Gazeteci Ramazan Yavuz cinayet anını anlattı.. Yavuz'un Tigris Haber için kaleme aldığı yazısı.
Ramazan Yavuz
2015 yılının son aylarıydı. Kentte büyük bir gerilim vardı. Diyarbakır’ı yas’a boğan cinayetten sanırım 3-4 gün önceydi. Kentteki gelişmelerle ilgili haberleri yazarken, Balıkçılarbaşı taraflarından bir vatandaş telefonla aradı. “Dün geceki çatışmalarda tarihi Dört ayaklı minarenin ayakları tahrip olmuş” bilgisini verdi. Dört ayaklı kentin en önemli tarihi sembollerinden biriydi ve yüzlerce yıldır ayaktaydı. Minareyi yüzlerce yıldır ayakta tutan o ayaklar kurşunlardan tahrip olmuşsa tabi ki haber değeri de vardı ve bunun üzerine fotoğraf makinamı alıp oraya gittim. Giderken de kentin sosyal, kültürel tarihi dokusuyla ilgili onlarca kitabı bulunan yazar Şeyhmus Diken’i de çağırdım. Şeyhmus Diken ile Dört ayaklı minare de buluştuk. Oldukça kalabalıktı. Gelip geçenlerin hepsi durp tahrip olan ayaklara bakıyor hayıflanıyordu. Fotoğrafları çektikten sonra yazar Şeyhmus Diken’in de görüşünü aldıktan sonra büroya dönüp haberi yazdık. Gazeteler “Dört ayaklı ayaklarından vuruldu” diye haberi büyük gördü.
Dört Ayaklı için de sesini yükseltti
Benim hiç aklıma gelmezdi bir tek onun bu konuya bu kadar duyarlılık göstereceği. Kentte onlar sivil toplam kuruluşu, dernekler, odalar, sivil inisiyatifler, meslek örgütleri ve hatta kent severler vardı. Bir tek o ses yükseltti. Bu kişi gerek Diyarbakır’da ve gerekse de bölgedeki insan hakları ihlalleri konusunda duyarlılık gösteren, mağdurlara sahip çıkıp elinden geldiğince hukuki destek veren ve yanlarında duran dönemin Diyarbakır Baro Başkanı Av. Tahir Elçi’ydi.
Baro Başkanı Tahir Elçi’nin Cumartesi günü sabah Dört Ayaklı minarenin ayaklarının tahrip olmasıyla ilgili aynı yerde basın açıklaması yapacağı bilgisi geldi. Aldığım duyumlara göre birileri onu uyarmıştı da “basın açıklamasını Baro’da yap, orası karışık ve tehlikeli oraya gitme” diye. Ama o dinlememiş, olayın olduğu yerde ses yükseltmeyi tercih etmişti. Bu haberi ben yapmış ve takip te etmeliydim. Bu nedenle Cumartesi sabahı Kameraman Serdar Sunar’ı da alarak dört ayaklı minareye gittik. Baro Başkanı Tahir Elçi ve bir grup avukat dört ayaklı önündeydi ve tahrip olan yerleri inceliyorlardı. Duyarlı bazı vatandaşlarda vardı, ayakların nasıl tahrip edildiğiyle ilgili görüşlerini iletiyorlardı. Hemen hepsi Tahir Elçi’yi tanıyor ve ilgi gösteriyorlardı. Basın açıklaması nedeniyle “insanlığın mirasıyım, mirasına sahip çık” yazılı dövizlerde hazırlanmıştı. Sonra açıklamaya geçildi. Tahir Elçi ortalarında avukatlar dizildi Dört Ayaklı Minare’nin önüne. Güvenlik şubeden gelen sivil polislerde etrafta önlem almıştı. Kentteki hemen her basın açıklamasını da bu güvenlik şubenin sivil polisleri takip ediyordu. Bazısı Tahir Elçi’yi de tanıyordu. Tahir Elçi, yaşamı boyunca her türlü şiddete karşı çıkan biriydi. Ve yine şiddete karşı çıkan açıklamalar yapıyordu. Basın açıklaması kısa sürdü. Avukatlar tam ayrılacakken vatandaşlar yanlarına gelip sohbetler ediyordu.
Tam ayrılacakken silah sesleri
Tahir Elçi’nin de yanına gelen yaşlı bir kadın sorunlarını Kürtçe konuşarak aktarıyordu. Kameraman Serdar Sunar ile birlikte Dört Ayaklı minareden ayrılacağımız sırada Balıkçılarbaşı kesiminden aniden silah sesleri yükseldi. Ortalık bir anda karıştı. Silah sesleri gittikçe fazlalaşmaya başladı. Herkes bir tarafa kaçışmaya başladı. Vatandaşlar sokak aralarına kaçışırken, işyeri sahipleri ise kepenklerini anında indirdi. Biz gazetecilerde cami duvarının dibine sindik. Avukatların büyük kısmı işyerine sığınmıştı. Güvenlik şubenin sivil polisleri oturmamızı ve başımızı kaldırmamamızı istedi. Böyle ortamları çok yaşadığım için öylesine sinecek değildim. Ha bire fotoğraf çekmeye devam ettim. Tabii öyle istediğim gibi olmuyordu. Neyse, bir ara baktım Tahir Elçi gazetecilerin hemen yanında o da yere çömelmiş silah seslerini geldiği Balıkçılarbaşı’na doğru eğilerek bakıyor. Avukatlardan bir tek o kalmış olay yerinde. O hengamede sığınacak daha sağlam yere gidemedimi, bilerek mi kaldı onu bende bilmiyorum. Ama hemen yanımızdaydı. Güvenlik şubenin polisleri tabancalarını çekmiş tetikte bekliyor, başımızı kaldırmamamız içinde bizi uyarıyordu. Ben tekrar baktım Tahir Elçi aynı pozisyonda bekliyordu.
İki kişi önümüzden koşup gitti
Bu arda Postanenin olduğu yerden bizim olduğumuz tarafa doğru bir genç zikzaklar çizerek hızla geliyordu. Polisler önce şaşırdı daha sonra ona ateş etmeye başladı. Ancak genç adeta mermi gibi önümüzden geçip giderek hendek ve barikatların bulunduğu Hançepek mahalesi’ne doğru gitti. Postane tarafında silah sesleri gelmeye devam ediyordu. Sonra ikinci bir gençte koşarak geliyordu. Polisler ona da ha bire ateş ettiler, oda aynı şekilde önümüzden geçip gitti. Ben bu sırada bol bol fotoğraf çekiyordum. Boş kovanlar başımı okşuyordu adeta. Polisler başımızın üzerinden gençlerin kaçtığı sokağı kurşun yağmuruna tutuyordu. Ben bu iki genci kapkaççı falan sandım. İlk kaçanın bol bol fotoğrafını çekmiştim.
Yerde yatan beyaz ceketli
Duvarın dibinden yerimi değiştirip dört ayaklı minarenin altına baktığımda bir kişi yerde göğüs üzeri düşmüş yatıyordu. Başının altından kan fışkırıyordu. Resmen donup kaldım.
Kimdi bu?.. Polislere sordum “bilmiyoruz” dediler. Üzerinde beyaz ceket vardı. Bu sırada polisler sokak aralarına ateş etmeye devam ediyordu ve takviye güçte istenmişti. Ben hemen fotoğraf makinamda çektiğim avukatların fotoğraflarına baktım. İçlerinde beyaz ceketli olan Tahir Elçi’ydi. Ve benim aniden içim daraldı.
O mu acaba?. Çünkü 4-5 gün öncede Silvan’da yaşanan olaylarda birlikteydik. Silvan’da daTahir Elçi, duyarlılık göstermiş olayları takip etmişti. Yerde kanlar içinde yatan o mu?.. ! Diğer gazeteci arkadaşlarla konuştuk kimi “evet o” diğerleri “yüzü gözükmüyor, o olmayabilir” deniliyordu.
Sonra panzerlerle bir grup özel harekât polisi geldi, bunlar bize ses çıkarmadı onlarda otomatik silahlarla sokak aralarına kurşun yağdırıyordu. Beyaz ceketli kişi kanlar içinde, halen yerdeydi ve ambulans falanda gelmemişti. Sivil polisler bize panzerin arkasından yavaş yavaş olay yerinden çıkmamızı istedi. Panzeri takip edip balıkçılar başına doğru giderken bir baktım sokağın başını başka özel harekâtçılar tutmuş ve bize ters ters bakıyorlar. Kameraman arkadaşım Serdar Sunar’a “beni takip et” dedim. Tam sokağın başına geldiğimizde ben aniden köşedeki çekirdekçinin çuvallarının üzerinden atlayarak Dörtyol tarafına doğru koştum. Yoğurtçular pazarı sokağına ulaştığımda durdum ve dönüp arkama baktım. Sokağı tutan özel harekât polisleri gazetecileri dövüyordu. Yani hınçlarını gazetecilerden çıkarıyorlardı. Caddede toplanan bazı vatandaşlarda özel harekâtçılara gazetecileri dövmemeleri için bağırıyorlardı. Güvenlik şubenin bazı polisleri ise özel harekâtçıları uyarıyor, gazetecilere karışılmamasını istiyordu. Ama çabaları nafileydi.
Kanlar içinde yatan beyaz ceketli Tahir Elçi..
Sonra Serdar Sunar geldi. Bayağı hırpalanmıştı. Taksiye atlayıp hemen büroya gittik. İlk işimiz Dört ayaklının ayakları altında kanlar içinde yatan kişinin kim olduğunu net olarak öğrenmek oldu. 10 Dakikalık araştırmadan sonra öğrendik. Kanlar içinde yatan beyaz ceketli kişi Baro Başkanı Tahir Elçi’ydi. Vurulanın o olduğunu öğrendikten sonra koltukta yığılıp kaldım. Am bu arada da işimi yapmalıydım. 150 kareye yakın fotoğraf çekmiştim. Haber ve fotoğrafları kısa sürede geçtim.
Sonra akşam Valilikten aradılar. İçişleri Bakanlığı’ndan 4 müfettiş hemen gelmiş ve olay yerindeki gazetecilerle görüşmek istiyorlarmış. Valilik binasına gittim. Ve ne yaşadım ve gördümse olduğu gibi anlattım. Bazı sorular sordular cevapladım. Bizi koruması gereken özel harekât polislerinin olaydan sonra bize saldırısını da anlattım onu da kayıt altına aldılar. Bir gün sonra da Diyarbakır barosu beni çağırdı, orada da ne gördüysem anlattım.
Sona gelirsek, 1980 darbesinden önce bu meslekle tanıştım. Tam 43 yıl oldu bu meslekle uğraşalı. Türkiye’nin yanı sıra yıllarca Irak, İran ve son olarak Suriye’deki gelişmeleri takip ettim. Meslek yaşamım boyunca binlerce haber yaptım, on binlerce fotoğraf çektim. Üzüldüğüm çok anlar oldu.
Ama bu başkaydı. Çünkü 3-4 gün öncede Silvan’da beraberdik. Bir dakika önce hemen yanımızdaydı, aramızda bir metre falan da yoktu. O da bizim gibi çömelmiş olanları izliyordu. Bir dakika sonra da kanlar içinde yerde yatıyordu. Ve her konuşmasına “Barış” diyerek başlayan şiddet karşıtı Tahir Elçi şiddetin kurbanı olmuştu. Çok üzgünüm.