Osman Aydın: Özelleştirme ve Kürtler

.

Osman AYDIN

Türkiye'de KİT'ler (Kamu İktisadi Teşekülleri), hemen her dönemde tartışılmıştır. Yararları ve zararları konusunda pek çok yazı yazılmış, araştırmalar yapılmıştır. Özellikle 1980’li yıllarından itibaren Türkiye'nin gündemine özelleştirme olgusu kalıcı bir biçimde yerleştikten sonra bu konunun tartışılması daha da yoğunluk kazandı. Ancak bu tartışmaların merkezi daha çok ekonomik neden ve sonuçlar ekseninde olmaktadır.

Özelleştirmenin konusu olan KİT'lerin oluşumu, korunması ve yaygınlaştırılmasının arkasındaki siyasal nedenleri kimse tartışmak istemiyor. Aslında konuya bu açıdan bakıldığında KİT’lerin ve özelleştirme olgularının anlamı, önemi ve fonksiyonları daha iyi anlaşılacaktır.

Türkiye'de KİT'lerin kuruluşu, Mustafa Kemal’in ekonomik tercihi doğrultusunda ağırlıklı olarak 1930’lu yıllardır. Bu dönemi iyi tahlil etmek gerekir.

Cumhuriyet ilan edilip, 1924 Anayasası ile tek ulusa ait üniter devlet yapılandırıltıktan sonra 1925 Kürt ulusal başkaldırısı bastırıldı ve hala devam eden Şark Islahat Planı adıyla Kürtler için kapsamlı ve resmi devlet ideolojisine dayalı "tedbirler" kobinezonu uygulamaya konuldu. 1927 - 1930 Ağrı Kürt ulusal direnmesi bastırıldı. Bu arada Mustafa Kemal 1926 de İzmir suikastı vesilesiyle eski bir kısım İttihatçıları ve muhaliflerini tasfiye etti. CHP tek başına ve muhalefetsiz devlet yönetimine eğemen oldu. Belirlenmiş olan Cumhuriyetin nitelikleri kökleştirilmeye çalışıldı. Devletçi - Kemalist Kadro Hareketi devlet yönetiminde büyük ölçüde söz ve karar sahibi oldu.

Bütün bu olgular devletin otoriter yönetimi kurumlaştırmanın vesilesi oldu. Ancak otoriter devlet yönetiminin gücünü kalıcı kılması için ekonomik gücünü fazlasıyla büyütmesi gerekirdi. KİT’ler bu anlayışın ürünüdür. Devletin askeri kesimi de 1960 askeri darbesinden sonra aynı anlayışla kendine has ekonomik güç olarak OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu) kanalıyla silah sanayine kadar uzanacak bir ekonomik dünya yarattı.

1930’lu yıllarda Batı dünyasında ise Almanya'da nazizim iktidara taşınmaktadır. İtalya'da faşizm iktidara yürümektedir. İspanya'da kanlı bir biçimde Franko diktatörlüğü eğemen olmaktadır. SSCB'de Stalin bütün rakiplerini tasfiye etmiş, kalıcı diktatörlüğünü kurmuş durumdadır. Bütün bu devletlerin hepsi ideolojik devletlerdir. Bu devletlerin hepsinin ortak paydaları ideolojiye sahip ve anti demokratik oluşlarıdır. Bu devletler ekonomik kurumları da devletleştirerek devletin her alanda güçlü ve rakipsiz oldular. Her şey devlet içindi. Bu devletlerde vatandaş amaç olmaktan çıkarılmış devletin hizmetinde araç konumuna düşürülmüştür.

Bu tarihi kesitte Türkiye Cumhuriyeti ideolojik devletler dünyası ile entegre olmaya çalıştı. Bu nedenle devletin güçlenmesi için öncelikle devlet ideolojisi formüle edildi ve bunun adına Kemalizm/Atatürkçülük dendi. Ardından devletin her alanda egemen ve güçlü olmasının yolları arandı ve ekonomi devletin eline teslim edildi. KİT'ler bu mantık ve tercihle doğdu. Yani devletin ideolojik ve antidemokratik siyasi yapısı ekonomik yapı ile güçlendirildi.

Devlet ekonomik kurumlara sahip olup üretici olunca daha da güçlendi ve güçlendikçe de antidemokratik bir yapı kemikleşti ve ceberrutlaştı.

Devlet resmi ideolojisini büyük ve güçlü ekonomik kurumlarla donattığı sürece, ülkede demokrasiyi işler ve işlevsel hale getirecek kurumlaşmayı gerçekleştirmeyi kendisi için bir zorunluluk olarak görmeyecektir. Güçlenmiş ideolojik devlet, Kürtler’e karşı daha inkârcı ve baskıcı tutumunu boyutlandıracaktır.

Kürt sorunun çözümünde, demokratikleşmenin gerçekleşmesinde, insan haklarının güvence altına alınmasında, devletin kendisini yükümlü kılmamasının arkasında yatan temel nedenlerden biri devletin kendi resmi ideolojini ekonomik kurumlarla donatmış olması ve bu ekonomik kurumlar aracılığıyla devleti koruyan odaklar yaratarak onlara çıkarlar sağlayabilecek kaynaklara sahip olması gerçeği yatmaktadır.

O halde demokrasinin inşası ve özellikle Kürt sorununun çözümü, büyük ekonomik güce sahip ideolojik devletin elinden ideolojisini ve ekonomik gücünü alıp, devleti küçültmekten geçmektedir.

Eğer Kürt sorunu çözülmüş, demokratik kurum ve kurallar eğemen kılınmış, toplumsal barış sağlanmış, insan haklarına saygılı, insanların mutlu, müreffeh ve modern bir toplumda yaşaması isteniyorsa, ekonomik kuruluşlarla donatılmış ideolojik devleti, ekonomik alanda küçültmek, idari alanda desantralize etmek gerekir.

Devletin ekonomik olanakları elinden alındıkça devletin resmi ideolojisini dayatma gücü de kırılmış, resmi ideolojiden, demokratik sivil siyasete geçisin önü açılmış olacaktır. Bunun yolu da özelleştirmeden, yani ekonomik gücün sivilleşmesinden geçmektedir.

İlginçtir Kürt siyasi yapılarının ve aydınlarının önemli bir bölümü solculuğun kendilerine verdiği ( aslanda gizli kemalizmin kendilerine verdiği) bir kültürle Türkiye’de devletin elindeki ekonomik kuruluşların özelleştirmisine karşı çıkmaktadırlar. Onların bu duruşu Kürtler üzerinde baskı ve imha uygulayan devletin gücünün azalmasına karşı çıkmak anlamındadır.

Özelleştirmeye karşı duran Kürtler’in argümanlarını merak ediyorum.

Kurdistan Haberleri

Üçüncü Dünya Savaşı - Arzu Yılmaz*
Eğer Danielle Mitterrand bugün burada olsaydı
Myles Caggins: Kürdistan petrolünün yeniden ihracatı için birçok adım atıldı
Dersim ve Ovacık belediyelerine kayyum atandı
Mesud Barzani: Her türlü barış girişimine destek veriyoruz