İngiltere merkezli haber ajansı Reuters’ın 26 Haziran’da yayınladığı “ABD ve İsveç savcıları Bilal Erdoğan’ın adının geçtiği yolsuzluk şikayetini inceliyor” (US, Swedish prosecuters study graft complaint naming son of Turkey’s Erdoğan) başlıklı haber, Türkiye’de iktidar cephesinde büyük bir tepki gördü ve aştığımız üzere hem devletin, hem AKP’nin ve medyasının hem de hükûmetin farklı isimleri tarafından defalarca yalanlandı.
Ve yine alışık olduğumuz üzere bu tepki ve yalanlamaların hiçbiri, haberin içeriğine ve ortaya koyduğu iddialara cevap vermediği gibi Reuters’ın, ailesi üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef aldığını, yalan bir haberle algı operasyonu yapmaya çalıştığını ve NATO toplantısı öncesinde Türkiye’yi yıpratmayı amaçladığını savunuyordu.
Birbirini tekrar etmekten başka niteliği olmayan bu tepkileri burada tekrarlamayacağım. Sadece, konu hakkında en uzun “açıklamayı” yapan TC İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un iddiaları üzerinde duracağım. Altun, David Gauthier-Villars imzalı Reuters haberini, “senaryodan müteşekkil sözde haber”, “gazetecilik tarihi açısından kara bir leke” ve “171 yıllık Reuters’ın kendini açıkça küçük düşürmesinin acınası bir örneği” olarak niteliyor. Altun’un “eleştirilerine” yer vermeden önce kısaca haberi hatırlayalım.
Haber konusu
Haber, bir ABD şirketinin İsveç'teki iştiraki Dignita’nın, ürettiği alkolmetrenin Türkiye’de pazar hakimiyetini ele geçirmesine yardımcı olacak koşulları sağlaması halinde Bilal Erdoğan’a milyonlarca dolar komisyon ödemeyi taahhüt ettiğini iddia ediyor. Söz konusu iddiaya temel oluşturan belgeler, soruşturma yürütülebilmesi için hem ABD’de hem de İsveç’te adli makamlara teslim edilmiş. Reuters, hem resmi makamlarca soruşturulan bu belgelerin bizzat gördüğünü hem de “rüşvet” teklifinin “işin içindeki bir kaynak” tarafından doğrulandığını savunuyor.
Reuters, ABD ve İsveç yetkililerine yapılan bireysel şikâyete göre, Bilal Erdoğan’a bir ödeme yapılmadığını; farklı iki kaynağa ve Reuters’ın ulaştığı şirket içi yazışmalara göre de İsveçli şirket Dignita’nın geçen yıl projeyi iptal ettiğini belirtiyor.
Belgeye dayanan iddiaları haberleştiren Reuters, ulaşamadığı ya da belgeleyemediği unsurları da açıkça belirtiyor. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve oğlu Bilal'in Dignita'nın iddia edilen rüşvet planından haberdar olup olmadıklarını bağımsız olarak teyit edemediğini söylüyor.
Haberin kısa özeti bu. Ancak kendisi oldukça uzun. Dileyenler Voice of Amerika’nın (VOA) Türkçe sayfasından haberin tamamına erişebilir. Ayrıca çok iyi yazılmış ve mümkün olan tüm kaynaklara ulaşılmış ya da ulaşma çabası gösterilmiş çok detaylı, örnek bir haberle karşı karşıyayız. Neden böyle düşündüğümü aşağıda anlatmaya çalışacağım. Başlamadan önce son kez sabrınızı rica ederek, Fahrettin Altun’un 26 Haziran akşamı Twitter hesabından paylaştığı, “açıklamanın” bir kısmını vermek durumundayım. Paylaşımın ilk yarışı şöyle:
Fahrettin Altun’un “açıklaması”
“Reuters haber ajansının bugün, özel dosya başlığıyla abonelerine servis ettiği ve Sayın Cumhurbaşkanımızın oğlu Sayın Bilal Erdoğan’a yönelik mesnetsiz iddialarla dolu bir senaryodan müteşekkil sözde haber; gazetecilik tarihi açısından hem kara bir lekedir hem de 171 yıllık bir medya kuruluşunun kendini açıkça küçük düşürmesinin acınası bir örneğidir. Temel habercilik kriterlerine asgari düzeyde dahi olsa riayet edilmemiş bu dezenformasyon ürününün, içerisinde yer alan şu cümlelerle kendisini yalanlaması ve gerçekle uzaktan yakından ilgisinin olmadığını adeta itiraf etmesi, gazetecilik derslerinde okutulacak cinstendir:
“Bir kişi tarafından yetkililere sunulan ve Reuters tarafından da incelenen şikayete göre sonuçta herhangi bir rüşvet ödenmedi. Aslında İsveçli şirket Reuters tarafından görülen şirket yazışmalarına göre, geçen yılın sonlarında projeden aniden vazgeçti.”
“Reuters, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve oğlu Bilal'in Dignita'nın iddia edilen rüşvet planından haberdar olup olmadıklarını veya bu plana dahil olup olmadıklarını bağımsız olarak teyit edemedi.”
Tamamen hayal mahsulü senaryolarla dolu olan, gazeteciliğin en temel etik ilkelerini hiçe sayan ve Sayın Cumhurbaşkanımızın ailesini hedef aldığı apaçık ortada olan bu algı operasyonunun, tam da önümüzdeki günlerde gerçekleşecek NATO liderler zirvesi öncesinde yayımlanması da akla ciddi soru işaretleri getirmektedir.”
Altun’un haklı olduğu tek konu
Fahrettin Altun’un “açıklamasının” ikinci yarısına, haberle ve gazetecilikle ilgili, daha doğrusu somut herhangi bir olguyla ilgili bir eleştiri olmadığı için yer vermiyorum. İletişim Başkanı’na göre bu yalan haber, dezenformasyona karşı vermiş oldukları mücadelenin de ne denli önemli olduğunu tüm dünyaya bir kez daha kanıtlıyormuş.
Gelgelelim Altun’a sadece bir konuda katılıyorum: Reuters’ın haberi gerçekten de gazetecilik derslerinde gösterilebilecek türde bir örnek. Altun, Reuters’a yukarıda alıntıladığım tepkiyi vermeden önce haberi okumuş ve "örnek bir haber” diye düşünmüştüm. Ancak onun iddia ettiği gibi “gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmadığı için” değil, tam tersine iyi bir gazetecilik örneği olduğu için. Çünkü maalesef Altun’un İletişim Başkanı olduğu ülkede bu türde, iki ve daha çok tarafın görüşlerine yer vermek için çabalayan hem de çok iyi yazılmış haberlere pek tanık olmuyoruz.
Gazeteciliğin temel ilkesi?
Reuters’ın haberi neden iyi bir örnek? Ya da soruyu tersinden sorarsak, Fahrettin Altun hangi temel etik ilkelerin, hangi gerekçeye yok sayıldığını iddia ediyor?
Altun’a göre Reuters, gerek herhangi bir rüşvet ödenmediğini söyleyerek ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ve oğlunun İsveçli şirketin rüşvet planından haberdar olup olmadıklarını teyit edemediğini belirttiği için “yalan” bir habere imza attığını kabul etmiş oluyor.
Oysa durum tam tersi. Reuters, bunları açıkça söyleyerek temel gazetecilik etiğine uygun davranıyor. Çünkü haber başından sonuna İsveçli şirketin, etrafındaki isimleri kullanarak Bilal Erdoğan’a ulaşma çabasını aktarıyor. Bunun için, şirketin iç yazışmaları dahil birçok kaynağa ve tanıklığa başvuruyor. Şirketin amacı ve bu amaca yönelik çalışmaları belgeleriyle ortaya konmuşken geriye okurun merak doğrudan edeceği tek şey kalıyor: Şirket Bilal Erdoğan’a ulaşabildi mi ve herhangi bir ödeme yaptı mı? Bu sorular cevaplanmaz ise okur, bir belirsizlikle baş başa bırakılmış olacak.
Reuters, bu soruyu doğrudan cevaplayarak okura karşı sorumluluğunu yerine getiriyor. Okurun kafasında belirmesi kaçınılmaz soruları ortada bırakmayarak, temel gazetecilik ilkelerine uygun davranıyor. Aslında bunu yaparken haberi ve kendisini de koruyor. Çünkü bu olağan sorunun cevapsız kalmasıyla oluşacak belirsizlik, belge ve tanıklıklara dayanan, uzun uğraşlar sonrasında yapıldığı belli olan haberin bekasını da etkileyecek.
Bir haberi “iyi” olarak nitelendirebilmeniz için gereken şeylerden biri geride soru bırakmamasıdır. Haberin en önemli sorusu ya da sorularından biri yanıtsız bırakılıyorsa, ya cevabı ulaşacak kadar çaba sarf edilmemiştir ya da bir nedenle yanıt verilmek istenmiyordur. Sorunun varlığını göz ardı edemezsiniz. Cevabınız yoksa, en azından neden yanıt veremediğinizi belirtmeniz gerekir.
Gazetecilik kamu faydası için, kamuyu bilgilendirme amacıyla yürütülen bir eylem. İnsanları belli bir konuda bilgilendirme iddiası taşıyan bir haberin neden olduğu bariz bir soruyu cevaplamamak kötü gazetecilikle ilişkilendirilebilir. Kasıtlı bir şekilde cevaplamamak ise gazetecilikle ilişkilendirilemez; kamuyu bilgilendirme değil, bilgi kirliliği ya da belirsizlik yaratmak amaçlanıyordur çünkü.
İşte bu durumda, haberin neden olduğu bariz sorular yanıtlanmadığında Fahrettin Altun’un iddia ettiği algı yaratma çabası belki akla gelebilirdi; cevaplandığında değil.
Acaba Reuters bu iki bilgiyi vermeseydi, Fahrettin Altun haberin yalan olduğunu iddia etmek için hangi dala tutunacaktı? Merak etmiyor değilim.
Haber değeri: “Kan çıkmazsa para yok”
Diğer taraftan Reuters, herhangi bir rüşvet ödenmediği bilgisini kaynağa dayalı olarak veriyor. Aynı şekilde baba oğul Erdoğanların bu plandan haberdar olup olmadığını bizzat teyit edemediğini söylüyor. Yani ilk bilgi kaynağa dayanıyor, ikinci bilgiyi ise doğrulayacak bir kaynak bulunmuyor. Dolayısıyla her iki bilgi de bir kesinlik içermiyor.
Peki Fahrettin Altun, rüşvet iddiası farklı kaynaklar tarafından doğrulandığında ve/veya Erdoğanların rüşvet planından haberdar olduğu teyit edildiğinde mi haberin gerçek olduğuna inanacaktı?
Doğrusu haber değerini bu dar kalıba hapsetmek, pazarcının karpuzunu pazarlamak için kullandığı “kan çıkmazsa para yok” sloganını hatırlatıyor. Bu anlayışa göre içi kıpkırmızı olmayan bir karpuzun lezzetli olma şansı yok; kırmızı bir karpuzun ise lezzetli olmaması mümkün değil. Zaten yaygın medyamızın geneline de bu anlayış hâkim olduğu için böyle ince bir çizgide seyreden, kimi zaman iğne ile kuyu kazmayı talep eden lezzetli haberle de hasret yaşıyoruz.
Oysa uluslararası bir şirketin, ülke siyasetinin en tepesindeki isme ulaşmak, kendisi için gerekli yasal düzenlemeyi geçirmek ve gayri ahlaki bir avantaj elde etmek için çaba sarf etmesi ve bunun için çok yüksek paralar ödemeyi göze alması bal gibi haber değeri taşıyan olgular. Şirketin planının başarısız olması ya da vaz geçilmesi de haberin değerini ortadan kaldırmıyor.
Kaynak kullanımı
Reuters’ın haberinde beni en çok etkileyen -dolayısıyla Türkiye medyasında görmesi neredeyse mucizeye yakın- iki şey, kaynak kullanımı ve haberin dili.
Haber yorum ya da varsayımlar üzerinden değil tümüyle olgular üzerinden ilerliyor; her bir bilgi ya da iddia kaynaklara dayalı veriliyor. Kaynakların -doğal olarak- gizli bırakılması ihtiyacı da bu bilgi ve iddiaların referansız verilmesine neden olmuyor. Kaynakların konuyla ilgisi, isimleri gizlenirken bile mümkün olduğunca verilmeye çalışılıyor. Haberde gizli tutulan kaynaklar için genellikle, Batı medyasının “person familiar with the matter” kalıbı kullanılıyor. VOA Türkçe bu kalıbı “konuyla ilgili bilgi sahibi bir kaynak” olarak çevirmeyi tercih etmiş. Ancak “konuya aşina bir kaynak” hatta “süreçte yer alan biri” diye de çevrilebilir.
Özetle, isimlerini öğrenemesek bile haberi bilgi ve iddiaların gerçek insan ve belgelere dayandığını böylece görüyoruz. Bu gerçeklik haberin diline de yansıyor. Benzer bir haber Türkiye’de olsaydı, bilgilerin hangi kaynaktan geldiğini hatta böyle bir kaynak olup olmadığını bile büyük ihtimalle bilemeyecek; “öğrenildi”, “ortaya çıkarıldı”, “belgelendi” gibi tümüyle edilgen fiillerle yazılmış muğlak bir metne tanık olacaktık.
Haberde herkes var
Haberin gerçekliğini destekleyen bir başka unsur ise, ismi geçen herkese başvurulmuş olması; Bilal Erdoğan dahil. Bilal Erdoğan, avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada iddiaların tamamen asılsız olduğunu ve bir yalanlar ağı olduğunu söylemiş.
Aynı şekilde, iddialarda adı geçen, Bilal Erdoğan'ın yönetim kurulu üyesi olduğu İbn Haldun Üniversitesi’ne ve TÜGVA Gençlik Vakfı'na, TÜRGEV’e, İbn Haldun Üniversitesi mütevelli heyeti başkanı İrfan Gündüz’e, bunların dışında Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'na tek tek ulaşılarak görüşleri alınmak istenmiş.
Bu isim ya da kurumların çoğu yorum yapmamayı tercih etmiş, ya da yalanlamış. Kendilerine tanınan söz hakkını kullanıp kullanmamak, iddialara cevap verip vermemek yine kendi tercihleri. Ama haberi yapan kurum, elindeki bilgileri doğrudan kullanmak yerine muhataplarına da yönlendirerek tek taraflı bir haberden kaçındığını, dengeli (unbiased) bir haber için çaba harcadığını açıkça ortaya koymuş.
Süreçte yer alan, adı geçen, Reuters’ın görüşüne başvurduğu ABD ve İsveç’teki 20’ye yakın ismi ve kurumu burada tekrarlamıyorum. Sonuç olarak haberde ismi geçen tüm kurum ve insanların yayınlanmadan önce haberden haberi var. Bu da pek alışık olmadığımız bir durum çünkü Türkiye’de iddiaya dayanan gelişmeler haber yapılırken genellikle iddianın muhataplarına mikrofon uzatılmaz, söz hakkı tanınmaz. Bunun yerine haber yayınlandıktan sonra cevap vermeleri beklenir.
Kaybolunmayan haber
Nihayetinde Reuters, onlarca kaynağın, görüşün, bilginin, belgenin yer aldığı, epeyce uzun üstelik de siyasi bağlantısı nedeniyle hassas bir konuyu tutarlı ve anlaşılır bir şekilde toparlamış. Gazetecinin, iç içe geçmiş bilgi ve belge silsilesinde kaybolmasına son derece müsait bir konu, başarılı bir kurguyla, aynı tehlikeyi okurun da yaşayabileceğinin farkında olarak duru bir şekilde aktarılmış. Haberi, “iyi gazetecilik örneği” olarak nitelerken, okurla empati kuran bu anlaşılır ve sade anlatımın da çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Tek gazetecinin imzasıyla yayınlanmasına rağmen haberin defalarca ve titiz bir editoryal süreçten geçtiğini tahmin ediyorum.
Sekmeyen iki şey
Haberin yayınlanmasının ardından, başta Reuters’ın İngilizce sayfası ve VOA Türkçe’nin çevrisi olmak üzere habere yer veren 93 haber sitesi ve Twitter adresine Türkiye’de erişimin yasağı getirildi. 1 Temmuz’da VOA Türkçe, habere gelen tepkiler ile haberin doğruluğuna ilişkin Reuters’a görüşünü sordu.
Reuters, VOA Türkçe’ye yazılı açıklamasında, “Haberimiz Thomson Reuters Güven İlkeleri ve küresel kamu yararına adil ve doğru habercilik yayınlama yönündeki bağlılığımıza uygun olarak hazırlanmıştır. Haberimizin arkasındayız” diye cevap verdi.
Başka türlüsü düşünülemezdi. Çünkü bir haberin arkasında durabilmek için yapmanız gerekenleri yayınlandıktan sonra değil, haberi yaparken yapabilirsiniz. Bu çabayı göstermemişseniz zaten yayınlamamanız gerekir.
Türkiye’de ise son yıllarda bir şey hiç sekmiyor: “Çok iyi” dediğin bir haber, iktidar tarafından anında yalanlanıyor ve ardından erişim yasağı getiriliyor.
Kaynak: KisaDalga.net