantepe kavşağıydı. Ordan itibaren saniye aralığında sayı saymaya başladım. Bir süre sonra araba U dönüşü yaptı ve geldiğimiz yöne döndü. Ben beş yüz küsura kadar sayınca araba sağa dönüp durdu ve bir kapı gıcırtısı duyduk. Buranın Kolordu Askeri Mahkemelerin olduğu alan olduğunu tahmin ediyordum. Biraz sonra ikimizi arabadan inidirip kolumuza giripi bizi yürüttüler ve durmadan "eğil, eğil" deyip duruyorlardı. Şimdiden psikolojik yıpratma yöntemleri başlamıştı. Bir yerden içeri girdik ve tahminen 20 cm eninde ve yerden 50 cm kadar yüksekte bir tahtanın üstüne bizi yan yana oturttular. Ayakkabı ve çoraplarımızı çıkarttılar. Çıplak ayaklarımız betonun soğukluğuyla tanışmıştı.
Hala hastayım ve 30 saati aşkın bir zamandır lokma boğazımdan geçmemişti.
Sevgili İsmail Hakkı ile birlikte yaptığmğız son yolculuğumuz buydu. Bir daha birlikte bir yolculuk yapamadık. Yıllar sonra cezaevinden tahliye olduktan sonra görüştüğümüzde o anları hatırlayıp, hüzünlü gülüşlerle süslemiştik.
15 yıl önce sevgili kardeşim İsmail Hakkı Mütevellizade arkasında onurlu bir geçmiş bırakarak sonsuz yolculuğa tek bşına çıktı.
Sen kalbimin bir köşesinde güzel bir yere sahipsin güzel kardeşim.