Ali Kemal Yıldırım
2 Agustos 2015 de facebook'da yazdığım yazıyı güncelliği nedeniyle tekrar yayınlamakta yarar var. Bu yazıya şunu ekleyebilirim: kısmi ulusal demokratik talepler dahil geniş anlamda Ulusların Kaderlerini Tayin hakkı bir demokrasi sorunudur. Demokrasi merkezin yetkilerinin sınırlandırarak en azından yetkilerinin bir kesimini çevre ile paylaşmayı gerektirir. Oysa başkanlık sistemi tam tersi bir icraatı göstermektedir. Var olan kısmi demokrasiden geri adım sadece Kürtlere ilişkin alanlarda değil bütün alanlarda gözleniyor. Kendi halkı için demokrasiyi gereksiz gören bir yönetim anlayışı Kürtler için nasıl demokrat olabilir? Güney Afrika'da sağ yönetim ile adım atılmıştı. Bahçeli'nin aksak adımının bir başlangıç olarak faydası olabilirdi. Ancak o aynı sırada tehdit diline sarılmakla zaten kötü durumda olan ahlaki meşruiyetini daha da düşürmektedir. Öcalan içinde durum farklı değildir. O nedenle, bundan sonraki sürecin uygun aktörlerce yürütülmesi yararlı olacaktır.
1984 yılında, Irak Kürdistan'ı Kürtler'inin Saddam ile "Kürt sorununu çözme" düşüncesini eleştiren bir broşür kaleme almıştım.
O zamanki mahrumiyet bölgesinde elimde Servet Tanelli'nin "Devlet ve Demokrasi", Lenin'in "ulusların kaderlerini tayin hakkı" v.b bir kaç kitap vardı.
Özetle demokratik bir talep olan ulusların kaderlerini tayin Hakkı kapsamındaki KÜRT sorununun SADDAM ve benzeri otoriter rejimler ile çözülemiyeceğini savunuyordum.
AKP; "Kürt açılımı" v.s dediğinde ÇOĞU insanımızın fazlaca heyecanlanmasının aksine ben temkinli olmayı yeğledim ve genel demokratikleşmenin gidişatını mercek altına aldım.
Gelişmeler Erdoğan'ın eskisinden daha fazla merkezileşmeye yatırım yaptığını; bütün devleti Türk tarihinde Çokça görüldüğü üzere bir muktedirin emri altına sokmayı yeğlediğini gösterdi. Bu oteriterleşme eğilimi, oteriter KEMALİZM'i örnek almış PKK'nin geleneğini bağnazca sürdürmesine yaradı.
Kürt sorunu, birlikte kalınması halinde dahi, ancak Gücün merkezden çevreye aktarılmasını gerektiren bir bakışla çözümlenebilirdi. Fakat genel süreç tersi yönde ilerliyor idi. ERDOĞAN; yürütme, yargı ve yasayı emri altına sokmuştu ve son seçimde bu durumu BAŞKANLIK ile taçlandırmak istiyordu.
Sonuçta merkezilik ile 'merkez kaç' gerekli demokratik mekanizmaları(örneğin Amerika'da bu Federatif cumhuriyettir) oluşturulmadığından birlikte yürümez hale geldi. Ve işin doğallığı Gereği Savaş'a karar verildi.
HIÇ şaşırmadım!
Çünkü demokratik bir sorun olan 'ulusların kaderlerini tayin hakkı', aynı Coğrafi Sınırlar içerisinde ancak gerçek demokratik bir Cumhuriyet'te ile çözümlenebilir.
Erdoğan'ın ilham aldığı "ecdatlar" bu sorunun çözümüne referans olamazdı.
Şimdi yine saatleri başa aldık...
DEMOKRATIK METOD
DEMOKRASİ'Den yana bir parti, Kürt sorununu kendi kontrollerinde olan Öcalan gibi bir şahsiyeti Kürtler'e Meşru temsilci imiş gibi dayatarak çözümez.
Çözmek ayrı bir şey, teslim almak ayrı..
Ben baştan beri Devlet'in ortamı demokratikleştirerek Kürtler'in kendi temsilcilerini kendilerinin seçmesini önerdim. Görüşmeler, proğramı ve istemleri belirgin olan seçilmiş temsilciler vasıtasıyla Şeffaf olarak yürütülmeli dedim.
Kürt sorunu Erdoğan, MİT, ÖCALAN, KANDIL kıskacı ile çözümlenemez. Sorun sadece onların sorunu değilki...
Çok baskı görmüş Kürtler'in akılsızlığına anlam veriyorum, peki bu Türkler niye hiç akıllanmaz? Çifte standartta, ırkçılık veya dindarlıkta inat ederler...?
Halkı çağdaş yapan kimi zaman devlette temsil edilen müneverlerdir. Bu devlet aydını, aykırı düşüneni ne zaman sevdi?