Osman AYDIN
Türkiye’de üzerinde en çok tartışılan iki olgu: Cumhuriyet ve Demokrasi. Birincisi var olduğundan, ikincisi ise olmadığından dolayı tartışma konusu. Fakat tartışmayı özellikle iktidar ve ana muhalefet partisi Cumhuriyet ve Atatürk üzerinde yoğunlaştırdıkları için, süreç içinde artık demokrasinin varlığı veya yokluğu üzerinde tartışma yapılmaz hale geldi. Atatürk ve onun “eseri” olan Cumhuriyet öyle dokunulmaz bir zırha büründürülmüş ki, herkes bu zırhı delmekle meşgul.
Tartışmaların Cumhuriyet üzerinde yoğunlaşmasından düzenin bütün siyasi kurumları ve siyasi aktörleri son derece mutlu ve memnun. Halk da bu toz duman içinde başka şeyleri göremez durumda.
Öyle ki bu ülkede yaşayan herkese gerekli olan demokrasi istemlerini önleme veya gözden uzak tutma başarısı böylece sağlanmış oluyor.
Etimolojik olarak halk (demos) ve egemenlik (kratos) sözcüklerinden türeyen demokraside egemenliğin mutlak sahibi birey ve sonuçta, devletin sınırları içinde yaşayan halktır.
Demokrasiden söz edebilmek için onun olmazsa olmazı durumunda olan bazı ilkelerin toplum yaşamında ve devlet anlayışında kesinlikle yer etmiş olması gerekir. Bunlar; Milli Egemenlik, Seçme Seçilme Hakkı, Katılım, Özgürlük, Eşitlik, Çoğulculuk, Hoşgörü, Hukukun Üstünlüğü ve Kuvvetler Ayrılığıdır. Bütün bunların halk için olması gerekir.
Abraham Lincoln 1864 yılında verdiği bir söylevde demokrasiyi “halkın, halk tarafından, halk için yönetim" olarak tanımlamıştır.
Demokrasinin en sade ve genel tarifi budur. Ben buna bir unsur daha eklemek istiyorum: Demokrasi, özgürce soru sorma kültürüdür ve kamusal hayata eşit ve özgürce katılabilmedir.
Demokrasi, bir siyasal rejimin ya da devletin yönetim ilkelerini, kurumlar arası ilişkilerini ve devlet kurumları ile halk arasındaki ilişkileri belirleyen bir modeldir. Daha da önemlisi bir kültürdür. Asıl olan da budur.
Demokrasilerde hiç kimse hukukun üstünde değildir. Hukuk her şeyin üstündedir ve herkes yasalar önünde eşittir. Hukuku uygulayan mahkemeler tarafsız, adil ve tutarlı bir şekilde devletin diğer kurumlarından bağımsız olarak çalışırlar. Üzerinde bir vesayet kurumu olamaz.
***
Cumhuruyet ise bir siyasal rejim ya da devlet biçimidir.
Devlet başkanının halk veya halkın seçtiği temsilcileri tarafından ve belli bir süre ile seçildiği bir devlet yapılanması biçimidir.
Monarşilerde olduğu gibi devletin başında belli ailelere mensup olanların hayatları boyunca bu makamda kaldıkları ve makamın irsen devredildiği bir rejim değildir.
Türkiyede Cumhuriyet üzerinde yaratılan kısır döngü içindeki tartışmaların öyle görünüyor ki amacı, demokrasiyi gözden uzak tutmak ve buna yönelik istemleri cılızlaştırmaktır. Oysa ki halkın gereksinim duyduğu şey daha çok demokrasidir.
Dünyada devlet şekli cumhuriyet olan ama insanlarının, yoksul, özgürlüklerden yoksun, ve devletin kendisinin saygınlığının bulunmadığı örnekler çok fazladır. Çin, Kuzey Kore, Türki Cumhuriyetler, Afrika’da, Latin Amerika’da ve Asya’da daha onlarca bu tür devletlerin hepsinin devlet şekli cumhuriyettir ama bu ülkelerde demokrasi hak getire. Eski Sovyet Bloku'nun cumhuriyetleri de öyleydi.
Demek ki bir devletin cumhuriyet rejimiyle yönetiliyor olması, o devletin demokratik bir yönetim modelini benimsediği anlamına gelemediği gibi demokrasi, cumhuriyet rejimlerinin otomatik sonucu de değildir.
Avrupa’da devlet şekli krallık olan İngiltere, Belçika, Hollanda, Danimarka gibi pek çok ülke, insanoğlunun şimdiye kadar bulabildiği en ileri demokrasi uygulamalarına sahiptir.
Demek ki demokrasinin özeti olan insan onurunun saygınlığı cumhuriyetle elde edilemiyor. Bu saygınlık ancak demokrasilerde söz konusudur.