Osman AYDIN
Her ne kadar hemşehrim Prof. Dr. Canan Karatay “ekmek yemeyin” diyorsa da, ekmek bütün yoksul halkların yaşamında birincil temel besin maddesidir. Ondan vazgeçemediğimiz gibi onu kutsalımız saymışız. Öpüp başımıza koyduğumuz, üzerine yemin ettiğimiz, dualarımızın ve beddularımızın temelini oluşturduğu için ekmekten vazgeçemeyiz.
Bu arada ekmekle ilgili bir anekdotu aktarmak istiyorum.
Almanya’da İdare Mahkemeleri ile uzman bilirkişi olarak uzun yıllar çalıştım. Birgün Bremen’de bir Kürt gencinin iltica talebiyle ilgili yargılamasına davet edilmiştim. Genç Kürt ifadesini Kürtçe veriyordu ve ifadesinde PKK gerillalarının gece evlerine geldiğini, “ nan xwarin û çûn“ demişti. Bu cümleyi tercüman "ekmek yiyip gittiler" şeklinde tercüme edince, bayan hakim, biraz da gözleri dolarak;
- Herkes aynı şeyi söylüyor. Kürdistan’da halk bu kadar mı yoksul ki, hep sadece ekmek veriyorlar?
Kürtçede NAN sözcüğü yemek anlamına da da kullanılır. Tercüman bu ayırıma dikkat etmediği için NAN = BROT olarak tercüme etmişti.
Facebook arkadaşım Zaze Mahabadi’nin bir paylaşımda “Sümercede ekmek nandan demekdi. Yani Tanrı’nın kutsalı verdiği( nan-Dan) Onlar buğdayı göklerden gelenlerden tarafından getirildiğine inanıyorlardı. Tanrı Nani- Dan, verdiği ... Ondan dolayı buğday ve ekmek kutsaldı ki bu kutsallık şimdiye değin kültürlere sirayet etmiştir …” bilgisi beni tarihsel bir yolculuğu çıkardı.
Daha önce bilgi hazinemizde yer alan verilere göre, hayvancılıkla birlikte M.Ö. 9000-5500 yılları arasındaki zaman kesitini kapsayan Neolitik Çağ denilen Cilalı Taş Devri, tarımın ilk adımlarının atıldığı dönemdir. Bilinen o idi ki yabani buğday küçük kızıl buğday ve gemik tenilen taneli bitki Şeria vadisinde Ceriko’da ve Şam’ın hemen güneydoğusuna düşen Tell Esved’de ehlileştirilmiş ve ekilip biçilmeye başlanmıştı. Bu durumun, tarım ekonomisinin doğmasının temelini oluşturduğu söylenmekteydi.
Oysa ki Göbekli Tepe’nin bulunması bu tarihi bilgi gibi pek çok şeyin yeniden düşünülüp izah edilmesini dayatmaktadır.
Avustralyalı Arkeolog Vere Gordon Childe, Neolitik çağın başlangıcını, tarihin gelişmesine ve süreç içinde giderek yerleşik bir hayat tarzının başlamısına, insanların toprağa yerleşmesiyle tapınaklar oluşturduğunu ileri sürer.
Ancak onun bu teorisine karşı, insanların önce tapınakları inşa ettikleri ve buraya gelen insanların gereksinimlerinin tarımı doğurduğu yönünde karşı teori lieri sürülmektedir. Bu karşı teorinin doğruluğu Göbekli Tepe’nin keşfi ile güç kazandığı anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi Göbekli Tepe bir yerleşim yeri değil ve bir mabettir.
Ekmek yapımında kullanılan arpa ve buğdaya benzer yabani bir taneli bitkinin Göbekli Tepe’nin çok uzağında olmayan volkanik Karacadağ’da bulunmasının ve ehlileleştirilmesinin Göbekli Tepe’nin inşasından sonraki bir zamana denk düşmesi, bu ikinci teorinin doğruluğunu göstermektedir. Bu taneli bitkinin bugün itibarıyle seksen çeşit taneli türün atası olduğu saptanmıştır.
Buradan da anlaşılıyor ki Neolitik dönemin başlangıcı olarak, insanların toplayıcılık ve rastgele avcılıktan toprağı işlemeleri ve hayvanları ehlileştirip beslemeleri dönemine geçişleri bilindiği kadarıyla ilk kez Karacadağ gibi Kürdistan coğrafyasında gerçekleşmiştir.
Ekmek yapımında kullanılan taneli bitkilerin yaygın olarak (buğday, arpa vb.) yetiştirildiği alanın önce Kürdistan coğrafyasında ortaya çıktığı ve giderek Ortadoğu coğrafyasına yayıldığını görmekteyiz.
Artun Ünsal, “Nimet Geldi Ekine” adlı kitabında özellikle Anadolu’da Diyarbakır Çayıönü (M.Ö.7000), Konya Çatalhöyük (M.Ö. 6800-5700), Burdur Hacılar (M.Ö. (6750-6500)
kazılarında ortaya çıkan kömürleşmiş buğday taneleri, hayvan boynuzuna çakmak taşı kaktırılmış oraklar, öğütme taşları ve hububat saklama çukurlarından bahseder. Ergani’deki Çayönü yerleşim yerinin Karacadağ’a yakınlığı ve diğer alanlardan daha önca taneli bitki yetiştiriciliği yapmış olması dikkat çekicidir.
Tarihi araştırmalardan öğreniyoruz ki daha sonraki tarihlerde, MÖ. 4300 yıllarında Babilliler özel fırınlarda ekmek pişirmişler, değirmencilik ve fırıncılık işini icra etmişlerdir.
MÖ. 2600 yıllarında Eski Mısırlılar, buğday unu ve su karışımından elde edilen hamura maya kattıklarında ekmeğin daha yumuşak, daha kabarık olduğunun farkına vardılar.
Sümerlerin beslenmesinde arpa ekmeğinin önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir.
Mısırlılardan ve Yahudilerden fırıncılık sanatını öğrenen Yunanlılar, Doğulularınkine benzer ekmekler yapmaya başlamışlardır.
Elazığ Norşun Tepe kazılarında (Alişam Köyü’nün yanıbaşında, (şimdi Keban Baraj Gölü altanda bulunmakta) erken demir çağınadan kalma kömürleşmiş buğday tanelerini bulunmuştur.
Ekmeğin bu kısacık tarihsel serüveninin şimdilik bilindiği kadarıyla ilkin Kürdistan’da boy göstermesi nedeniyledir ki çok kadim bir kutsalımızdır.