Independent gazetesinin sayısız başarılı işe imza atmış deneyimli Orta Doğu muhabiri Robert Fisk, 15 Temmuz akşamı Türkiye’de yaşanan darbe girişimi sonrasında olup bitenler hakkında gazetesinde bir yazı kaleme almış ve “Türkiye’de darbe, bir sonraki darbeye kadar engellendi” sözleriyle dikkat uyandırmıştı. Fisk, darbenin başarısız olmasının ordunun Erdoğan'a sadakati anlamına gelmeyeceğini de söylemişti.
Robert Fisk’le, bunun üzerine darbe girişimi dahil güncel meseleleri de konuştuğumuz bir söyleşi gerçekleştirdik. Darbe girişiminde içerisinde olduğu iddia edilen dış güçlerden, Fethullah Gülen meselesine değin birçok şeyi konuştuğumuz Fisk, Türkiye’nin sahip olduğu kaotik durumu, “Bence en büyük hata, Türkiye’nin Pakistan’ın 80’li yıllardaki haline bürünmesini izin verilmiş olmasıydı” sözleriyle değerlendirdi.
- Her darbe girişiminde sık sık uluslararası bir desteğin ve dış güçlerin olduğu vurgusu yapılır. Bunda da yapıldı. Sizin bu konudaki yorumunuz nedir?
Öncelikle şunu belirteyim, ne zaman birisi ‘komplo’ dese, bu durum bende rahatsızlık uyandırıyor. Arapça’da buna ‘al-muammara’ deniliyor; Türkçe’de tam karşılığı nedir bilemiyorum ama sanırım benzerdir. Komplo, kumpas, ya da Fransızca’daki ‘la-complot’ gibi... Arap dünyasında öğrendiğim bir durum var; ne zaman birisiyle karşılıklı mülakat yapsak, yanımıza bir de ‘komplo’nun oturtulduğu bir sandalye yerleştiriliyor. Biz batılılıar, komplolara pek itibar etmiyoruz, doğru. Ama şu da var ki, belki biz de dikkate almalıyız. Çünkü geriye dönüp bakıldığında, Amerikaların ve İngiliz istihbaratının, İran’da Musaddak’tan kurtulmak için başarılı komplolar içinde yeraldıklarını görüyoruz. İran tarihi, hayal ürünü değil de gerçek olduğu ortaya çıkan komplolarla dolu. Bu yüzden, yabancıların, Orta Doğu devletlerinin – buna Türkiye’de dahil- uluslararası ilişkilerine müdahale ettiği görüşünü tamamen yok saymak asla mümkün değildir.
Geçtiğimiz haftasonu Türkiye’yi istila eden, daha doğrusu neredeyse istila eden, olaylara baktığımızda Amerika’nın Erdoğan hükümetine, yani ‘Türkiye’nin demokratik yollarla seçilmiş hükümetine’, desteğini sunmakta bayağı bir geciktiğini söyleyebiliriz, evet. Başka bir ifadeyle, Amerika, Türkiye sokaklarında tankların olduğunu görür görmez ortaya çıkıp bir beyanda bulunmadı; bir görüş beyanında bulunmadan önce bekleyip sonucu görmeyi tercih ettiler. Peki bu, Amerika’nın, Erdoğan’ı desteklemeden önce darbenin başarılı olup olmadığını görmek istediği anlamına mı geliyor? Yani, darbenin arkasında olduklarını ya da geleceğini önceden bildiklerini mi gösteriyor? Muhtemelen, hayır!
Arap dünyasında olan bir dizi olaya baktığınızda, Amerika’nın neredeyse her defasında hazırlıksız yakalandığını görürsünüz. Amerikalılar, Arap dünyasında diktatörlere karşı yükselen güçleri – Tunus’ta Bin Ali’ye karşı, Mısır’da Mübarek’e karşı, Libya’da Kaddafi’ye karşı – zamanında öğrenip anlayamadılar. Gerçekten, tüm istihbarat birimleri, tüm büyükelçilikleri ve tüm uzmanlarına rağmen, yaşanacakları önceden göremediler. Bu yüzden de, Amerika’nın Türkiye’deki bu darbe girişimini daha önceden tahmin edip etmediği ya da bir bağlantısı olup olmadığı konusunda – ki, sanırım, sorunuzun özü buydu- verebileceğim cevap: çok büyük bir ihtimalle hayır! Tabii, şimdi, ‘E peki ya İncirlik? Yüzlerce Amerikalı var orada ve onlar tabii ki de farketmiştir. Tabii ki, bazıları Türk meslektaşlarıyla konuşmuştur ve bir şeylerin olacağını anlamıştır’ diyebilirsiniz. Doğru, haklı olabilirsiniz. Ama diğer taraftan, Türkiye’de ordunun içinde yer alan bazı fraksiyonların, Erdoğan’dan hoşnutsuz olduğunu hepimiz zaten biliyorduk. Bu yeni birşey değildi. Bu nedenle, Amerika’nın bağlantısı olduğunu ima edebilecek tek unsur, sanırım, girişimin başarısız olmuş olmasıdır. Çünkü Amerikalıların Orta Doğu’da son yıllarda yaptığı hemen hemen her şey zaten başarısızlıkla sonuçlandı. (Gülerek) Yani verebileceğim tek yanıt bu. Başarısız olduğu için belki diyebilirsiniz ki ‘evet, bir tür Amerika bağlantısı vardır.’ (Gülerek) Ama mizahi anlamda diyorum tabii, anlarsınız.
Benim genel kanaatim şu; olaylar genellikle çok basit ve net sebeplerden dolayı oluşur aslında. Erdoğan, Türkiye’yi çok uzun bir süredir çok tehlikeli bir yolda ilerletiyor. Ve sanırım bu durum, 2011 yılında Erdoğan’ın birdenbire Osmanlı İmparatorluğu’nun olgusal olarak tekrardan yaratılacağına inanmasıyla başladı. Bunu birçok kez kaleme aldım fakat Türkiye bayraklarının Gazze’de yükseldiğini ya da Mısırlıların ellerinde dalgalandırıldığını göreceğimi hiç tahmin etmezdim. Ama öyle oldu! Çünkü Erdoğan, 2011’de bölgede süregelen devrimlerin gerçek önemini kavramada oldukça hızlıca ve kurnazca davrandı. Ve aslında akıllıca da davrandı. Diğerleri göremedi; buna Amerikalılar, Avrupalılar, diğerleri de dahil. Erdoğan, olayların ne anlama geldiğini görmede çok daha hızlıydı. Fakat maalesef ki, zihninin bu çevikliği ve siyasal hissiyatları O’nu hüsrana uğrattı.
- “Bence en büyük hata, Türkiye’nin Pakistan’ın 80’li yıllardaki haline bürünmesini izin verilmiş olmasıydı”
Sizin de okuduğunuz makalemde de dediğim gibi, bence en büyük hata, Türkiye’nin Pakistan’ın 80’li yıllardaki haline bürünmesini izin verilmiş olmasıydı. Para, silahlar, gayri meşru silahlı grupların desteklenmesi, vs. Bu işlere bir kere bulaştığınızda, ülkede, İslamcı hareketler içerisinde, orduda, istihbarat birimlerinde sıkıntı yaşarsınız. Pakistan’da da bu aynen bu şekilde olmuştu ve şimdi de aynısı Türkiye’de oluyor. Tabii, tek bir farkla, siz de ayrıca Kürt sorunu da var.
- Yani burada, Suriye ve Türkiye’nin güneydoğusundaki Cihatçılara destek verilmesinden mi bahsediyorsunuz? Türkiye, bu yüzden mi Pakistan gibi oldu?
Tabii, şöyle ki: Amerikalılar o dönemde, Pakistan’ın, Sovyet işgaline karşı direnç göstermesini ve Pakistan’ı harekat noktası olarak kullanabilmeyi istedi. Aynı şekilde, Amerikalılar bildiğimiz gibi Türkiye’yi de kullandı – Suriye’deki silahlı gruplara para ve silah aktarımı yapabilecekleri bir harekat noktası olarak. Suriye’deki silahlı grupları Afganistan’daki silahlı gruplarla karşılaştırmıyorum tabii; her ne kadar ‘paralel’ olsalar da. (Gülerek)
Türkiye’de bu darbe başarısız olmuş olabilir fakat ...
Sadece diyorum ki, ülkenizin, diğer büyük ülkelerin kampı haline gelmesine bir kere olsun izin verirseniz, sizi, komşu ülkelerinizdeki kendi silahlı gruplarına silah göndermek için kullanırlar. Ülkenizi tehlike altına sokmuş olursunuz yani. Ve ne zaman ki Türkiye, ABD’nin kendisini bu şekilde kullanmasına müsaade etti, o an itibariyle Türkiye tehlikeye girmiş oldu. Ve neler olduğunu gördük. Nasıl ki Pakistan’da bombalar patladı, sizin ülkenizde de bombalar patladı. Nasıl ki Pakistan’daki hükümet olaylar zinciriyle alt edildi, Türkiye’deki hükümet de bunları yaşadı. Nasıl ki yasadışı silah kaçakçılığı Türkiye-Suriye sınırlarında boy gösterdi, Pakistan’da da insan, malzeme ve para aktarımı yapıldı ve bu da ordu içinde çatlaklar oluşmasına sebep oldu. Pakistan istihbarat birimleri, ülkelerinde bir tür demokratik hükümet görmek isteyenlerle, birçok sebepten ötürü İslamcıları destekleyenler arasında ikiye bölündü. Ve yolsuzluk, Pakistan toplumunda salgın bir hastalık boyutuna ulaştı. Tabii, zaten yolsuzluk vardı ama derecesi hiçbir zaman o kadar yüksek değildi. Tabii, Türkiye devleti içindeki yolsuzluğun şuan ne derece olduğuna karar vermek size kalmış bir şey.
- Az önce Kürt hareketinden söz ettiniz. Darbe girişimi sonrasında Kürt hareketinin nasıl etkileneceğine dair yorumlarınız nedir?
Bununla ilgile sadece çok genel yorumlar yapabilirim çünkü Türkiye’den ziyade daha çok Arap dünyasına hakimim. Tabii, Türkiye’ye sıklıkla geliyorum; senede en az iki kere. Soruya gelince; Kürt sorunu aslında tarihi bir trajedidir. Amerikalıların, Milletler Birliği’nce alınan, Kürtler ve Ermeniler için bir devlet oluşturulması kararını reddetmesinden bu yana – tabii, burada bahsettiğimiz Birlik, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki birlik – var olan bir trajedi... O dönemde, Ermeniler bir devlet kurma şanslarını yitirmiş oldu. Ve Kürtler ise adeta ihanete uğratılmak için doğmuşlar. Sürekli bir ihanetle karşılaştılar; İngilizler tarafından, Iraklılar tarafından, İran Şahı tarafından, Henry Kissinger tarafınddan ve sanırım yine uğratılacaklardır.
Biliyorsunuz, Amerika, Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafında PKK’nin başka bir versiyonu olan YPG’yi destekliyor. Ve o bölgeye gidip oradaki insanlarla konuştuğunuzda, bir gün bir şekilde - devlet demek istemiyorum ama sanırım akıllarda olan bu – bir oluşum olacağı yönündde doğal ve açık hissiyatları var. Zaten Kürt ulusu, zihinlerde varlığını koruyor. Ama dönüp Kürdistan’a baktığınızda – tabii aralardaki ulusal sınırlardan değil coğrafi ve dilsel anlamda Kürdistan’dan bahsediyorum – onların da kendi aralarında bölündüğünü görebiliyorsunuz.
Peki, Türkiye’deki Kürtlerin geleceği ne olacak dersek... Avrupa tarihindeki tecrübelere baktığımızda, şu sonuca varıyoruz: ülkeler, sınırları içerisindeki azınlıkları kucaklayıp onları en yakın dostları olarak gördüklerinde, yavaş ama kesin bir şekilde milliyetçi unsurlar sönecek ve önemi azalacaktır. Fakat azınlıkların, her zaman tehdit ve tehlike olarak görüldüğü ve hor görülüp nefret edilecek unsurlar olarak tanımlandığı durumlarda ise, sorun her zaman varolmaya devam edecektir. İrlanda’ya bakın! Bu arada, tesadüf ki, şuan 3 günlüğüne burada, İrlanda’dayım. Daha önceden burada çalışıyordum. Size kesinlikle şöyle diyebilirim ki, aynı ddurumlar İrlanda’da da yaşandı. Kuzey İrlanda’daki azınlık Katoliklerin nüfus olarak küçük olması da durumu değiştirmedi. Kuzeydeki Protestanlar, Katolik’leri sevilecek değil hor görülecek insanlar olarak tanımladığı müddetçe, savaş devam etti. Ve on yıllar, on yıllar boyunca devam etti...
Aynı durumun Türkiye’deki Kürtlerle de yaşanmasını mı istiyorsunuz? O zaman, buyrun! PKK ile nasıl mücadele edilmeli? Britanya, IRA’yla, yani aslında en yakın ‘paralel’ ile nasıl mücadele etti? (Gülerek) Nihayetinde, onlarla konuşmak zorunda kaldılar. Ve Türkiye ile PKK arasında görüşmeler yapıldığını biliyoruz. Fakat bu hala yetersiz bir şekilde yapıldı. Türkiye’deki seçimlerde, Kürtler birden temsil edilme hakkı kazandığında ne olduğunu gördüm. Sonra da ikinci seçim yapıldı, niye yapıldığını da biliyoruz. Ve sonuçlarını da gördük. Diyarbakır ve çevresindeki kent ve ilçelerin tarumar edilmesi, buradaki Kürtlerin ölmesi, Türkiye güvenlik güçlerinin ölmesi...bütün bunlar...değer mi? Ne için bütün bunlar? Siyasi sebepten öte başka ne sebebi olabilir? Ancak bu şekilde bakıldığında, şuanda bölgede yaşananları anlayabilirsiniz.
Tabii, Türk ordusu içinde, PKK’nin Türkiye’nin siyasi yapısına yönelik bir tehlike olduğunu düşünen birçok kişi vardır. Ama diğer taraftan, ‘Yani, Kürtlerle neden savaştığımızı bilemiyorum’ diyenler de mutlaka vardır. Bence, Türkiye’nin şuan geçtiği krizle ilgili en ilginç durum aslında Türk ordusu mensuplarının ne düşündüğüyle ilgili muazzam bir bilgi eksikliğinin mevcut olmasıdır. Bunun, yani ordu içerisindeki asıl hissiyat ve düşüncelerin bilinebilmesinin, kolay bir şey olmadığını biliyorum; özellikle de ortadoğu toplumlarında – ve sizler de ortadoğudasınız - .
Son beş yıldır birçok kez Suriye’ye gidip geldim ve bu şekilde Suriye ordsunu öğrenmeye başladım. Sizin ülkenizde de, ordunun siyasal yapısını bilebilen muhabirler ya da insanlar muhakkak vardır. Ben bilmiyorum mesela, ama belki siz biliyorsunuzdur. Yani, generallerin birlikte oturup yemek yerken kendi aralarında konuşmadığını, yani siyaset hakkında konuşmadığını, düşünmek çok gülünç olur. Tabii ki konuşuyorlar, kesinlikle!
- Sanırım şu soruyu da sormak gerekiyor: Türkiye’de basın ve hükümetler, IŞİD için de, PKK için de, FETÖ için de bahsederken “terörist” kavramını kullanıyor. “Terörist” tam olarak neyin karşılığı?
Aslında ben, bir metin içerisinde alıntı olarak kullanmadığım sürece ‘terörist’ kelimesini kullanmıyorum. Çünkü ‘terörist’ kelimesi tamamen bayağılaşmış bir kelime var artık bir anlam ifade etmiyor. Genel bir terim artık. Hoşlanmadığınız ya da nefret ettiğiniz ya da işte internette, sosyal medyada, vs. söylediği bir şeyi beğenmediğiniz herkes terörist olabiliyor. Tabii, bu arada, sosyal medya da kesinlikle sosyal falan değil, aşırı derecede asosyal bir ortam. Neyse... Herkes herkese terörist diyebiliyor artık. Birisi bu kelimeyi kullandığında gülmeye başlıyorum artık. Diyebilirsin ki, ‘peki, katil olan biri terörist değil midir?’ Tabii, katiller her zaman teröristlerdi. Terörist olmanın sınırları şimdi artık iyice genişletildi; şiddet içeren bir eylemde bulunan herhangi birinin ailesi bile artık terörist ilan edilebiliyor. Sevmediğiniz herhangi bir ya da huzuru bozan ve şiddet uygulayan herhangi bir terörist diye adlandırılabiliyor. O zaman, terörist kelimesinin kullanılmasındaki mana nedir?
Sadece diyorum ki, terörist kelimesinin kullanılması artık hiçbir şey ifade etmiyor, gereksiz. Hiçbir etkisi yok artık bu kelimenin. Kim ortaya attı bu kelimeyi? Mesela, Rus Çar’ına karşı saldırı düzenleyen kişiye terörist denmiş. Almanlar, ikinci dünya savaşında kentlerini bombalayanlara da benzer şeyler demişler. Şimdi de Amerikalılar ‘terörist’ kelimesini kullanmada başı çekti ve ardından da her demokrat rejim, her diktatör, her cani polis-devlet yetkilisi terörist kelimesini kullandı ve kullanıyor. Suriye’de Esad kullanıyor, Türkiye’de Erdoğan kullanıyor, Amerikalılar kullanıyor, Putin kullanıyor. Hatta Bin Ladin bile Amerikalılara terörist derdi... Orta Doğu ve dünyanın tüm diğer bölgelerinde de aslında bununla ilgili var olan sorun, düşmanı tanımlayamamakta yatıyor. Düşmanı tarif edebilecek terim bulamamakta yatıyor sorunun özü.
- Darbe girişiminin, Türkiye’nin Rusya ve İsrail ile ilişkilerini düzeltmeye yönelik adımlarının bir hafta sonrasında gerçekleşmiş olması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunu ben de farkettim, elbette. Fakat bilemiyorum. Birbirinden bağımsız olamaz ama bağlantıyı ben bilemem. Ama şunu söyleyebilirim: En başından beri, Erdoğan’ın ülkeler arasındaki bağları nasıl böylesi bariz duygusallıklarla koparıp sonra da birden bire bunun hata olduğunu farkettiğine hiç inanamadım! Yani, Rusya’nın, eğer isterse, Türkiye’deki turizm gelirini kesebileceğini önceden tahlil edemedi mi? Ve Rusya da öyle yaptı zaten; Antalya’nın sahillerine bakın! Erdoğan ülkesini paradan yoksun bırakıyor; düşürülen bir uçak uğruna. Ve uçağın da neden düşürüldüğünü biliyorsunuz. Bu da Türkiye’de ordu içerisinde konuşulan bir husustur muhakkak. Örneğin, eğer bir Amerikan uçağı Türkiye hava sınırlarına birkaç metre yakın uçuş yapmış olsaydı – diyelim ki-, yani yapmaması gerekirken yapmış olsaydı, Türkler bu uçağı düşürür müydü? Hayır, düşürmezlerdi. Peki, Rus uçağını neden düşürdüler?
Türkler Fethullah Gülen’den bahsederken, bu ifadelerin ülke dışında nasıl algılanacağına da dikkat etmeliler
Şimdi birden bire bakıyoruz ki ilişkiler düzelmiş, deniliyor ki, ‘Artık herkesle yeni ilişkilerimiz var, İsrail de dahil.’ Bu arada, İsrail ile sorun neydi? Mavi Marmara’ydı, onu biliyoruz. Peki, bu sorun düzeltilirken, illaki Rusya ile olan ilişkilerin düzeltilmesiyle birleştirilmesi mi gerekiyordu? Başka bir yaklaşım şekli olamaz mıydı? Hatırlarsınız, aynı anda oluştu her ikisi de. Tamam, yeni bir Başbakan gelmişti ve değişiklikler olması gerekiyordu... Bence, batının Türkiye ile şuanda yaşadığı önemli sorunlardan bir tanesi aslında darbe girişimi değil sadece. Türkiye modern tarihini bilenler zaten Türkiye’de darbe olaylarını duymaya alışık. Tabii ki, mülteci sorunu, AB süreci, ablukalar,vs. de gündemde fakat şuan batıyı tedirgin eden asıl sorun, Türkiye’nin ve Türkiye liderlerinin eylemlerinin önceden tahmin edilemez oluşu. Geçenlerde Türkiye’nin AB Baş Müzakerecisini izledim; Fethullahçılarla ilgili yağdırıyordu ve bunu yaparken de söylediği her şeyin AB’nin varoluş ilkelerine dahi aykırı olduğunu bile farkında değildi. İsmini, görevini bildiğini biri ama o an sanki bambaşka birisi olmuştu kendisi. Batıdaysanız ve Türkiye hükümetindeki üst düzey liderlerin, Fethullahçılarla ilgili konuştuğunu duyuyorsanız, bu size çok gülünç gelecektir. Çünkü Fethullah Gülen’in kim olduğunu biliyoruz. Türkiye dışındaki insanlar, buna Arap dünyası da dahil, ‘Philadelphia’daki bu adam nasıl olur da Türkiye’de bir darbe düzenleyebilir?’ diye soruyor hayretler içinde. Tabii, bu arada, batıda Gülen’i tanımayan çok kişi de var. Bu yüzden de gezegenin dışından bir uzaylı gibi de gelebiliyor kulağa. Bu nedenle, Türkler Fethullah Gülen’den bahsederken, bu ifadelerin ülke dışında nasıl algılanacağına da dikkat etmeliler. Ben biliyorum çünkü hikayeyi biliyorum. Ama ortalama bir Avrupalı, dünya tarihiyle ilgili iyi tahsilli bile olsa, bu konuşmaları duyduğunda inanamayarak irkiliyor.
- Gülen’in rolüyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Aslında ABD’ye her gittiğimde, orada yaşayan ve aslında Orta Doğu’nun kaderini 8-9 bin kilometre öteden şekillenderdiği varsayılan, Orta Doğu’dan gelmiş farklı insanlarla tanışmayı seviyorum. Ama Gülen’le tanışma fırsatım henüz hiç olmadı. O yüzden, çok fazla bir şey söyeleyemeyeceğim bu konuda.
- Okuduğumuz makalenizde tekrar bir darbe girişimi olacağından bahsediyorsunuz, oldukça açık bir şekilde.
Şöyle söyleyeyim. Açık bir şekilde diyorsunuz ama ben aslında olaylara geniş açıdan bakmaya çalışıyorum. Günümüzde muhabirliğin – özellikle modern teknoloji muhabirliğinin - günahlarından biri şudur ki; her şey 24 saat içerisine oluyor. Ama olayları bu zaman diliminin ötesinde değerlendirmek lazım. Hatırlarsanız, ben o makaleyi yazdığımda tutuklanan asker sayısı 600’ün altındaydı. Şimdi binleri aştı. Demek ki, bu darbe girişimi gerçektende göründüğünden de büyükmüş. Böylesi bir sorunla karşı karşıya kalındığında, kıyıda köşede saklanan, durumu bilen fakat yakalanamayan birilerinin olduğunu mutlaka aklınızdan geçirmeniz gerekir. Diğer türlü olsaydı, o kadar memur, polis, akademisyen işinden edilmezdi; insanların yıllık izinları askıya alınmazdı. Belli ki, Türkiye hükümeti, bunun gerisinin gelebileceğini düşünüyor. Peki, gelecekte olursa, başarılı olur mu? Zaten hükümetin korktuğu nokta da bu. Korkmasa, bu kadar önlem alır mıydı?... Hükümetin mevcut adımları da zaten ikinci bir girişim olabileceği düşüncesine dayanıyor.
- Buna farklı açıdan da yaklaşılıyor tabii. Korkunun mevcut olduğu vurgulanıyor fakat diğer taraftan da tüm bu kaos ortamından fırsat yaratma çabası olduğu yönünde görüşler de mevcut. Nasıl ayırt edebiliriz?
Oportunist yaklaştıklarını da düşünüyorum, tabii. Normalde, böylesi bir askeri darbe girişiminin otomatikman devlet ve kamu içinde bu denli bir temizleme operasyonuna dönüştürülmesi oldukça abes. Askeri bir darbe mi yoksa siyasi bir darbe mi? Fırsat olması konusuna geri dönersek, elbette fırsat sayılıyor. Erdoğan’ın tatilde oturduğu yerde, birden bire tutuklanması gereken binlerce insanın ismini listelediğini düşünemeyiz elbette. Zaten listelerdeydi bu isimler, öyle değil mi? Yani, Süperman olsa bu kadar kısa bir sürede böyle bir şeyi yapamaz... En yüksek teknolojiye sahip devletler dahi böyle bir şeyi yapamaz... Tekrar batıdaki görüşlere dönmek istiyorum; bu darbe girişimi, batıda, bir tür ‘acemi’ girişim olarak değerlendirildi. Sosyal medya da kapatılmadı Türkiye’de; hatta, Erdoğan kendisi sosyal medyayı kullandı, televizyona çıktı ve insanlara sokaklara dökülmesi çağrısını yaptı. Çok anlık gelişti hepsi. Diğer taraftan, Boğaziçi Köprüsü’nün kapatılması ise 40’lı 50’li yıllardaki hantal darbe girişimlerini anımsattı, öyle değil mi? Parlamentonun, istihbarat binasının, gazete bürolarının, vs. bombalanması... Bunlar 50-60 yıl öncesinin hikayeleri normalde. Bu insanlar, o zamandan beri hiç kitap okumadılar mı? Beni burada hayrete düşüren şey; Türkiye 600,000’luk bir orduya sahip ve NATO üyesi bir ülke. Ekonomisi de güçlü. Darbe girişiminde bulunanların yapabileceği tek şey Boğaziçi Köprüsü’nü kapatmak mıydı gerçekten? Gerçekten bir hantallık ve beceriksizlik vardı ortada ve zaten başarılı da olamadı.
- Biliyorsunuz, insanlar sokaklara döküldü. Bununla ilgili gözlemleriniz nedir?
Darbe girişiminden beri Türkiye’de bulunmadım tabii ama gördüğüm kalabalık bana Mısır’daki kalabalığı hatırlattı. Tabii, oradakiler Mursi’nin demokratik yollarlar seçilmiş hükümetini devirmek istiyorlardı. Sizdekinin tersi bir durumdu... Ama şunu da ekleyebilirim, bana tam bir Arap topluluğu gibi göründü çünkü bu tür durumlarda ilk olarak yabancılara parmak uzatılması – yabancı muhabirlerin ötelenmesi gibi mesela – daha çok Arap dünyasında gördüğümüz şeyler...
Tabii ki, yaşanılan olaylar komşu ülkelere de sıçradığında, yabancılar devreye girebiliyor çünkü onlar da tehlikede hissediyor. Mesela Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da ya da körfez ülkelerinde olduğu gibi. Hepsinden öte, günün sonunda, istikrarsız giden ülkeler kendi kendilerini düzeltmek zorundadırlar.
- Son bir soru, ABD’nin Gülen’i Türkiye’ye iade edeceğini düşünüyor musunuz?
Hayır! Bu kadar önemli bir kişi elindeyken, O’nu bırakmazsın...
http://www.birgun.net/haber-detay/turkiye-pakistan-in-80-li-yillardaki-haline-dondu-121378.html