Mütalaamızı okuyan bir arkadaş, “Savcı PAK’ı çok iyi anlamış” dedi.
Nereden anladın, diye sorunca şu cevabı verdi:“Sizin savunmanızı, PAK’ın program ve tüzüğünü çok iyi özetlemiş!”
Gerçekten öyle. Hakkımızda hazırlanan mütalaayı okunduğunuzda, Savcı’nın ‘dersini iyi çalıştığını’ ve ona göre bir mütalaa hazırladığını düşünürsünüz. Hem savunmamızdan hem de programımızdan bizi ve taleplerimizi en iyi anlatan ne varsa almış.
Ne var ki gerçek oldukça farklı. Genel olarak ele alırsak, asgari hukuk bilgisi olan herhangi bir savcı, bu türden bir mütalaa hazırlamazdı. Çünkü savcının yaptığı bütün şey, PAK’ın savunmasından ve programından aktardığı uzun pasajları, PAK’ın kapatılmasına delil olarak kullanmak olmuş. Savcıya göre PAK’ın savunduğu ve talep ettiği ne varsa Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’na aykırıdır ve bu nedenle de kapatılmalıdır.Bizim savunmamızdan ve programımızdan uzun pasajlar aktardığı gibi, bu görüş ve taleplerin T.C. Anayasası’na ‘aykırı olduğunu kanıtlayan’ maddeleri de öylece sıralamış. Bir yanda bizim savunmamız ve programımız, diğer yanda Anayasa’nın ve Siyasi Partiler Kanunu’nun yasaklayıcı hükümleri.
Mütalaa, adı üzerinde, herhangi bir konu hakkında ciddiyetle düşünme ve görüş belirtmedir. Savcı bizim tespit, öneri ve taleplerimiz hakkında ciddi bir şekilde düşünmüyor; savlarımız doğru mu eğri mi, bu konuda savcının bir fikri yok. Bugüne kadar bütün savcıların yaptığı gibi kolay yolu seçiyor ve bunların ‘Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu’na’ aykırı olduğunu söylüyor. Örneğin, Kürtler, tarihi ve kültürüyle var olan bir millettir, diyoruz. Savcı bu konuda bir kanaat bildirmiyor; ‘hayır, Kürtler yoktur’ diyemiyor; bunun yerine Anayasanın ikinci maddesine gidiyor ve Türk milleti ve Türk yurdu dışında bir kavram kullanmanın Anayasaya aykırı olduğunu söylüyor. Peki bizim varlığımız? Savcının bu konu hakkında bir görüşü yok!
Örneğin, ‘Kürtler bir millettir ve millet olmaktan kaynaklanan temel hakları vardır; bunları talep ediyoruz’ dediğimizde, ‘hayır, Kürtlerin bir hakkı yoktur’ demiyor, ‘herkesi eşit vatandaş olarak gören Anayasaya göre farklı bir grup, kişi veya inanç adına ayrıcalıklar talep etmek yasaktır’ diyor.
İyi, yasaktır da burada ayrıcalık talep eden kim? Bizim Parti olarak kuruluşumuzun ve taleplerimizin temel esprisi, Türkiye Devleti tarafından varlığı ve hakları inkar edilen bir milletin tanınması ve evrensel eşitlik ilkesi temelinde haklarımızın verilmesidir. Basit olarak diyoruz ki, T.C. Anayasası ve ilgili kanunları, hiç kimse tarafından varlığı yadsınamayan bir realite olan Kürt milletini yadsıyor; evrensel hukuk, bu gibi durumlarda, var olanın değil, bütünüyle siyasal iradenin tasarrufunda olan ve onun çıkarlarını tanımlayan yasaların değiştirilmesi gerektiğini söylüyor. Bugüne kadar gerçekleşen bu olmuş. Yasalara sığmıyor diye bir gerçekliğin ortadan kaldırıldığı görülmemiş. Hukuk, tam da bu gibi konular için vardır ve hakikate göre bir tanım yapması zorunludur. Bunu yapmazsa hukuk olmaktan çıkar, siyasal iktidarın hizmetinde, meşruiyeti olmayan, bütünüyle siyaset alanını temsil eden geçici bir kanun olur.
Ne var ki Savcı bu konuyla ilgilenmiyor. Onun için var olan tek şey T.C. Anayasası ve Siyasi Partiler Kanunu! Bu metinlerde yer almayan hiçbir şeyi tanımıyor ve tanımak da istemiyor. Ama burada da ‘taraflı’ davranıyor ve şiddete başvurmayan, şiddeti savunmayan partilerin kurulabileceğini tartışmasız bir şekilde garantiye alan Anayasa’nın 90. Maddesini de görmezden geliyor.
Savcıya paye biçen arkadaşım üzülecek ama söylemek zorundayım: Savcı bizi anlamıyor, daha doğrusu anlamak istemiyor. Onun derdi bizim ortaya koyduğumuz hakikatler değil, bu hakikatlerin inkarı üzerinde yükselmiş ve yıllardır bize mal etmeye çalıştığı terör yöntemleriyle bir milleti haklarından yoksun tutan T.C. Devletini ‘payidar’ kılmaktır.
Belirtmek gerekir ki, Savcının hukuk bilgisi de oldukça tartışmalıdır.Savcının ne kadar hukuk bilgisine sahip olduğunu anlatan en iyi örnek şudur:
Savcı, Birleşmiş Milletlere üye devletlerin katılımıyla 14-25 Haziran 1993 yılında Viyana’da gerçekleştirilen “Dünya İnsan Hakları Konferansı” sonuç bildirgesinde belirtilen ‘“Eşit Haklar”’ ilkesine uygun olarak ırk, din ve renk ayrımı gözetmeksizin ülkesine ait bütün insanları temsil eden bir hükümete sahip egemen ve bağımsız bir devletin ülke bütünlüğünü ve siyasi birliğini kısmi veya bütüncül biçimde parçalayacak herhangi bir eyleme izin verilemeyeceği gibi destelenmeyeceği de vurgulanmıştır’ diyor.
Buna sonuna kadar katılıyorum. Bana göre de “Eşit Haklar” ilkesine uygun olarak ‘’ırk, din ve renk ayrımı gözetmeksizin ülkesine ait bütün insanları temsil eden bir hükümete” karşı meşru olmayan yöntemler kullanmak doğru değildir. Savcının anlamadığı şudur: T.C., kendi vatandaşlarına karşı, “Eşit Haklar” ilkesini esas almıyor. Tam tersine, bütünüyle belli bir elit tarafından belli bir amaç için tasarlanmış olan siyasal rejime, geriye kalan tüm insanları uydurmaya, uymayanları biçip-dikmeye çalışıyor. Yani temel insan haklarına, “Eşit Haklar” ilkesine aykırı hareket ediyor. Savcı bu hakikati görmek yerine, bütünüyle irrasyonel olan kendi yasalarında belirtilmiş olanı “eşit vatandaşlık” söylemini esas alıyor ve buna itiraz edenleri “ayrıcalık istemek”le itham ediyor.
Ne var ki Türkiye şartlarında işe yarayan bu bakış açısı, uluslararası kurumlarda alay konusu olmaktadır. T.C. Devleti, parti kapatma konularında, bugüne kadar hiçbir uluslararası kurum tarafından aklanmadı. Bizim davamızda da aklanmayacaktır. Dünya, mütalaayı hazırlayan Savcı’nın hayal dünyasının çok ötesindedir. Bütünüyle belli bir siyasal amaç için hazırlanan ve temel insan haklarını ayaklar altına alan T.C. Anayasası mütalaamızı hazırlayan savcı tarafından ‘esaslı bir mihenk taşı’ olarak görülebilir fakat evrensel normlar çerçevesinde bu sadece bir fanus mesabesindedir.
Evrensel hukuk ilkelerini, AİHM içtihatlarını değil de mensubu oldukları devletin temel çıkarlarını esas alarak hüküm kesmeye çalışan savcıların yüz yıllık bu hakikati görmezden gelen tutumları için söylenebilecek tek şey şudur: “Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur!” 30.06.2019