Independent'ın kıdemli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, 20 Haziran tarihli Independent yazısında, 1921'de Berlin'deki bir parkta Talat Paşa'yı öldüren Soğomon Tehliryan'ın oğluyla konuştu. Yazının tamamının çevirisini yayımlıyoruz.
Soğomon Tehliryan'ın oğlunun, dünyanın Ermeni Soykırımı'nı tanımasını isteyenlere ayıracak pek vakti yok. "Ermeniler durmadan mezardan bir şeyler çıkarmaya çalışıyor," diyor. "Bu, üç kuşak önce yaşandı. Tarihte kaldı. Herkes bir sürü insan öldürdü. İspanyol Engizisyonu'na ve Roma İmparatorluğu'na geri dönüp bunları canlandıramazsınız. Bu bana göre değil. Babamın Türklerle ilgili tek bir kötü söz söylediğini hatırlamıyorum. Sadece huzur içinde yaşamak istiyordu."
Telefonda konuştuğum bu 86 yaşındaki adamın enerjik ve genç sesini dinliyorum ve bu adamın babasının, bir buçuk milyon Hıristiyan Ermeni'ye uygulanan soykırımı planlayan Osmanlı sadrazamı Talat Paşa'yı öldüren kişi olduğunu kendime hatırlatmak için silkiniyorum.
Talat Paşa'yı 1921 yılında Berlin'de bir parkta öldürmüştü. Bu suikast, Ermenilerin halklarının yok edilişinde payı olan herkesi öldürmek amacıyla başlattığı "Nemesis Operasyonu"nun bir parçasıydı. 20. yüzyılın ilk sistematik soykırımına dair kanıtlar Weimer Cumhuriyeti mahkemesini öyle dehşete düşürmüştü ki Tehliryan davasındaki jüri Ermeni suikastçıyı iki günün sonunda "suçsuz" buldu.
Soğomon Tehliryan ceza verilmeden serbest bırakıldı, yeni hayatını kurmak için oğlunun doğum yeri olan Yugoslavya'ya gitti ve en sonunda da kendini California'da buldu. Almanlar 1941 yılında Balkanları istila ettiğinde küçük oğlu 12 yaşındaydı.
"Babamın Talat Paşa'yı öldürdüğü silahı gördüm ama Almanlar geldiğinde onu Tuna Nehri'ne attı," diyor Tehliryan'ın oğlu. "Almanların Yugoslavya işgali sırasında Luger marka bir tabancaya sahip olmak idam sebebiydi."
Ailenin hikayesi hem tüyler ürpertici hem de trajik ve Soğomon Tehliryan'ın oğlu kendini tarihten uzak tutabilmek için adını değiştirmiş. Tabii bir de babasını hâlâ dünyanın en ünlü "teröristi" olarak gören Türklerden kurtulabilmek için.
Independent'tan gerçek kimliğini açıklamamasını rica etti. "Ne isim ne de adres... Çılgın Türkün biri bunu keşfederse ne olacağını asla bilemezsin..."
Tehliryan'ın büyük oğlu vefat etmiş. Tehliryan da 1960'ta ABD'de ölmüş ama hayatta kalan oğlunun ona dair anıları hâlâ taptaze.
"Görebileceğiniz en kibar, en zarif adamdı, hatta neredeyse saftı. Ağabeyimle birlikte neler olduğunu anlatması için onu zorladık. Bundan bahsetmeyi hiç sevmezdi. Az konuşurdu. Şiir yazar ve çok güzel resim yapardı.
"Bir suikastçı gibi değildi. Talat Paşa'yı nasıl öldürdüğünü bana ilk defa 10 yaşımdayken anlattı."
Bir yüzyıldan uzun süredir Ermeniler, bugünkü Türkiye sınırları içinde yaşayan Hıristiyan Ermenilere yönelik soykırımı planlayıp yürüttüğü için zalim Dahiliye Nazırı Talat Paşa'yı suçladı. Erkek kurbanlar vurulup toplu mezarlara atıldı, nehir kenarlarında kafaları kesildi veya boğuldu. Kadınlar Suriye'nin kuzeyindeki çöllere doğru ölüm yürüyüşlerine çıkarıldı ki bu yürüyüşlerin sonu genelde tecavüz veya açlıktan ölmek oldu. Çocuklar diri diri yakıldı.
Talat Paşa, tıpkı 30 yıldan kısa bir süre sonra onun izinden giden Nazi savaş suçluları gibi, ülkesinin I. Dünya Savaşı'nı kaybetmesinin ardından yabancı ülkelere sığındı. Seçimi Berlin'den yana oldu. İşte Soğomon Tehliryan da Berlin'in Charlottenberg bölgesinde sakin bir hayat süren bu uzun boylu, sakallı adamı öldürmek için 1921 yılında Berlin'e gönderildi.
"Babam bir grup öğrenciyle aynı odada kalmış," diye hatırlıyor. "Talat'ın oturduğu yerin tam karşısındaki sokaktaymış. Fotoğraflarda Talat'ın bıyığı var ama daha sonra sakal bırakmış ve iki koruması varmış."
Talat da herkesin düştüğü hataya düşerek günlük bir rutin benimsemiş. "Her sabah 11'de yürüyüşe çıkıyormuş. Babam arkasına geçmiş ve 'Talat' diyerek ona adıyla seslenmiş. Arkasına döndüğünde de onu vurmuş... Korumalara ne olduğunu bilmiyorum. Bunu görenler babamı yakalayıp dövmüş. Babamı linçten Berlin polisi kurtarmış. Daha sonra öğrendim ki ayrıca soykırım sırasında Türkler için casusluk yapan bir Ermeni vatan hainini de (quisling) İstanbul'da öldürmüş.
Tehliryan 1921'de, Talat'ın 1915'in Nisan ayında sürgüne ve ölüme yolladığı önde gelen Ermeni din adamlarını, gazetecileri ve avukatları yakalamasına yardım eden Harutyun Mkrtchyan'ı öldürmüştü. Vidkun Quisling 1940'ta Oslo'daki Nazi işgal hükümetinin Norveçli başkanıydı; tıpkı "soykırım" kelimesi gibi onun adı da II. Dünya Savaşı'ndan sonra özel bir terime, kelimeye dönüştü. Quisling savaştan sonra yargılandı ve idam edildi.
Bu nedenle, 1896'da Erzurum'da doğmuş olan Tehliryan Talat'ı öldürdüğünde halihazırda ellerini Ermeni bir muhbirin kanına bulamış durumdaydı. 1921'de Berlin'de Talat cinayeti için Tehliryan'ı yargılayan fakat yüzbinlerce Ermeninin katledilmesine dair kanıtlardan dehşete düşen mahkeme, Soğomon Tehliryan'ı iki gün sonra serbest bıraktı. Şu anki Alman meclisi de daha geçen ay bu katliamları soykırım olarak tanıdı.
Popüler Ermeni tarihine göre Tehliryan'ın tüm ailesi -babası, annesi, kız kardeşi ve üç erkek kardeşi- soykırım sırasında gözleri önünde öldürüldü. Fakat bu doğru değil. Tehliryan o sırada Ermenistan'da değildi.
Şans eseri, tam da 28 Haziran 1914'te, Gavrillo Princip'in Arşidük Ferdinand'ı Saraybosna'da öldürdüğü günde, Sırbıstan'a taşınmıştı. I. Dünya Savaşı'nı başlatan olay da bu olmuştu.
Tehliryan'ın oğlu, "Babamın kız kardeşi yoktu," diyor. "İki erkek kardeşiyle birlikte Sırbistan'daydı. Soykırımda annesi -yani benim babaannem- ve en büyük kardeşi Vasken öldürüldü. Amcam Vasken Beyrut'ta tıp okuyordu.
"Babam Bolşevik Devrimi sırasında Rusya'ya giderek komutan Andranik Ozanyan'ın Türklere karşı Çar ordusunun yanında savaşan Ermeni ordusuna katıldı. Babamın, kurşunlarla süslenmiş kürk bir şapka giydiği bir resmi var. O zamanki Rus cephesi Van'daydı. O sıralarda annesi ve kardeşine ne olduğundan haberdar olup olmadığını bilmiyorum ama Ermenistan'ın batısındaki ormanlarda kaybolan 12 yaşındaki yeğenini bulduğunu biliyorum. Adı Armenouhi'ydi ve amcamın, babamın büyük kardeşi Missak ile ilk eşinin kızıydı.”
1917'de Tehliryan 15 yaşındaki Anahit'le tanıştı. Oğlu, “Babamın hayatının aşkıydı,” diyor.
“Berlin'deki duruşmanın ardından babam Cleveland'a gitti. Annem Anahit'se Sovyetler Birliği sınırları içinde kalmıştı ve oradan çıkamıyordu. Tiflis'teki bir pasaport şubesine gidip babamla evlenmek üzere ABD'ye gitmek istediğini söylemiş ama kabul etmemişler. Sonra 1923'te ablasıyla birlikte bir işadamıyla karşılaşmışlar. Hikayelerini dinleyen adam onlara kartvizitini vermiş ve onu pasaport şubesine göstermelerini söylemiş.
Bunun üzerine Anahit'e bir çıkış vizesi, ablasına da Sovyet pasaportu vermişler. Bu adamın kim olduğunu hiçbir zaman öğrenememişler. Anahit'in annesi -benim anneannem- çok küçük olduğu için ancak ablasıyla gidebileceğini söylemiş.”
İki kardeş Marsilya’ya doğru yola çıkmış ve fakat ABD yeni Sovyetler Birliği pasaportuna sahip olan Anahit'in ablasını kabul etmemiş. O da geri dönmek zorunda kalmış.
“Babam Cleveland'daki işini bırakıp Marsilya’ya gitmiş.” Soğomon Tehliryan Anahit'le evlenmiş ve Yugoslavya'da ailesi ve arkadaşları olduğu için oraya taşınmaya karar vermiş. Fakat devrim siyaseti onun peşini bırakmamış.
Yugoslavya'da başarılı bir kahve dükkanı açmış ve oğlunun söylediğine göre kartvizitinde “Krallığın resmi kahvecisi” yazıyormuş. Yugoslavya'da kahve onun tekelindeymiş ve Ford marka pikabıyla I. Aleksandar'ın sarayına kahve taşırmış.
Fakat II. Dünya Savaşı'ndan ve Tito'nun iktidara gelmesinden sonra Soğomon Tehliryan bir sokak çocuğuyla arkadaş olup onu işe almış. "Sonra o çocuk komünist olmuş," diyor Tehliryan'ın oğlu. "Bir gün dükkana gelip babama şöyle demiş: 'Çık git buradan. Burası artık halk ait.' Babam eve gözyaşları içinde geldi. Onu kovmuşlardı."
Soğomon Tehliryan 1960'da beyin tümöründen ölene kadar ABD'de yaşadı. Karısı Anahit de 1979'da öldü.
"Son yıllarında Ermeniler Amerika'daki şehirlerde -Boston, Cleveland, New York- babamla gösteriş yaptı. Vatansever konuşmalar yapardı ama aslında ne olduğundan bahsetmeyi hiç sevmezdi." Mezarı, California'nın Fresno şehrindeki Ararat mezarlığında bulunuyor. Mezartaşının başında pençesinde bir yılan tutan altın kaplama bir kartal var. Yılan, Tehliryan'ın meşhur kurbanı Talat Paşa'yı temsil ediyor.
Talat'ın külleriyse İstanbul'un merkezinde sık sık ziyaret edilen bir anıtmezarda. Küller, 1943'te Adolf Hitler'in emriyle Nazi gamalı haçlarıyla süslü bir trenle Türklere iade edilmişti. Hitler böylece savaşta tarafsız olan Türkiye'nin Mihver Güçleri'ne katılacağını umuyordu. Tabii bu, beyhude bir çabaydı.
* Bu yazı ilk olarak Independent Gazetesi'nde yayımlanmıştır.