“Çoğunlukla Kürtlerin oturduğu bölgelerde doğurganlık oranı ve nüfus artışı diğer bölgelere nazaran daha yüksek. Araştırmalara göre Kürt nüfusu 2010 yılında toplam nüfusun yüzde 40’ına, 2025’te yüzde 50’sinin üzerine çıkma eğiliminde. Nüfus artışı, Kürt milliyetçiliğinin içte ve dışta canlı tutulmasıyla birlikte düşünüldüğünde, parlamentoya da yansıyarak uzun vadede Türkiye için vahim bir tehdit oluşturabilir. Bunun için bölgede nüfus planlaması seferberliği elzemdir. Az çocuğa prim ve çok çocuğa vergi gibi radikal önlemler gereklidir. Bölgedeki imamların yüzde 90’ı, gardiyanların yüzde 80’i, öğretmenlerin yüzde 43’ü Kürt’tür. Oysa bölge halkından personel istihdamının makul oranda tutulması gerekir.”
Bugünlerde yine bazılarının övmeye doyamadığı 90’lardan bir gazete manşetindendi bu satırlar.
18 Aralık 1996 günü Milliyet gazetesi, MGK Takip ve Yönlendirme Kurulu‘nun 20 Kasım 1996 tarihli “Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı raporunu manşet yapmıştı.
Gazeteci Murat Kul’un imzasıyla haberleştirilen Kürt nüfusu ile ilgili projeksiyon ve önerilerin de yer aldığı rapor, o dönem Refah Partisi’nin Kürt vekilleri başta olmak üzere bugün İYİ Parti Genel Başkan Yardımcılığı görevinde bulunan dönemin DYP’li Aile Bakanı Salim Ensarioğlu gibi merkez sağ partilerde görev yapan DYP ve ANAP’lı Kürt vekillerin sert tepkisine neden olmuştu.
Rapor, devletin Kürt politikasında Özal’ın üç yıl önceki federasyon önerisi ve çözüm çabalarından, 1930’ların demografik mühendislik politikalarına geri döndüğünü gösteriyordu
Büyük infiale sebep olan MGK’nın 20 Kasım 1996 tarihli raporu üzerinden 26 yıl geçti. Yine söz konusu raporda bir müstakbel tehlike olarak işlenen Kürt nüfusuna dair 2010 nüfus projeksiyonunun üzerinden 12 yıl geçti, 2025’e ise üç yıl var.
Önceki hafta TÜİK 2021 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçlarını açıkladı. Açıklanan verilere göre Türkiye’de ikamet eden nüfus, 31 Aralık 2021 tarihinde 84 milyon 680 bin 273 kişiye ulaştı. MGK’nın Kürt nüfusa dönük önlemler almayı kararlaştırdığı 1996 yılında 59 milyon 442 bin 502 olan Türkiye nüfusu bugün 25 Milyon 417 Bin 771 artmış görünüyor.
Toplam nüfusun yüzde 50,1’ini erkeklerin, yüzde 49,9’unu ise kadınların oluşturduğu Türkiye nüfusunun ne kadarını Kürtlerin ne kadarını Türklerin oluşturduğuna dair ise etnik bir nüfus sayımı yapılmadığı için bir veri yok.
Ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: 1996’da MGK’nın güvenlikçi paranoyasına dayanan nüfus projeksiyonundaki gibi Kürt nüfusu ne 2010’da yüzde 40’a ulaştı ne de 2025’te yüzde 50’nin üzerine çıkacak.
Devletin güvenlikçi siyaset için ürettiği korkuların nasıl paranoyalar taşıdığının bir başka delili bu tahminler.
MGK’nın tahminlerindeki isabetsizlikler her ne kadar öne çıksa da 2021 TÜİK verilerine göre doğurganlık hızının en yüksek olduğu ilk 10 ilin tamamı Urfa, Diyarbakır, Mardin, Van, Ağrı, Şırnak, Muş, Bitlis, Siirt, Batman gibi Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu şehirler ama nüfus artış hızı en yüksek ilk 10 kent içerisinde bu şehirlerden biri bile yok. Hatta doğum hızında ilk 10 il içerisinde yer alan Ağrı, Muş ve Van nüfusu yıldan yıla azalan kentlerin başında yer alıyor.
Bu durum, Kürt nüfusunun arttığı gerçeği kadar aynı oranda bu nüfusun Türkiye metropollerine doğru aktığını da gösteriyor. Yani Kürt nüfusu MGK’nın tahminleri kadar olmasa da artıyor ama bu MGK’nin zannettiği türden bölünme üzerinden bir güvenlik sorunu yaratmıyor lakin 2015 yazından bu yana MGK’nin bir diğer korkusu olan Kürt siyasetinin parlamentoda temsiline güçlü şekilde yansıyor. Öyle ki bu durum parlamentoya yansımakla kalmayıp Kürt seçmenlerin İstanbul, Ankara, Mersin, Antalya, Adana, Mersin gibi illerde yerel iktidarları hangi blokta olacağını belirleyen bir ağırlığı oluşturmasına dahi alan açıyor.
Bütün bunlar Kürtlerin coğrafi olarak daha çok Türkiyelileştiğini elbette gösteriyor. Ve Türkiyelileşme de en başta devlet ve ana akım Kürt siyaseti olmak üzere kimsenin bir siyasal projesi ya da gizli ajandası değil, hayatın kendiliğinden getirdiği bir süreç olarak işliyor.
Türkiye’de artan Kürt nüfusun bölgeden Batı’ya doğru artan akışı Kürt seçmen tartışmalarının bölge ile sınırlı kalmayıp metropolleri de ağırlık merkezi olarak ele almasını elzem kılıyor.
Ve 90’lar nostaljisinden bugüne kalan, Türkiyelileşen Kürtler kadar Kürtlerle barışamayan bir Türkiye gerçeği siyasetin önünde bir sınav kağıdı olarak duruyor.
Ama muhtemelen 1996 yılında bu raporu yazanlar yukarıdaki cümleyi okusaydı hiçbir şey anlamayacaklardı…