… Fazlaca gerilere gitmeye gerek yok; 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Kürt halkının başına gelenler, Başkanlık Sisteminin bir uygulaması mıdır? Eşbaşkanlar, milletvekilleri, belediye başkanları dahil binlerce HDP`linin zındanlarda tutulması, belediyelere kayyum atanması, Kürt kentlerinin yakılıp yıkılması ve çok sayıda sivilin katledilmesi yasalara göre yapılan işler mi? Açıktır ki bunlar, yasaların bizzat devlet tarafından yok sayılmasının sonucudur. “Başkanlık gelecek, demokrasi bitecek” diye boğazlarını yırtanlar, budizginsizbaskı ve terör dalgasıkarşısında birsey yaptılar mı? Hayır! Ya sessiz kaldılar ya da aktif şekilde destek oldular. Bütün bu nedenlerle, Türk milliyetçileri arasındaki bu kapışmada Kürt halkı taraf değil, olmamalıdır. Diyarbekir`de düzenlenmek istenen protesto gösterilerine katılmama yönünde yapılan çağrılar bu bakımdan yerindedir. Kürtler tarihleri boyunca ona-buna yeterince kuyrukçuluk yaptılar ve öyle olduğu için de hep kaybeden taraf oldular. Onlar, aynı hataya bir daha düşmek gibi bir lükse sahip değiller.
Onca gürültü ve gerginlikten sonra nihayet 16 Nisan günü devlet başkanı olacak kişiye , bir bakıma padişah yetkilerini veren Anayasa değişikliğine ilişkin referandum gerçekleştirildi. Bir çok yönden, meşruiyeti tartışılsa da yarışışimdilik „evet“ diyenler kazanmış gözüküyorlar.
Yeri gelmişken, detaya girmemek üzere referandum ile ilgili kimi noktalara ilişkin görüşlerimi aktarmaya çalışayım.
1. Bu referendum ile getirilmek istenen sistem, zaten anti-demokratik olan Türkiye`nin politik sistemini bir adım daha demokrasiden uzaklaştırıyor, bu bir gerçek.
2. Bu referandum olaganüstü hal koşullarında, hatta Kürdistan`da sıkıyönetime rahmet okutacak ölçüye varan bir baskı ortamında gerçekleştirildi,
3. Referandum çalışmaları sürecinde iktidarda bulunan AKP, devletin bütün olanaklarını sonuna kadar kendi lehine kullandı ve kazanmak için her türlü hileli yola baş vurdu.
4. Yazılı ve görsel basında seslerini duyurma olanakları bakımından “evet”çilerle “hayırcı”lar arasında büyük bir uçurum vardı. CHP bile AKP karşısında büyük bir haksızlığa uğradı. Devlete ait olsun olmasın basın, HDP diye bir partinin varlığını ise nerdeyse hiç aklına getirmedi. Üstelik bu partinin Eşbaşkanları, öteki yöneticileri, milletvekilleri, 80`den fazla belediye başkanı ve binlerce aktivisti çezaevlerinde iken yapıldı bu referandum.
Bütün bu nedenlerle, yüzde 51.4 olan evet oyu, sayısal olara kazanmaktır ama toplumun çoğunluğunun istemini yansıtma yönünden çok şibeli bir sonuçtur. Bu referendum, normal koşullarda yapılsaydı, hayır oylarının daha yüksek oranda çıkacağından ve tasrarının reddedileceğinden yana şahsen her hangi bir kuşkum yok.
Ama bir gerçek daha var ki kanımca geleceğe ilişkin olarak asıl üzerinde durulması gereken noktayı teşkil ediyor. Referandum süreci toplumu çok derin şekilde böldü ve taraflar arasındaki ilişkileri alabildiğine gerdi. Kaybeden kesimlerin bu sonucu sineye çekip köşelerine çekileceklerini düşünmek saflık olur. Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın izleyeceği politikaya da bağlı olarak kavganın inişçıkışlarla dinmeden süreceğini söylemek yanlış olmaz. Bunun, legal ve demokratik düzeyde kalıp kalmayacağı, „yeraltına inme“ türünden istemlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise ayrıca üzerinde durulmayı gerektiren bir konudur.
Referandumun Kürdistan`daki Yansımaları
Olaganüstü derecedeki eşitsiz koşullara rağmen devletin HDP`yi çökertme planının en azından şimdilik tutmadığı, partinin hala önemli bir kitlesel güce sahip olduğu, bu referandumla bir kez daha kanıtlanmış oldu.
Ancak, „evet“ ve „hayır“ oyları arasındaki oran, genel seçimlerde AKP ile HDP tarafından alınan oy oranları karşılaştırıldığında, bazı illerde gelişmenin HDP lehine olmadığı da göz önündedir. Bunu neye bağlamak gerekir?
1. Kuşkusuz bunun başta gelen nedenlerinden bir tanesi, yukarıda değindiğimiz baskı ortamı ve eşitsiz koşullardır.
2. Geleneksel olarak kemalizme ve onun savunucularına sempatiyle bakmayan muafazakar Kürt kesiminin, onlara karşı duruyor gibi gözüken Erdoğan`ıtercih etmesi,
3. „Hayır“cılar tarafından ileri sürülen „rejim değişiyor, demokrasi elden gidiyor,“ içerikli propagandanın, kemalist devletin zulmünden çok çekmiş olan Kürt halkı için her hangi bir cazibeye sahip olmaması. Tercihini „evet“ten yana kullanan bu kitlenin önemli bir kesimi için Erdoğan, zulümkar kemalistlere karşı direnen bir mazlumdur.
4. AKP tarafından ileri derecede istismar edilen din faktörü,
5. Ateşkes ve çözüm sürecinin PKK tarafından bozulduğuna olan inanç ve silahlıçatışmadan duyulan rahatsızlık, istikrar beklentisi,
6. Kent içi çatışmalar sırasında yerlerini terk etmek zorunda kalan küçmümsenemiyecek bir seçmenkitlesinin yer değişikliği nedeniyle oy kullanma hakkına sahip olamamsı,
7. AKP tabanının, Kürt halkının hakları konusunda kendileri açısından hayli ileri şeyler söylemesi, belli bir kitleyi çözümden yana olduklarına inandırabilmesi. Yeri gelmişken bu noktayı biraz açayım; referandum süresince, AKP`li bir çok kürt kadroyu Güney Kürdistan televizyonlarında izleme fırsatım oldu. Bunların, ısrarla vurguladıkları noktalardan biri PKK ve HDP`nin Kürtler için bir şey istemedikleriydi. „PKK, hem Kürtler için bir şey istemiyor, hem silahlı mücadele yürütüyor. Bu, Kürtlerin lehine olan bir savaş değil,“ sözleri dillerinden düşmedi. Yine onlara göre, Erdoğan her konuyu konuşmaya hazırdı ama PKK`nin silaha baş vurması, bunun olanaklarını ortadan kaldırıyordu. Bu nedenle de bölgedeki baskıların, halkın yaşamını zorlaştıran bütün uygulamaların sorumlusu PKK`ydi. AKP temsilcileri, bu arada anadilde eğitim hakkından tutun da eyalet sistemine kadar bir dizi öneriyi çok rahtça dile getirmekten geri kalmadılar. Aynı kişiler, Güney Kürdistan`da Kürt devletinin kurulmasına da açık destk sundular. HDP`nin kol-kola gözüktüğü „evet“çi Türk milliyetçilerinin en ağır dercedeki ırkçı saldırı ve hakaretlerine karşılık, AKP hükümeti Kürdistan bayrağı asarak Mesut Barzani`yi karşıladı.
Eğri oturup doğru konusalım; amacı, samimiyet derecesi ne olursa olsun AKP, Kürt kitlesine somut mesajlar verme konusunda HDP`ye göre daha derli-toplu, daha hazırlıklıydı. Erdoğan, Türk milliyetçilerini yanına çekmek için ırkçı “Tek millet, tek devlet, tek bayrak ve tek vatan” sloganını dilinden düşürmezken AKP`nın Kürt kadroları bol keseden “kürtçü” öpücükler dağıttılar. Hata Başbakanın dili bile Erdoğan`ınkinden hayli farklıydı.
8. CHP yönetimi fazlaca kurcalamıyor gözükse de parti içerisinde ya da paralelindeki bazıodaklarile MHP`den ayrılanların propagandalarının merkezine „bölücülüğe karşı“ mücadeleyi koymaları, „Erdoğan başkan olursa eyalet sistemi gelecek ve Türkiye bölünecek,“ görsühünü ısrarla öne sürmeleri,aynışekilde Kürtler arasında politik havayı„evet“ lehine tetikleyen bir etkendi.
Îşte bu koşullarda yapılan referandumda Kürtler 4 ayrı blok halinde hareket ettiler:
1.Dini duyguların güçlü şekilde etkilediği, kemalizm ve kemalistlerle ise yıldızı barışık olmayanmuhafazakar Kürt kesimi, yukarıda sıralamaya çalıştığım nedenlerle „evet“ dedi.
2.AKP iktidarının son yıllardaki zulmünü göreceli olarak dahaağır derecede yaşamış ve halen de yaşamakta olan yörelerin halkı, tutumunu “hayır“ şeklinde belirledi,
3.Alevi Kürtler, kendileri açılarından çok haklı nedenlerle yine „hayır“ dediler.
4. Kürtlerin bir kesimi ise ya bilinçli olarak boykot ettiler ya da değer bulmadıkları icin ilgisiz kaldılar.
Kürtler Bakımından Referadumdan Çıkarttılması Gereken Dersler
Kuşkusuz, referandum çalışmaları ve sonuçları, Kürt ulusu açısından önemli derslerle doludur.
1. PSK ve PAK boykot çağrısı yapsalar da bu işte hem geç kaldılar hem de bunu kitlelere ulaştırmadayeterince enerjik davranmadılar. Oysa, gücü ne olursa olsun Kürt partileri referandum tarihinden çok önce bir araya gelmeli, kendi anlayışlarına uygun bir anayasa taslağı hazırlayıp kamuoyuna sunmalıydılar. Örneğin, Kürt sorununun nihayi çözümünü, uluslarası sözleşme ve antlaşmalarla garanti altına alınmış olan „halkların kaderini özgürce belirleme hakkı“ ilkesine göre ele alan böyle bir anayasa tasarısı,Belçika, Kanda, İsviçre, hatta Amerika ve Almanya`daki gibi federal bir modele gore düzenlenebilirdi. Böyle bir anayasa önerisinin, ayrıca ulusal azınlıkların haklarını garanti altına alan ve farklı dini inançlar arasında tam eşitliğe dayanan bir özesahip olması gerektiği de açıktır.
Kendisini Türkiye partisi olarak tanımlasa bile HDP`nin, böyle bir anaysa tasarısının motor gücü olmaması için her hangi bir neden yoktu. Çünkü Türkiye partisi de olsanız, Türkiye`yi kapsayan gerçek bir demokrasi için önereceğiniz model, genel demokratik hakları düzenlemenin yanısıra, ulusal ve inançsal sorunların çözümünde, tam eşitliğe dayalı olmak zorundadır. Bu olmadan söyleyeceğiniz şeyler boş sözler olmaktan öteye gitmez. Özcesi; Kürtler, böyle bir anayasa önerisiyle kamuoyunun karşısına çıkmamakla tarihi bir fırsat kaçırmış oldular.
2. HDP`nin ısrarla „evet“i faşizme, „hayır“i ise demokrasiye destek olarak sunması, çok önemli diğer bir yanlışlıktı. Ortada biri demokratik, ötekisi anti-demokratik iki anayasa metni yoktu ki yapılanın adına da „demokrasi mücadelesi“ densin. Sonuçta Kürt halkı, Aleviler ve ezilen öteki kesimler bakımından yapılan şey, iki ant-demokratik metinden birini tercih etmekten ibaretti.
Kaldı ki kuruluşundan bu yana Türkiye Cumhuriyeti zatenKürtleri farklı bir statüde değerlendiriyor ve farklı yasave uygulamalarla yönetiyor. 84 yıllık süreçte, Kürt halkı sırf anayasa ve yasalar anti-demokratik olduğu için baskıya uğramadı, ezilmedi. Türk devleti, Kürtler söz konusu olduğunda var olan yasaları da çok rahatça yok saydı, çiğnedi. Bu yüzden de devlete hakim zihniyet değişmedikçe,dünyanın en demokratik anaysa ve yasalarını da yapsanız, Kürt halkının durumunda temel bir değişme meydana gelmez. Devletin ilgili birimlerinde Kürtlerle ilgili karar alındı mı, akan sular durur; ne yasama organı kalır, ne yürütme ve ne de yargı. „Ben devletimin yanındayım“ kuralı,toplumda hakim hale gelir ve zulmün her çeşidi seferberlik ruhuyla alkışlanır.Fazlaca gerilere gitmeye gerek yok; 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Kürt halkının başına gelenler, Başkanlık Sisteminin bir uygulaması mıdır? Eşbaşkanlar, milletvekilleri, belediye başkanları dahil binlerce HDP`linin zındanlarda tutulması, belediyelere kayyum atanması, Kürt kentlerinin yakılıp yıkılması ve çok sayıda sivilin katledilmesi yasalara göre yapılan işler mi? Açıktır ki bunlar, yasaların bizzat devlet tarafından yok sayılmasının sonucudur. “Başkanlık gelecek, demokrasi bitecek” diye boğazlarını yırtanlar, bu dizginsiz baskı ve terör dalgası karşısında birsey yaptılar mı? Hayır! Ya sessiz kaldılar ya da aktif şekilde destek oldular. Bütün bu nedenlerle, Türk milliyetçileri arasındaki bu kapışmada Kürt halkı taraf değil, olmamalıdır. Diyarbekir`de düzenlenmek istenen protesto gösterilerine katılmama yönünde yapılan çağrılar bu bakımdan yerindedir. Kürtler tarihleri boyunca ona-buna yeterince kuyrukçuluk yaptılar ve öyle olduğu için de hep kaybeden taraf oldular. Onlar, aynı hataya bir daha düşmek gibi bir lükse sahip değiller.
Nasıl bir Yol haritası?
Yaşananlardan ders çıkartarak Kürt halkı için önümüzdeki döneme ilişkin bir yol haritasıçıkartmak gerekirse, şunları önerebiliriz:
Bir kere HDP`nin izlediği „Türkiyelileşme“ politikası, bu parti tabanının kültürüne, tarihine, mücadele ruhuna ve ödediği bedellere uygun düşen bir model değil, bunun zaman yitirilmeden terk edilmesi gerekir.
Kürt halkının Özgürlük mücadelesinin başarıya ulaşması bakımından doğru ve ideal olan, yurtsever güçlerin mümkün olduğunca en geniş kesimlerini bir araya getiren, halkın enerji ve yeteneklerini aynı amaca uygun tarzda kanalize eden ulusal bir birlik, bir cephedir. Kürtler kendi kimlikleri, kendi ulusal kurum ve kuruluşlarıyla siyaset meydanında yer almalı, başkalarıyla ortak mücadeleyi ondan sonra düşünmeliler.
Kemalistler, geleneksel olarak AKP türü partilere uzak duran Kürt Aleviler içerisinde belli bir etkinliğe sahip olsalar da, günümüzde bu etki geçmişe oranla hayli gerilemiş bulunuyor. Kürdistan`da Kürt yurtseverleri karşısındaki en güçlü ve yenilgiye uğratılması en zor sömürgeci sistem partisi AKP`dir. Çünkü AKP ve onun gibi olan partiler, kitlelerin sahip oldukları geleneksel değer yargılarını ve özellikle dini en etkili bir tarzda kullanan partilerdir. Devletin gücü ile geniş ekonomik olanakların bunların elinde olması, muhalif kesimlerin işini daha da zorlaştıran bir etkendir.
Öte yandan, AKP klasik kemalistler gibi Kürt sorununu tabu olarak görmüyor, tersine tabanısorunun varlığını kabul ediyor gözüküyor, kendine göre çözüm önerileri sunuyor. Dolayısiyle de yurtsever hareket, Çetin Altan`ın deyimiyle „Kışla parfümlü“ Türk milliyetçilerine karşı sürdürdüğü yönetmlerle “cami parfümlü” millyetçilerle başedemez, bunların tahribatlarının önüne geçemez. Bu alanda yeni yol ve yöntemlere gereksinme var.
Bence yurtsever haraketi, yukarıda dile getirilen bazı önerilere ek olarak şu noktalara kafa yormalı ve gerekli adımları atmalı:
1) Kürt halkının yararına olmayan, tersine her yönden ona zarar veren silahlı eylemlere karşıçıkmalı, bir an önce barışçıl bir oratama geçilmesi için çaba harcamalı,
2) Geniş bir yurtsever birlik bir an önce gerçekleştirilmeli, hareketin sivil ve demokratik bir niteliğe kavuşması mutlaka sağlanmalı, uzaktan kumandalıya da tepeden inmeciyöntemler suratle terk edilmeli, AKP ve CHP gibi partilerin tabanı dahıl geniş kesimlerle diyaloğa açık olunmalı, ideolojik-politik farklar düşmanlştırma aracı haline getirilmemeli,
3) Dil, kültür ve kimliğe kıskançlıkla sahip çıkılmalı, ayrıca halkın yaşam koşullarının düzeltilmesi ve geliştirilmesi için ekonomik ve sosyal içerikli programları ihmal etmemeli,
4) Kürdistan`ın öteki parçalarıyla, iç işlerine karışmama prensibinie uygun olarak her alanda ilişkileri geliştirici bir politka izlemeli,
5) Türk halkının ilerici ve demokrasiye inanan kesimleriyle ilkeli birlikler oluşturup barışçıl ve demokratik ortak mücadele için kararlıadımlar atmaktan geri durmamalı.