Roboski katliamı, devlet-yargı-medya işbirliğiyle kapatıldı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir avukatın dosyaya bazı belgeleri 2 gün geç sunması gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ret kararını geçerli saymasıyla Roboski için adalet umutları tamamen söndü.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir avukatın dosyaya bazı belgeleri 2 gün geç sunması gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ret kararını geçerli saymasıyla Roboski için adalet umutları tamamen söndü. Yeniden yargılamayı gerektirecek bilgi ve belgelerin ortaya çıkmaması durumunda katliamın sorumlularının yargılanması hukuken mümkün olmayacak. Karardan sonra tepkiler, AİHM ve Anayasa Mahkemesi’ne yöneldi ancak Roboski dosyasının kapatılmasının asıl sorumluluğunun Türk medyası, yargısı ve devletinde olduğunu gösteriyor. Ana akım medya ise katliama ilişkin yargısal sürece ilgisiz kaldı. Roboski dosyası ana akımda sadece Eylül 2015’te Cumhuriyet’in verdiği bir dizi haberle gündeme geldi.

Şırnak’ın Uludere ilçesinde (Roboski) 28 Aralık 2011’de TSK’nin F-16 savaş uçaklarıyla PKK’li grubun girdiği bilgisi üzerine yaptığı bombardıman sonucunda çoğunluğu çocuk yaşta 34 yurttaş yaşamını yitirdi. Katliamdan sonra açılan soruşturmada dosyaya giren bilgiler, katliamın gelen grubun PKK’li değil, kaçakçı olduğunun bilindiğini ortaya koyuyordu. AİHM kararıyla kapatılan dosyada ilk göze çarpan kurumların sorumluluğu birbirlerinin üzerine atmasıydı.

MİT raporunun rolü

MİT, Roboski katliamından önce Genelkurmay’a PKK’li Bahoz kod adlı Fehman Hüseyin’in bölgede katliamın gerçekleştiği 28 Aralık 2011 tarihini de kapsayacak şekilde eylem yapacağına ilişkin belge gönderdi. Raporda, istihbaratın doğruluk derecesi “Doğruluğu kuvvetle muhtemel” olarak belirtildi.

Katliamdan sonra açılan soruşturmada MİT’in söz konusu istihbarat raporundan Diyarbakır Başsavcılığı’na bilgi vermemesi krize neden oldu. Başsavcılık gerçeğe aykırı bilgi gönderen ve bilgilerin saklanması talimatını veren MİT görevlilerinin kimlik bilgilerini istedi. MİT ise bu bilgilerin kesinlik arz etmediği gerekçesiyle savcılığa gönderilmediği yanıtını verdi. Buna karşın Genelkurmay Başkanlığı savcılığa gönderdiği yazıda MİT’in Fehman Hüseyin’in eylem hazırlığında olduğuna ilişkin istihbaratın, bombardıman kararında “önemli rol oynadığını” bildirdi.

Herkes ‘kaçakçı’ dedi

Genelkurmay topu MİT’e atarken dava dosyasında neredeyse tüm komutanların sınıra yaklaşan grubun terörist olmadığını bildirdiklerine ilişkin ifadeler yer aldı. Bombardımandan önce ilgili tüm askeri birliklerin kanaati sınıra yaklaşan grubun “terörist değil, kaçakçı olduğu”, yönündeydi. İHA’yı (insansız hava aracı) kullanan yüzbaşı ile İHA Filo Komutanı, Sınır Tümen Komutanı, Jandarma Komanda Tugay Komutanı, 2. Ordu İstihbarat Komutanı’na kadar birçok subay, grubun kaçakçı olduğu yönünde üstlerini uyarmaya çalıştıklarını, ancak bombardımana karar verilince kendilerinin bilmediği önemli bir bilginin Genelkurmay’da olduğunu düşündüklerini belirten ifadeler verdi. Dosyadaki en trajik ifadelerden biri de grubun kaçakçı olduğunu düşünen İHA kullanıcısı subayın, savaş uçakları için hedefi lazerle işaretlemekle görevlendirildiğini anlatması oldu.

Yargı belgeleri yok saydı

Dosyada sorumluların belirlenebilecek olmasına rağmen yargı, olağan bir yargısal süreç işletmeden takipsizlik kararı vererek dosyayı kapattı. Askeri savcılık, takipsizlik kararını, “bombardımanda ‘kaçınılmaz hata’ya düşülmesi” gerekçesine dayandırdı. Kararda, istihbarat raporlarının bölgeye yönelik bir eylem bildirdiği ve sınıra yaklaşan grubun davranışının kaçakçıya benzemediği vurgusu yapıldı. Oysa, Uludere’deki yerel askeri birimler üslerini “Bunlar terörist değil, kaçakçı” diye uyarmıştı. Ancak savcılığın takipsizlik kararında, dosyasında bu ifadeler olmasına rağmen, bu bilgilere hiç değinilmeden karar verildi. Askeri savcılığın, takipsizlik kararına yapılan itiraz, Hava Kuvvetleri Komutanlığı askeri mahkemesi tarafından 1’e karşı 2 oyla reddedildi. Karşı oy kullanan hâkim albay, “kaçınılmaz” hata sonucuna savcılığın değil, mutlaka bir mahkemenin hükmedebileceğini belirtti ve soruşturmanın bu şekilde kapatılmasına karşı çıktı. Karşı oy kullanan hâkim albayın görev yeri değiştirildi.

Saldıracak yer yok

Dava dosyasına giren İçişleri raporunda da terörist sanılan grubun saldırabileceği bir yer olmadığı, ‘acil müdahale gerektiren saldırı tehlikesi bulunmadığı’ vurgulandı. Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’nın olayla ilgili takipsizlik kararında bombardıman kararının alınmasında İHA’larla tespit edilen grubun, yapılan top atışlarına rağmen yollarına devam ettiklerine dikkat çekilerek bunun “kaçakçı davranışı” olmadığı ve grubun PKK’li olduğuna dair değerlendirmeyi güçlendirdiği belirtilmişti. İçişleri Bakanlığı raporunda ise top atışlarının grubun uzağına yapıldığı için grubun tepki göstermediği anlatıldı. Takipsizlik kararında, gelen grubun askeri üs bölgelerine saldırı düzenleyebileceği endişesi ile bombardıman kararı verildiği belirtiliyordu. İçişleri Bakanlığı raporunda ise “Bombalamadan önce bölücü terör örgütü mensubu olarak değerlendirilen grubun kısa süre içinde saldırabilecekleri askeri üs bölgesi olmadığı ve sınıra yaklaşan gruba acil müdahale edilmesini gerektirecek bir sebebin bulunmadığı” ifade edildi.

Hayata Dönüş’le benzerlik

Dosyadaki belgelere göre, hava bombardımanının planlanması aşamasında “Sınır çıkışı komuta kontrol uçağına ‘Bora’, sınır girişi ‘Tufan’ kod kelimeleri kullanılarak ikaz edileceği belirtildi. Cezaevlerine 19 Aralık 2000 tarihinde düzenlenen ve 32 kişinin öldürüldüğü Hayata Dönüş katliamında hazırlanan gizli planların adı Bora ve Tufan’dı.

AYM: ‘Hayati’ değil

AYM, Roboskili ailelerin yaptığı bireysel başvuruyu 53 başvurucudan 3’ünün avukatlarının vekâletnamesinin dosyada yer almadığı gerekçesiyle 15 gün içinde eksikliğin tamamlanması için tebligatta bulunduğu avukatın belgeleri 2 gün geç sunması nedeniyle ret kararı verdi. AYM, belgeleri 2 gün geç veren avukatın sunduğu sağlık raporunu “ağır, ameliyat gerektiren veya ölümcül bir hastalık” olmadığı gerekçesiyle kabul etmedi. Karar 1’e karşı 4 oyla alındı. Üye Osman Paksüt, bu kadar önemli bir dosyada avukatın sunduğu raporun kabul edilmesi gerektiği görüşüyle karara karşı çıktı.

Nasıl karar alındı?

Dosyadaki belgelere göre subayların grubun kaçakçı olduğu yönündeki uyarılarına rağmen, bombardıman kararı şöyle alındı:

Dönemin Genelkurmay İstihbarat Başkanı Org. Yaşar Güler, Genelkurmay GİM’e (Görüntüleri İzleme Merkezi) giderek görüntüleri izledi. Ardından Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı emrinde görevli Albay Serdar Eren, Hedef Analiz ve Değerlendirme Şube Müdürü Alb. Zorlu Topaloğlu, Tuğa. Ali Rıza Kuğu, Tümg. Satı Bahadır Köse ve Org. Yaşar Güler ne tür bir harekât yapılacağı konusunu görüştü. Toplantıda “zayiat verilmeden PKK’lilerin etkisiz hale getirilebilmesi amacıyla hava harekâtına” karar verildi. Güler, kararı sunmak için dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Hulusi Akar’ın makamına gitti. Akar, hava harekâtı için onay talebini MGK toplantısı nedeniyle karargâhta bulunmayan Genelkurmay Başkanı Özel’e telefonla iletti. 28 Aralık 2011’de yapılan MGK toplantısı saat 13.55’te başlamış ve 5 saat 20 dakika sürmüştü. Dolayısıyla Özel’e MGK’de iken telefonla “hava harekâtı için onay” talebinin MGK toplantısının bitiminden hemen sonra veya son dakikalarına denk geldiği anlaşılıyor. Özel’in MGK toplantısı nedeniyle bir arada bulunduğu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a konuyu aktarıp aktarmadığına ilişkin herhangi bir bilgi yer almadı. Org. Özel, telefon görüşmesinde, bilgilerin işlendiği haritanın konutundaki çalışma ofisine gönderilmesini istedi. Haritayı çalışma ofisinde inceleyen Özel, hava harekâtının yapılmasına onay verdi. Bunun ardından 21:39’da sınır hattında bekleyen gruba uçaklar ilk bombayı bıraktı. Bombardıman 22.24’e kadar sürdü ve sonunda öldürülen 34 kişinin PKK’li değil, Roboskili, çoğunluğu çocuk kaçakçılar olduğu ortaya çıktı.

 

(Cumhuriyet) 

KÜRDİSTAN Haberleri

Özçelik Rûdaw'a konuştu
PAK'tan 21 Şubat mesajı: Kürtçe bilmeyenler için başlangıç olsun
PDK Bakur: Yurtsever Demokrat adayları destekliyoruz
Merve Demirel suç duyurusunda bulundu
Van'da çocuklara işkence skandalı