Osman AYDIN
İttihat ve Terakki, Anadolu’da bir Türk ulus-devletinin kurulmasının önünde engel olarak demografik yapıyı görüyordu. Onların toplum mühendisliği, Türk olmayanların toplam nüfusu, Türklerin nüfusundan daha fazla olduğu için onları Türkleştirmek zor ve zaman alıcı olduğundan daha radikal uygulamalar doğrultusunda oldu. I. Cihan Şavaşı onlara büyük bir fırsat sundu. Türk olmayan Pontus Rum’u, Ermeni ve Kürt nüfusunu “tehcir” etmek suretiyle demografik yapıyı Türkler lehine değiştirmek mümkün oldu.
Savaş sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ile Anadolu coğrafyasında kurulan yeni ulus-devletin önünde hala kendi topraklarında yaşayan önemli bir Kürt nufus engel olarak duruyordu. Türkiye Cumhuriyeti bu engeli, bazı kıyımlar uygulamakla beraber, temel strateji olarak, Kürtleri Türkleştirme politikasını uyguladı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Kürtleri Türkleştirme politikasında Cumhuriyetin ilanı, 1924 Anayasası, Şark Islahat Planı ve 2510 sayılı İskân Kanunun gibi çok önemli dört eşiği atladı. Bütün bunlar Kürt halkının inkârına, asimile edilmesine, coğrafya değiştirmesine ve yok edilmesine yönelik politikaları hayata geçirmek üzere hazırlanmış siyasal ve hukuksal metinlerdir.
İnsan bazında uygulanan Türkleştirme politikası kurulan Türk ulus-devleti için hala yeterli değildi. Bunun ekonomik ayağını da tamamlamak gerekirdi.
Türkiye’de 1920’de başlayan Türk milliyetçiliği, giderek ırkçı bir karakter kazandı ve 1930’lu yıllarda Faşist İtalya ve Nazi Almanya ile gelişen ırkçılıkla dirsek temasına geçip, bunu dostluğa dönüştürdü. 2. Cihan Savaşı bu dostluğu toplum katında pekiştirirken, ülkede yoksulluk da artıyordu. Yaşanan ekonomik sıkıntılar nedeniyle Devlet, gayrimüslim azınlıkların sahip olduğu malvarlığını Türkleştirme programına aldı.
Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler Lozan Anlaşmasına göre azınlık olduklarından onların Türkleştirilmesi önünde hem uluslararası hukuki ve fiili engeller vardı hem de önemsenecek bir nüfus kalmamıştı ama malvarlıklarını pek ala Türkleştirmek mümkündü. 11.11.1942 tarihinde yürürlüğe konan Varlık Vergisi Kanunu, gayrimüslim azınlıkların malvarlıklarını Türkleştirme amacıyla çıkarıldı. Bu kanuna, Nazilerin 1935’te Yahudi mallarının tasfiyesi ve devlete bu mallara el koyma yetkisi veren Nürnberg Kanunları, (Nürnberger Gesetze) esin kaynağı olmuştur.
Başbakan Şükrü Saraçoğlu bu kanun ile güdülen amacı, CHP meclis grubunun kapalı toplantısında milletvekillerine yaptığı konuşmasında çok açık biçimde ifade etmiştir:
“Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız (…) Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. (…) Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Bu Kanun sayesinde piyasaya egemen olan azınlık tüccar sınıfı ortadan kaldırılarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz. Kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”
Başbakan, milletvekillerine yaptığı bu konuşmasında Varlık Vergisi’nin “hassaten azınlıkları” hedef aldığını ve asıl amacın sermayenin Türkleştirilmesi olduğunu açıkça belirtmekte herhangi bir siyasi sakınca görmemiştir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de, 1 Kasım 1942’de TBMM’nin açılışı nedeniyle yaptığı konuşmada, bu kanunun arkasında olduğunu açıkça belirtmiştir.
Bu kanuna göre Vergi Takdir Komisyonları kurulacak ve bu komisyonlar, saptanan mükellefler için takdir olunan vergiyi 15 gün içinde ödemeyen/ödeyemeyen mükelleflerin tüm mallarına devletçe el konulacak ve icra yoluyla satılacaktı. Satış sonucu elde edilen gelir, konulan vergiyi karşılamazsa, o zaman mükellefler çalışma kamplarına gönderilecekti. Nitekim bu nedenle Erzurum’un Aşkale ilçesinde salt bu kişiler için kurulan kampa, 1229 kişi gönderilmiştir.
Varlık Vergisi mükellefi olarak 62.575 kişi saptanmıştı. Bu kişilere yüklenen vergi miktarı ise 317.275.642 liraydı. Tahakkuk edilen verginin 221.307.508 lirası tahsil edildi. Kararlaştırılan vergiyi ödeyemeyen mükelleflerin malları icra yoluyla satıldı. İcra yoluyla satılan mülklerin %67’sini Türk işadamları, %30’unu da devletin resmi kurumları satın aldı. Böylece Müslüman olmayan vatandaşların malvarlıkları hem el hem de milliyet değiştirdi.
Gayrimüslimlerin malvarlığı Türk varlığına armağan oldu.