Ölüm her zaman gürültülü gelmez.
Silahla, askerle de gelmez.
Hatta Azrail de yoktur bu senaryoda.
Ölüm bazen sessiz gelir.
Hem de güldürerek, eğlendirerek ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadan ölüm hükmünü icra eder.
Sessizce gelen ölüm, bazen tiyatro veya sinema salonlarında, bazen okullarda veya kütüphanelerde kucaklar toplumu.
Bazen fıkralarla, karikatürlerle karşılar.
Bir moda salonu veya bir resim atölyesi sessiz ölümün emrinde çalışır.
Radyolarda, televizyonlarda hazırlanan programlarla sarmalar seçtiği kitleyi ve kitle bu sarmalamayı tatlı bir rehavetle karşılar çoğu zaman.
Sessiz ölüm, narkoz verilen hastanın duyduğu tatlı uyku gibi kucaklar hedefteki toplumu.
Bir ezgi duyulur. Makamı hedef topluma ait ama sözleri yabancı. Topluma defalarca dinletilir.
O ezginin topluma ait sözleri toplumsal hafızanın derinliklerine gömülür ve yabancı sözcüklü güfteyi benimsemeye başlar toplum.
Bu durumda artık sessiz ölümün kolları arasındadır hedefdeki toplum.
Kendisine ait bütün değerlerin yerine yabancı değerler benimsetilmiştir o topluma.
Sessiz ölüm ani ölüm de değildir. Yıllarca sürer.
Aklına değer verdiğim bir arkadaşım bu sessiz ölümü yazmalısın dedi.
Haklıydı.
Sessiz ölümün kurbanları daha fazla artmasın diye yazmaya karar verdim.
Arkadaşımın beni çıkardığı bu yolculuğa galiba yalnız devam edeceğim.