Sıcacık odamın penceresinden, bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru, sararan yaprakları, ince belli bardakta sıcacık demli kaçak çayım, Kürtçe slov şarkılar eşliğinde hüznüme buruk keyfimi katarak izliyorum.
Bir haftadır bıkmadan, usanmadan yağan yağmurun düşen her damlasında, ölüm yerleşkesinde yolu geçenleri hatırlıyorum. Dağları eriten kocaman yüreklerini, minik yüreğimin içine koyup sarmak, yağmurdan korumak istiyorum. Minik yüreğimde binlerce koca yürekli cıvan merdin, kadın ve çocuğun yüreği, düşen her yağmur damlasında bir yüreğin anısı, yaşanmışlığını hissediyorum.
Hayallerini, umutlarını, sevinçlerini, gülüşlerini, sohbetlerini, hüzünlerini, sevdalarını, dost ve arkadaşlıklarını, hayal kırıklıklarını, korkularını, yaşadıkları işkenceyi, ağrılarını, ölüme gidişlerini, bir filim şeridi gibi geçen kısa yaşamları, geride bıraktıkları, ellerinden alınan doya doya yaşamayacakları bir yaşamın acısını, yaşama doymayanlara, doyamayanları.
Kemerli kapıdan geçişlerini, ölüm yerleşkesindeki hücrelerini, işkenceye götürülüp getirilişlerini, yeşil soğan getiremeyen görüşçülerini, karanfil kokmayan sigaralarını, memleketin dağlarına gelmeyen baharı
Bir şey gelip yine boğazıma düğümleniyor, zeytin çekirdeği gözlerimi kocaman açıp, göz pınarlarıma asılı kalan gözyaşlarımı dijlenin kutsal sularına sessize akıtmak istiyorum. Minik yüreğimle sardığım kocaman yürekli civanmertleri incitmek sarsmak istemiyorum gözyaşlarımla,
Yüreğimdeki kıymetlilerimi, sararıp dalından düşen çınar yaprağının rüzgârından, yağmur damlalarının darbelerinden, yavrusunu koruyan her canlı gibi korumak sarıp sarmalamak istiyorum.
Ellerim böğrümde, sessizce yüreğimin acısına, can çekişine ortak olurken, Kirpiklerime asılı kalan yaşlar, boğazıma düğümlenen her ne ise, işte o,soğuk ve yağmurlu bir gecede, sokakta kimsesiz, sahipsiz bir kedi yavrusu gibi asırlık çınara sığınıyorum.
İstiklal/ölüm mahkemelerinde ölüme gönderilen, Şex Seid Efendi ve dava arkadaşları beyaz kefenleri ve boyunlarında ölüm fermanlarıyla darağacına, ölüme meydan okuyarak, başları dik yürüdüklerini, ölüm yerleşkesine sağ girip ölü bile çıkamayanları, bir bağ yeşil soğan ve karanfil kokan sigara götürmek için esirgenen bir mezar taşını, memleketin dağlarına baharın gelmeyişine, özgürlüğe hasret, düşen her yağmur damlasında Kürdistan için ölüme gidenleri düşünüyorum.
Sığındığım yerden başımı kaldırıp, gıri kefenlerini giymiş, benimle gözyaşlarını akıtan kederli bulutlarla göz göze geliyorum. Küçücük yüreğimde sardığım binlerce koca yürekli civanmerdi sarsmadan yağmur damlalarına gözyaşımı da katarak Mezopotamya’nın bereketli topraklarına can vermesi için akıtıyoruz.
Beyaz bir güvercin başımın üstünden nazlı nazlı kanatlarını çırparak uçmaya başlıyor. Bir anda binlerce, on binlerce beyaz güvercin gökyüzünde kar gibi beyaz bir bulut uluşturuyorlar. Özgürlüğe kanat çırpacak yiğitleri selamlayarak aralarına alıyorlar.
Sığındığım ulu çınar, gövdesiyle biraza daha sararak beni, gözyaşımı silmek için sararan yapraklarını dökerken, ölüm yerleşkesine sağ giren yiğitlerin kutsal bedenleri canice ve saygısızca gömül(me)sede, ruh ve düşünceleri beyaz güvercin olarak Kürdistan semalarında dünya döndükçe özgürce kanat çırpacağını , Sonbaharda, toprağın yağmur, rüzgâr ve tohumla buluşmasıyla taze bir umut, baharın başlangıcını müjdelediğini, her başlangıcın coşkusu çevresini aştığını tüm doğaya yayıldığını ölümünde bir başlangıç olduğunu fısıldıyor.
Bağımsız Kürdistan için toprağa düşen yiğitlere