Mustafa Özçelik
Bağımsızlık Referandumundan geri adım atılmayacağı netleştikçe, gerek bu konudaki diplomatik trafikte , gerek ‘’ortalığı ve kafaları karıştırmaya’’ dönük kimi girişimlerde ve gerekse ‘’referandumun kötülüğü’’ne dair ‘’yeni teoriler’’de olsun, ciddi bir artış gözleniyor. Elbette ki bugünü ve geleceği etkileyebilecek kimi tehlikeli girişimler de madalyonun diğer yüzünü oluşturmaktadır.
Referandumu engeleyemeyenler, bu kez, katılım oranını ve ‘’Evet’’ oylarını düşürmeye yönelik bir çaba içindedirler.
Bu konuda bir kaç not düşmenin gerekliliğine inanıyorum.
‘’Referandum ve bağımsızlık IŞİD’e karşı verilen mücadeleyi sekteye uğratır, olumsuz etkiler. Onun için erteleyin’’ diyen devletler; bütün imkansızlıklara, ‘’ele güne muhtaç’’ bırakılmak istenmesine rağmen, Kürdistan Bölge Yönetimi’nin IŞİD’e karşı göstermiş olduğu kahramanca direniş ve başarıyı neden daha gerçekçi ve vicdani bir terazide tartmıyorsunuz? Bu imkansızlıklarla bu başarıyı gösterenlerin, ayakları üstünde durabilen, güçlü, zengin ve dünya devletlerinin desteğini almış bir Kürdistan devletiyle daha büyük başarılara imza atacağını neden görmek istemiyorsunuz? Sykes-Picot, Lozan anlaşmaları ve Paul Bremer’in ‘’Eyalet sistemi’’ önerisiyle Kürdistan halkına karşı yapılan tarihsel haksızlığı, şimdi ‘’referandumu erteleyin’’ diyerek tekerrür ettirmeye çalışmanızı nasıl yorumlayalım? Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Mesud Barzani’nin önerisini neden gözardı ediyorsunuz? BM, AP, ABD ve ‘’referandumun zamanı değil, erteleyin’’ diyen tüm devletler, gerçekten de şu anda ‘’erteleme’’nin daha doğru olacağına inanıyorsanız, buyurun siz referandum için bir tarih belirleyin, garantör olun, çıkacak iradeye saygılı olacağınızı beyan edin. O zaman elbette ki referandumu ertelemenin makul bir sebebi olur.
‘’Bağımsızlık referandumu Irak Devleti’nin toprak birliğine zarar verecektir’’ tesbiti ve yaklaşımı, güneşi balçıkla sıvama girişiminden başka bir anlam taşımamaktadır. Ne ‘’Irak’’ adında bir devlet ne de toprak birliği kalmış bir ‘’ülke’’ ortada kalmıştır. Olmayan bir devleti Kürdistan halkına dayatmak büyük bir haksızlıktır.
Güney Kürdistan’daki referandum ve bağımsızlık kararının, kendilerinde de ‘’Domino Etkisi’’ yaratacağınından korkan ve bu nedenle de buna karşı çıkan Türkiye, İran, Suriye, Irak Devletleri neden bunu kalıcı barış için bir şans olarak değil de bir tehlike olarak görüyorlar? Onlarca, yüzlerce yıl Kürdistan halkının özgürlüğünü ayaklar altına almanıza rağmen ne Kürdistan’ı haritadan silebildiniz ne de Kürdistan halkını yok edebildiniz. Gelin yeni bir şey deneyin: Kürt ve Kürdistan gerçekliğini kabul edin, siyasal, demokratik, sivil , barışçıl çözümlere yol açın. Referandumu ve Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını da bu yolda yeni bir destekleyici faktöre dönüştürelim. Ölüm, katliam, hapis, sürgün, ekonomik, kültürel, idari, ekolojik, yaşamsal yıkım değil; yeniden inşa , yeniden diriliş için , Kürdistan halkının kendi geleceğini özgürce belirleme hakkını, eşit ortaklığa dayalı iki ülke, iki milet, iki parlamentoya dayalı federal bir sistemi neden denemiyorsunuz?
‘’Kürt devleti ümmeti böler’’ diyenler, o zaman, kendi devletlerine sahip 63 islam ükesinin neden ‘’ümmeti bölmediği’’ sorusuna cevap verebilirler mi? Arap, Fars ve Türk ırkçılığıyla yoğrulmuş, islamdan uzak ama ‘’islam’’ görüntülü bu söylem ve derin projeler, Referanduma ve Güney Kürdistan’ın bağımsızlık ilanına karşı ‘’ümmet bölünecek’’ maskesiyle bariyer oluşturmaya çalışmaktadırlar. Kürt ve Kürdistanlı dindar insanlarımız bu provakatif düşüncelere karşı duyarlı olmalı, bu tür oyunlara gelmemelidirler. Tüm etnisite, din, mezhep ve sosyal kategorileriyle, Kürdistan halkının da, mevcut dünya devletleri gibi, kendi devletiyle, kendisini yönetme hakkı vardır.
Bağımsızlık referandumunu ‘’İsrail, ABD Projesi’’ şeklinde değerlendirenler, dolaylı, dolaysız, bağımsızlık nehrinin önüne barajlar kurmaya çalışanlardır. Kürdistan halkını değişik ideolojik argümanlar ile dünyadan izole etmeye, dünya devletlerine düşman kılmaya yönelik bu vb. söylemlere itibar etmemek lazım. Dünyada kim Kürdistan halkına yardım eli uzatıyorsa, elbette ki biz de el uzatmalı, dost görmeliyiz. Hiç bir komplekse kapılmadan, bu tür söylemlere karşı dik durabilmeliyiz. Referandum için ‘’Türk Devleti’nin projesi’’ vb. iddiaları ortaya atanlar ise, bu iddiaların hiç bir kıymeti harbiyesi olmasa da, aslında bu söylemler ile Kürdistan halkının özgürlüğüne karşı el altından plan ve stratejiler geliştiren devletlerin ekmeğine yağ sürdüklerinin farkında değil midirler?
Güney Kürdistan’da ekonomik, siyasi, idari sorunların çözümü için mutlaka bir çözüm programı oluşturulmalıdır. Bu, Kürdistan halkının en temel insani, demokratik ve ulusal hakkıdır. Ama, bağımsızlık referandumunu ‘’iç sorunların çözümlenmesi’’ şartına bağlamak, ipe un sermektir. Dünya devletlerinin çoğunun yaşadığı sorunların yanında Güney Kürdistan’ın problemlerinin ‘’devede kulak’’ düzeyinde olduğu açıktır. Kaldı ki, bugün yaşanan sorunlar biter, başka sorunlar çıkabilir. Ayrıca, 1 Kasım 2017’de zaten Güney Kürdistan’da Parlamento ve Başkanlık seçimleri yapılacak. Herkes mevcut gidişata olan itiraz ya da desteklerini oylarıyla beyan edecektir. Sorunların,bağımsız bir devlette daha kolay ve etkili çözüm zemini bulduğu da ayrı bir gerçekliktir. Onun için, referandum iç sorunlara kurban edilmemelidir.
Türkiye ve İran’ın ‘ortak operasyon’undan sözedildiği bir dönemde, PKK’ye yakın kesimlerin Şengal’de ‘Demokratik Özerklik’ ilan etmesi oldukça dikkat çekici bir durumdur. Açık ki bu girişim, Kürdistan Bölge Parlamentosu, Hükümeti ve Peşmerge gücünün irade, otorite ve hakimiyetini reddeden bir nitelik taşımaktadır. Bir başka ifadeyle bu girişim, Şengal’i Kürdistan Bölgesi’nden koparıp ayrı bir ‘ülke’ tesis etme girişimidir. Kuzey Kürdistan’da hendek ve barikat siyasetinde ifadesini bulan ve büyük bir yenilgi ve yıkımı ifade eden bu ‘teori’ ve ‘pratiğin’ akıbeti ortadayken, bu kez Şengal’de ‘Demokratik Özerklik’ ilan etmek, aynı zamanda Bağımsızlık Referandumu’na karşı ciddi bir provakasyona varabilecek tehlikeli bir girişimdir.
Bir diğer husus, sık sık gündeme getirilen ‘’Ulusal Kongre‘’ söylemidir. Açık ki ‘’Ulusal Kongre’’, bugünkü koşullarda gerçekleşme şansı olmayan bir öneridir. Kürdistan’a siyasi statü hakkını savunmayan, ‘’ulusal devletin miyadı dolmuştur’’ diyen, tek parti yönetimini herkese dayatan otoriter bir anlayış ile ‘’ulusal kongre’’ nasıl gerçekleştirilecek? Bağımsızlığa doğru yürüyen Güney Kürdistan Devleti’nin bölgesel ve uluslar arası ilişki ve konumuyla, Kürt partilerinin bölge devletleriyle olan kimi ilişkileriyle, herhangi bir Kürdistan parçasına siyasi statü talep eden bir programa imza atamayacakları gerçekliği ortada iken, ‘’Ulusal Kongre’’ nasıl gerçekleşecek?Bu konuda bizim önerimiz, ‘’Ulusal Demokratik Koordinasyon’’dur. Gerçeklik bu iken, bağımsızlık referandumunu ‘’Ulusal Kongre’’ye endekslemek, ‘’olmayacak duaya amin’’ demek değil midir?
‘’Ulus Devlet miyadını doldurmuştur’’ diyerek referanduma ve bağımsız Güney Kürdistan devletine karşı çıkanlar; her nedense, Irak, Suriye, Türkiye ve İran Devletlerinin miyadını doldurmadığını düşünüyor olacaklar ki, bu ‘’devletleri ‘’demokratik cumhuriyetler’’e dönüştürmeyi temel strateji olarak belirlemişler.
Referanduma ve devletleşmeye açık bir tutum almaslar da, bazı aydın ve siyasetçilerin ‘’ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı’’ ilkesini bir tarafa bırakarak, ‘’Şekli ne olursa olsun bir devlet talep etmek yerine, özgür ve demokratik bir yaşamı ve bunu sağlayacak bir devleti savunmak lazım’’ dediklerine tanık olmktayız. Dünyada önce iç sorunlarını çözmüş ve özgür, demokratik bir devlet ile bağımsızlığını ilan etmiş bir millet gösterbilir misiniz? Hangi teoride böylesi bir yaklaşım sözkonusudur? Yoksa böyle düşünen aydın ve siyasetçiler, ‘’teori’’ye yeni bir katkı mı yapıyorlar? Yeni ilkemiz, ‘’Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı’’ değil; ‘’Ulusların özgür, demokratik, eşitlikçi, insanca yaşamı garantiye almış bir devlet ile kendi kaderini tayin hakkı’’ olacak herhalde! Peki böyle düşünenler, niyetleri ne olursa olsun, aslında bu ‘’teori’’leriyle Kürdistan halkının devletleşme hakkını sonsuz bir geleceğe havale ettiklerinin farkında değiller mi? En kötüsü de, aslında bu anlayışın, Kürdistan halkının devletleşme hakkının fiilen reddi anlamına geldiğini göremiyorlar mı?
Referandum iradesi geri dönülmez bir yola girmiştir. Bir yandan en yüksek katılımla, en yükek ‘’Evet’’ oyunun sağlanması için yoğun bir çaba gösterilmesi gerekirken; bir yandan da referandum sonrası bağımsızlığın barışçıl yollardan ve diyalogla sağlanması için büyük bir kampanya ve diplomasi başlatılmalıdır. Ve en önemlisi de, artık bağımsız Güney Kürdistan Devleti’nin daha demokratik, daha özgür, daha adaletli, daha refah, daha yaşanılacak, daha zengin bir örnek ülke ve devlet olarak Ortadoğu’da bir barış, güvenlik ve özgürlük adası olmasının araç, gereç ve koşullarını elbirliğiyle tartışma ve yaratma zamanıdır.