Öztekin Çaçan
Dil bilimci David Cryrstal, dil, kendisini konuşan kimse kalmadığında ölür diyor.
Okuduklarımdan öğrendiğim kadarıyla dünya üzerinde şu anda 7000 dil konuşulmakta. Cyrstal’ in sınıflama ölçütlerine göre “Ciddi Tehlike Altında” olan yani konuşmacılarının 50 yaş üzerinde olduğu dolayısıyla 30-40 yıl içerisinde ölmesi beklenen 2400 dil bulunmaktadır. 21. Yy sonunda ise yaşayan dil sayısının 600’ e düşmesi bekleniyor.
Durum ne olursa olsun, ölüm nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin bir dilin günlük kullanımda varlığını sürdürmesi, koruması ve gelişmesi için gerekli sosyal ve siyasal koşulların oluşması şarttır. Yani bir dilin kendini yaşatması için ana - baba, nene – dede tarafından geliştirilecek iradi çıkışlar sadece bir yere kadar etkilidir. Toplum, siyaset hazır değilse, yani yaşam koşulları oluşmuyorsa her dil ölmeye mahkûmdur.
Dil bilimciler tarafından bir dilin yok olmasında Cryistal ve diğer dil bilimciler tarafından üç temel aşamadan söz ediliyor.
Birinci aşama yasaklar baskılar; bir dilin siyasal kurumlar, ya da komşu topluluklar tarafından yasaklanması, kullanıcılara cezalar verilmesi.
İkinci aşama ise daha enteresan, ortada görünür bir baskı olmamasına rağmen hem ana dillerini hem de dayatılan dili kullanma aşaması. Klasik bir çift dilli olma hali yani. Bu ikinci aşamada analarıyla ana dillerinde, çocuklarıyla hâkim dil de konuşan ve gittikçe genişleyen bir kesim oluşuyor.
Üçüncü ve son aşamada babalar ve nineler ile kendi dillerinde, çocuklarıyla ise sadece hâkim dilde konuşmaya başlıyorlar. Eğer birde tehlikedeki dilin ölmesi için gerekli “çok kuvvetli faktörler” yaşamaya devam ediyorsa. Örneğin baskı ve yasaklar sürüyorsa, yeni kuşaklar kendi yaşam koşullarında eski dili terk edip, tamamen egemen olan yeni yeni dil ile gelecek rüyaları görmeye başlıyorlar. Birey, artık anadilini anasıyla konuşarak öğrenemediğinden, nenesinin konuştuğunu bildiği “Nene dili” nin varlığını bile unutma eğilimindedir artık. Acı ama öyle.
Kaldığımız yerden devam edelim; yukarıdaki bütün bilgiyi Kürt Dili açısından yorumlamak istiyorum. Zannımca Kürtçe, kuzeyde konuşulan bütün ağız ve lehçeleri ile birlikte David Cryrstal’in “Tehlike Altındaki Diller” ile “Tehlike Altına Girmesi Olası Diller” sınıflamalarına daha yakın. Bence dil konusunda bazı açılardan öyle, bazı açılardan ise böyleyiz.
Biraz açayım. UNESCO, David Cryrstal’in Tanımlamalarını kullanarak oluşturduğu “Tehlike Atlındaki Diller Atlası” ve Dil Tehlike Endeksi Zaza’ca yı çocuk konuşmacı sayısının hızla azalması ve dili kullanan insan sayısının, o dili kullanması gereken genel nüfusuna oranlaması sebebiyle, “Tehlike Altındaki Diller” grubunda saymış. Kurmancî de biraz daha avantajlı görülmekle birlikte “Tehlike Altına Girmesi Olası Diller” grubunda. Hemen sevinmeyin bu çok iyi bir şey değil. Kurmancî’ in önümüzdeki 30 yıl içerisinde, “Tehlike Altındaki Diller” grubuna sıçraması; Zaza’ca ile aynı kaderi paylaşması Türkiye’nin günümüz siyasal ve sosyal koşullarında kuvvetle muhtemel bir durum.
Son söylediklerimi destekleyen veriler de mevcut aslında. Örneğin, DİTAM* tarafından 27 Şubat 2024 de Diyarbakır’da yapılan “Diyarbakır Yerel Hizmetlerde Neyi Kaybediyor- Kent Sorunları ve Çözüm Önerileri” çalıştayında sunulan rapora göre durum vahim.
Raporun araştırmacı Reha Ruhavioğlu moderatörlüğünde yazılan, “Sosyo - Kültürel Yaşam ve Politikalar” bölümünde açıklanan sonuçlar, Kurmancî lehçesinin de kaderinin hızla Zazacaya benzediğini gösteriyor. Raporda Kürt Çalışmaları Merkezinin (Kurdish Studies Center) Diyarbakır verilerine göre nüfusun sadece %30’u ebeveynleriyle tamamen Kürtçe konuşurken, çocuklarla Kürtçe konuşanların oranı sadece %8,8. Daha başka bir deyişle Analarıyla Kürtçe konuşanlar çocuklarıyla egemen dil olan Türkçe konuşuyor. Arkadaş çevresinde de Kürtçe bilenlerin kendi aralarında Kürtçe konuşma oranları oldukça düşük. Yine Raporda “Dil bilme ve kullanma oranları Kürtçe aleyhine kötüleşiyor” denilmekte.
Çalışmada oranlamalar verilirken Kurmancî ve Zaza’ca diye bir ayrıma gidilmemiş olmasına rağmen durumun vahameti her iki dil açısında da zannımca ortada. Dilimizi kaybediyoruz. Kuzeyde konuşulan her iki lehçemiz de “Tehlike Altındaki Diller” statüsünde. Yaşadığımız coğrafyanın siyasal ve sosyal koşulları gereği de diller açısından en mübarek seviye olarak adlandırabileceğimiz “Güvendeki Dil” olma seviyesinin çok uzağındayız.
Durum böyle olmakla birlikte bu gidişe dur demek de mümkün. Araştırmalar ve uzman açıklamaları bu durumun değişebileceğini de gösteriyor. İyi organize olmuş Dil- Kültür- Kimlik mücadeleleri bu konuda önemli başarılar elde edebilir. Tehlike altındaki dili kullananların egemen toplum içerisinde zenginleşmeleri, iyi eğitim almaları, meşruiyetlerinin artması, dillerinin “hak” olarak görülmesi, devlet politikalarının değişmesi; anadilde zorunlu eğitime başlanması vb şekillerde, diller yok olma tehlikesinden kurtulabiliyor.
Sürecin nasıl tersine dönebileceği David Cryrstal gibi birçok uzmanın açıklamalarında ve UNESCO “Somut olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi”, “BM Çocuk Hakları Sözleşmesi”, AB metinleri gibi birçok uluslararası metinde anlatılıyor. Bunun yanında dil çalışmaları, derleme, sözlük, enstitü gibi kurumlar dilin kullanım alanlarını artırıp, genişlettiğinden dilin sürdürülebilirliği açısından önem kazanıyor tabi.
Kısacası dil alanı “mücadelenin” belki de en önemli parçası durumunda. Bir dostumun Amilcar Cabral’ dan aktardığı biçimiyle “ulusal başkaldırı, kültürel varoluşla başlar” diyebiliriz. Dolayısıyla dil meselesinin önemi "çok ciddi siyasi sorunlarımız, can yakıcı sorularınız var, şu anda Kürtçe önceliğimiz değil" diyenlere duyurulur. Halkın dili kalmayınca, ortada halk mı kalır? “Bir Dilin Ölümü Bir Milletin Ölümüdür**” demiş David Cryrstal.
Kaynak: Rûdaw