MUSTAFA ÖZÇELİK
Rojava Kürdistanı’nda gelinen aşama, devletlerarası çıkar ve işbirliğine dayanan bir plan ve stratejinin ürünüdür.
Rusya ve Türkiye arasında imzalanan 10 maddelik mutabakat, aslında Türkiye ile ABD arasında imzalanan 13 maddelik mutabakatın önemli oranda teyidi anlamına gelmektedir.
Her iki mutabakat, Türkiye, ABD, Rusya ve Suriye arasında dolaylı ya da dolaysız bir koordinasyon ve mutabakatın toplamını ifade etmektedir. Rojava Kürdistanı’nda devletlerarası Anti-Kürt Nizam tekerrür ediyor. Ankara ve Soçi Mutabakatları da bu devletlerarası Anti-Kürt Nizamın bir parçasıdır.
Evet, bardağın dolu tarafından bakacak olursak, Güney Kürdistan’da elde edilen federe statünün de devletlerarası bir mutabakatın ürünü olduğunu göz ardı etmeksizin; devletlerarası bir parçalanma kurbanı olan devletler arası bir sömürgenin, yeniden devletler arası çıkarların ayakları altında ezildiğine bir kez daha tanık oluyoruz…
Ama her şeye rağmen, mevcut durum, 9 Ekim’de Türkiye’nin Rojava Kürdistanı’na başlattığı saldırı sonrası halkımızın Rojava Kurdistanı’nda maruz kaldığı ölüme, yıkıma, göç ettirmeye ‘dur’ denmesi anlamında, olumlu bir tabloyu ifade etmektedir.
Rojava Kürdistanı’na Türkiye’nin 9 Ekim 2019 günü başlatmış olduğu saldırı ve akabinde gelişen süreç, dünya devletlerinin tutumları, ABD-Türkiye, Rusya-Türkiye Mutabakatları bir bütün olarak ele alındığında, Rojava Kürdistanı’nda bugün gelinen aşamanın aslında ABD, Rusya, Türkiye, Suriye, İran ve başka bazı ülkelerin değişik boyut ve düzeylerde koordinasyon içinde hazırlamış oldukları bir plan ve stratejinin sonucu olduğunu söylemek mümkündür. Bu koordinasyon ve planlama, ABD-Rusya, Rusya-Suriye-İran, Türkiye -ABD, Türkiye-Rusya, Türkiye-İran arasında değişik düzeylerde gerçekleştirilmiştir.
Söz konusu devletler arasında ayrı ayrı gelişen diyalog, görüşme ve gizli anlaşmalar, bu Pazle’nin birer parçasını oluşturmaktadır.
Ortaya çıkan tablo, elbette ki her bir devletin kendi özgün çıkarlarının yanı sıra, birkaç devletin de ortak çıkarlarının çakıştığı bir sonucu ifade ediyor. Yani her bir devletin gizli ajandasında olan hesaplar ile kimi devletlerin ortak hesaplarının ortak paydasını yansıtan bir sonuç söz konusu. Aslında yeni bir başlangıç demek daha doğru olur.
Elbette herkes için, ‘evdeki hesabın çarşıdakine bire bir uyduğunu’ söyleyemeyiz. Ama, bütün bu süreçte ‘tavşan kaç tazı tut’ siyaseti uygulanarak, Kürtlere ölümü gösterip sıtmaya razı etmek istediler. Kim hangi kılıf altında, ne söylüyorsa söylesin, ne yapıyorsa yapsın, yol açılan sonucun bu olduğu açıktır.
Bütün bu yaşananları dikkate aldığımızda, 29 Ekim 2019 günü Cenevre’de başlayacak olan Suriye Yeni Anayasa Komitesi Toplantısı’na kimin hangi güç ve kartlarla katılacağının ‘ön seçimini’nin sahada yapıldığı bir ‘ön karşılaşma’ydı belki de 9 Ekimden bu yana yaşananlar.
Putin, Erdoğan ile Soçi’de yaptığı basın toplantısında, Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yaptıktan sonra, "Suriye ile Kürtler arasında geniş bir diyalog başlatılması gerekiyor. Ancak bu yolla Suriye'nin vazgeçilmez parçası olan Kürtlerin hak ve hukukları savunulabilir’’ dedi. Bunun anlamı da şudur: Kürtlerin varlığı, dili kabul edilecek; ama Rojava Kürdistanı’nda herhangi bir siyasi statü olmayacak.
Yeni Suriye Anayasası’nda ‘Suriye Arap Cumhuriyeti’ yerine ‘Suriye Cumhuriyeti’ ifadesi yer alacak. Rojava Kürdistanı’nda hiçbir siyasi statü(Kanton, Otonomi, Federasyon) olmayacak. Kürtlerin varlığı ve dil hakları kabul edilecek. Belediyelerde, o bölge halkının da merkezi hükümetle birlikte yerel yönetime katılımı sağlanacak. Değişik kesimlerin yapmış oldukları açıklama ve bilgilendirmelere göre, bugüne kadar Yeni Suriye Anayasası için Ortak Komite’nin mutabakata vardığı en üst çıta bunu ifade etmektedir. Türkiye, İran, Esad Rejimi’nin kabule yanaşacakları en üst sınır buydu ve bu konuda şimdilik ortak amaçlarına ulaşmış görünüyorlar. ABD ve Rusya’nın da buna herhangi bir itirazları yok. Bugün Rojava Kürdistanı’nda 10 yıl öncesine nazaran Kürtlerin bazı hak ve özgürlüklere sahip olmaları yönünde, Kürtlerin bu konuda da yalnız bırakılmayacaklarının garantisi olmasa da, daha ileri bir durum söz konusudur elbette ki. Ama 2011’den bu yana yitirilen binlerce can ve binlerce yaralıdan oluşan bedeller, yaşanan yıkım ve göçler, oluşan fiili kanton, özerk yönetim vb. uygulamalar dikkate alındığında, varılan sonucun hiç de iç açıcı olmadığını ve mevcut tablonun Kürtlerin bir kazanımı olarak ifade edilemeyeceğini söylemek bir abartı olmayacaktır.
Eğer bir kazanımdan söz edilecekse, o da Amerikan halkında, dünya kamuoyunda Kürt halkına oluşan destek, AB ülkelerinin, Arap Birliği devletlerinin ve ABD Kongresi büyük çoğunluğunun Kürtlere vermiş olduğu destek, Kürtlerin bu süreçteki önemli kazanımı olarak tarihe bir dipnot olarak düşecektir. Nerdeyse tüm dünya Kürtlerinin dayanışması ve ortak etkinlikleri de yine başka bir kazanımı ifade ediyor.
9 Ekim’den bu yana yaşananlar, bugün yaşananların bir tesadüf olmadığını, bir plan dahilinde gerçekleştiğini göstermektedir
Bu planın tüm merhaleleriyle daha net anlaşılabilmesi için, yazıyı biraz da olsa uzatma riskini de göze alarak, detay olarak görülebilecek, ama aslında zinciri oluşturan birer halkayı ifade eden bazı gelişmelere dikkat çekmek istiyorum.
Türkiye’nin Rojava Kürdistanı’na saldırıda ısrarcı olması karşısında, Donald Trump 9 Ekim 2019 günü Erdoğan’a bir mektup yazıyor. Erdoğan’ı ciddi bir şekilde küçük düşürücü bir üslupla kaleme alınan mektup, Erdoğan’dan saldırı fikrinden vazgeçmesini, aksi durumda birçok müeyyidenin uygulanacağını dile getiriyor.
Erdoğan bu mektubu kamuoyuna yansıtmadan ve herhangi bir cevap da vermeden, saldırı kararından vazgeçmeyeceğini Trump’a iletiyor. Trump da ‘Türkiye saldırmakta kararlı, biz karışmayacağız. Türkiye’nin bu girişimine destek de köstek de olmayacağız’ içerikli bir açıklama yapıyor. Trump’ın bu açıklaması, Türkiye’ye saldırı yapabilmesi için bir yeşil ışıktı.
Türkiye 9 Ekim 2019 günü ‘Barış Pınarı Harekatı’ adıyla Rojava Kürdistanı’na saldırıyı başlattı.
Saldırı Amerika ve Avrupa’da ciddi bir tepkiye sebep oldu. İngiltere ve Fransa BMGK’ni bu saldırıyı görüşmek üzere gizli bir toplantıya çağırdı.
BMGK 11 Ekim günü toplandı. İngiltere ve Fransa’nın ‘Türkiye’nin saldırısını kınama önergesi’ ABD, Rusya ve Çin’in karşı çıkmaları sonucu reddedildi.
Bu tablo Türkiye’yi daha bir cesaretlendirdi. Türkiye Girê Spi ve Serêkaniyê’de saldırılarını yoğunlaştırdı. Saldırılar, sivillerin ölümüne, yıkım ve binlerce insanın yerinden yurdundan göç etmesine yol açtı. Bu tablo, ABD ve Avrupa’da tepkilerin ciddi boyutlara varmasına yol açtı. Bir kez daha BMGK tarafından Türkiye’nin saldırılarını durdurması için çağrı yapıldı. Bu kez, ABD de bu çağrıya destek verdi ama Rusya reddetti.
Rusya’nın bu ‘desteği’ Türkiye’nin saldırılarını yoğunlaştırmasına ve daha fazla sivilin yaşamını yitirmesine, yıkım ve göçe sebep oldu.
Bunun üzerine ABD Kongresi toplandı ve 64’e karşı 324 oyla, Trump’ın Türkiye’ye yeşil ışık yakan ve Kürtleri yalnız bırakan kararını protesto etti.
Trump ve ABD Kongresi Türkiye’ye saldırılarını durdurması çağrısında bulundu. Türkiye saldırıda diretince, Trump Türkiye’nin saldırılarını durdurmaması halinde ağır ceza ve müeyyideler uygulayacağını açıkladı. Bunun sonucunda Erdoğan ABD Başkan Yardımcısı Pence başkanlığında bir heyet ile görüşmeyi kabul etti…
ABD ve Türkiye heyetleri 18 Ekim 2019 günü Ankara’da gerçekleştirdikleri toplantı sonucunda 13 maddelik bir mutabakat metni imzaladılar. Ve 120 saat içinde HSD’nin Girê Sipi ve Serêkanî’den çekilmesi şartıyla ateşkes kabul edildi. ABD ve Türkiye’nin Ankara Mutabakatı, Türkiye’nin saldırısını meşrulaştırmakta, Türkiye’ye destek niteliğini taşımaktaydı ama aslında Türkiye’nin daha fazla ilerlemesine de bir ‘dur’ demekteydi.
Ateşkes HSD tarafından da kabul edildi. HSD Girê Sipi ve Serêkani’den çekileceğini ilan etti.
Anlaşma sonrası, Trump, Türkiye ve PYD’yi kastederek şu açıklamayı yaptı: "Ben biraz kavga etmeleri gerekiyor dedim. Okul bahçesindeki iki çocuk gibi kavga etmelerine izin vereceksiniz, sonra da ayıracaksınız. Birkaç gün kavga ettiler ve oldukça şiddetliydi". Trump’ın bu açıklaması da aslında belli bir planın aşamalı uygulanışının dışa vurumudur.
Evet, bu plan kapsamında, ABD ve Rusya arasında da bir mutabakatın olduğu görülmektedir. Henüz ateşkes süresi dolmadan, Erdoğan ve Putin başkanlığında Türkiye ve Rusya heyetleri Soçi’de toplandı. Uzun bir toplantı sonucunda, Türkiye ve Rusya Soçi’de 10 maddelik bir mutabakat metnini imzaladılar.
Aslında Türkiye-Rusya’nın Soçi Mutabakatı, ABD-Türkiye’nin Ankara Mutabakatı’nın devamı niteliğindedir.
Türkiye ve Rusya arasında imzalanan Soçi Mutabakatı, Afrin ile birlikte, Girê Sipi ve Serêkani’yi fiilen Türkiye’nin kontrolüne bırakırken; Rojava Kürdistanı’nın geri kalan kısımlarının da Rusya ve Suriye Rejiminin kontrolünde olacağını ifade diyordu. Bu mutabakata göre, HSD, Türkiye Devleti sınırından 30 KM aşağıya çekilecek. Türkiye ve Rusya güçleri de Kamışlo şehri hariç, sınırdan 10 KM derinlikte ortak devriye gezdirecekler.
Kremlin Sözcüsü Peskov, Rusya ve Türkiye'nin Soçi'de anlaşmış olmasına karşın HSD güçlerinin sınırdan çekilmemeleri halinde buralara yerleştirilmesine karar verilen Suriye sınır muhafızları ile Rus askeri polisinin çekilmek durumunda kalacağı uyarısında bulundu ve "O zaman da geriye kalan Kürt oluşumlar Türk ordusunun silindir aracının altına girecek" ifadelerini kullandı.
Bütün bu yaşananlar, sadece Trump’ın değil, Rusya’nın da çok açık bir şekilde Türkiye’nin ‘Barış Pınarı Harekatı’na yeşil ışık yaktığını, HSD’yi Esad rejimi’ne teslim olmaya sürüklediğini göstermektedir.
Trump’ın Türkiye-Rusya Soçi Mutabakatı’ndan sonra söylediği şu sözler, aslında ABD-Rusya arsındaki gizli bir mutabakatın da dışa vurumudur: ’’Türkiye-Suriye sınırında büyük başarı. Güvenli bölge oluşturuldu! Ateşkes sağlandı ve çatışmalar sona erdi. Kürtler güvende ve bizimle gayet güzel çalıştılar.’’
Elbette ki bu ilk raundta, Türkiye’ye bazı tavizler verildi. Türkiye ‘’Kuzey Suriye’de hiçbir siyasi statüye yol verme’’me yani Rojava Kürdistanı’nı kapsayan bir siyasi statüyü engelleme amacında şimdilik başarıya ulaştı. Ama Türkiye’nin uzun vadeli, kalıcı Afrin, Girê Sipi ve Serêkaniyê de kalmasını Rusya, Suriye ve İran’ın kabul etmeleri mümkün değildir. Türkiye bu süre zarfında ikinci hedefi olan demografiyi değiştirme yönünde elinden geleni yapacaktır. Bu konuda ne kadar başarılı olacağı da yine diğer devletlerin tutumuna bağlıdır. Ama Arap Kemeri Planı’nın mimarı Baas Rejimi ve Esad açısından Türkiye’nin Rojava Kürdistanı’nda elinde bulundurduğu bölgelere Arapları yerleştirmesinin hiçbir mazuru olmayacağı açıktır. Hatta buna dolaylı destek de olabilir.Belki bu konuda, Esad rejimi açısından, Baas’ı destekleyen Araplar yerine Türkiye’nin güdümündeki Araplar bir sorun oluşturabilir.
Türkiye Devleti Rojava Kürdistanı’nda Kürtlerin statü elde etmelerini, Güney Kürdistan’da Kürtlerin daha ileri bir siyasal statüye sahip olmalarını, Kuzey Kürdistan’da Kürtlerin varlığını, milli demokratik hak ve özgürlüklerini reddetmenin hiçbir sorunu çözemeyeceğini anlamlıdır. Savaş, saldırı, ölüm, yıkım ile değil; Kürtlerin varlığını ve kolektif haklarını kabule dayalı bir diyalog ile, siyasal, demokratik çözüm kanallarının geliştirilmesiyle sorunlar çözülebilir. Bunun dışındaki her yol 96 yıldır izlenen çözümsüzlük siyasetinin daha da derinleşmesinden öte bir sonuç doğurmayacaktır.
Kürtler ne yapmalıdırlar?
Rojava Kürdistanı’nda birlikten, milli bir mutabakat ve stratejiden uzak olan Kürt halkı, kendi iradesi dışında kurulan plan, siyaset ve uygulamaları kabul etmek zorunda bırakılıyor. Önümüzdeki dönemde neler olabileceğini tam olarak kestirmek zor. Mevcut durumun aslında Kürtlerin bir kazanımı olduğunu, Rojava Kürdistanı’nda Rusya ve ABD’nin Kürtlere siyasi bir statü verilmesi yönünde gizli bir anlaşmalarının olduğunu düşünenler de var.
Mevcut durumun tespiti ile ilgili fikri ne olursa olsun, hemen hemen her Kürdün kendi kendilerine sordukları ortak bir soru vardır. Evet, bundan sonra Kürtler ne yapmalıdırlar?
Bugüne kadar yapmaları gerekeni yapmayıp, bu tablonun oluşmasına daha uygun bir zemin hazırlayan Rojava Kürdistanı’ndaki Kürt partilerinin bugün bile izledikleri yanlış siyaset dikkate alındığında, Kürtler ne yapmalıdırlar sorusuna vereceğimiz cevaplar, ne yazık ki birer temenni olmaktan öteye gidemiyor.
Bizce, dün de bugün de, Kürtlerin elindeki en büyük kilit, Hewler ve Dihok Mutabakatlarıyla ortak bir milli, askeri, idari, siyasi, ekonomik ortak bir yönetim, ortak bir irade oluşturmaktır.
Hewler ve Dihok Mutabakatları bugüne kadar uygulanmadı. TEVDEM, PYD bu mutabakatları yok saydı; kendi dışındaki Kürt partilerinin siyasi faaliyetlerini bile engelledi, yöneticilerini tutukladı. TEVDEM, PYD Rojava Kürdistanı’nda milli bir strateji geliştirilmesine yanaşmadı; ortak bir milli yönetimle tüm devletlere karşı Kürtlerin bir taraf olmalarının önü kesildi. ENKS’nin bir kısmı da Türkiye’nin izlediği siyasete ya sessiz kaldı ya da angaje oldu. Türkiye 9 Ekim 2019’da Rojava Kürdistanı’na saldırıyı başlattığında, TEVDEM, PYD, ‘Kuzey Suriye Özerk Yönetimi’, hem Rojava Kürdistanı’ndaki diğer Kürt partilerini, hem Güney Kürdistan Yönetimini, hem de Kürdistan’ın diğer parçalarındaki partileri hesaba katmayan kendi başına buyruk siyasetini aynı şekilde uygulamaya devam etti. Soyut destek çağrısı dışında, sözünü ettiğimiz Kürt kesimleriyle bir araya gelip, ortak bir plan, strateji, yol haritası belirleme yönünde hiçbir adım atmadı. TEVDEM ve PYD, ABD, Rusya, Esad Rejimi ile diyalog ve ilişkiler geliştirirken; ENKS ve diğer Kürt partileriyle, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürt partileriyle geliştireceği ilişkileri hiç önemsemedi, bir tarafa bıraktı.
ENKS’nin bir kısmı, ‘’Türkiye’nin Rojava Kürdistanı’na saldırısının tek sebebinin ‘PKK-PYD’nin Rojava Kürdistanı’ndaki varlığı’’ olduğuna kendilerini o kadar inandırmışlardı ki, tüm siyasetlerini de bu yaklaşım üzerinde inşa ettiler. Rojava Kürdistanı’ndaki bazı Kürt partileri de sürekli olarak Kürtler için en doğru yolun Esad Rejimi’yle uzlaşmakta olduğunu söylemektedirler.
Rojava Kürdistanı’ndaki Kürt partileri Rusya, ABD, Esad Rejimi, Türkiye, İran ve diğer devletlere karşı ortak bir milli, yurtsever siyasete, stratejiye, plana sahip olmadılar; şimdi de değiller. Ve bugün yaşanan tabloda bu olumsuzluğun da çok büyük bir payı vardır.
Gelinen aşamada bizce atılması gereken ilk adım, Kürtlerin masada daha güçlü olacakları yeni bir hamle yapılmasıdır. İlk olarak Rojava Kürdistanı’ndaki tüm Kürt partileri mutlaka bir araya gelmeli, Yeni Suriye Anayasası’nda Kürtlerin bugün elde edebilecekleri en üst talepleri içeren bir mutabakat metnini esas alan ortak milli bir ittifak sağlamalıdırlar. Bu ortak taleplerin ABD, Rusya, Avrupa Devletleri, Çin, Arap Birliği Devletleri ve bu süreçte etkili olan diğer tüm devletler nezdinde kabulü için, dünya kamuoyunda oluşan olumlu desteği de harekete geçirerek, büyük bir diplomatik çalışma başlatılmalıdır. Siyasal, diplomatik, demokratik tüm kanalları, tüm ilişkileri harekete geçirerek, halkımızın maruz kaldığı mağduriyeti, siyasi, milli, kolektif hak ve özgürlükler için kazanımlara dönüştürmenin çabası içinde olunmalıdır. Bu alanda Irak Kürdistan Bölgesel Parlamentosu ve Hükümeti ile, Başkan Sayın Mesut Barzani ile, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki siyasi parti, sivil toplum örgütleri ve şahsiyetlerle ciddi, yoğun bir diyalog ve koordinasyon sağlanmalıdır.
Rojava Kürdistanı’ndaki halkımızın daha fazla ölüm, yıkım ve göçe maruz kalmaması için; sahada kaybettiklerini masada kazanabilmesi, milli demokratik hak ve özgürlüklerinin siyasal, barışçıl yollarla kazanılabilmesi için, Sayın Başkan Mesut Barzani Başkanlığı’nda dört parça Kürdistan’dan, tüm dünya Kürtlerinden temsilcilerin içinde yer alacakları bir Milli Koordinasyon Merkezi oluşturulmalı ve bu konuda hemen gerekli adımlar atılmalıdır. Kürtler bu yolla bir taraf olarak davranabilmelidirler.
Kürdistan halkının bu zorlu badireyi atlatacağına olan inancımız tamdır.
50 milyonu aşkın nüfusuyla Kürt milleti, nice katliamlara, soykırımlara, iç ihanetlere, büyük devletlerin yüz üstü bırakmalarına, haksızlıklara rağmen varlığını korumuş, meşru özgürlük mücadelesinden vazgeçmemiştir.
Enfal ve Halepçe soykırımlarına, büyük devletler tarafından defalarca yüz üstü bırakılmalarına rağmen Güney Kürdistan’da halkımızın elde ettiği kazanımlar ve Federe Kürdistan semalarında bugün dalgalanan Kürdistan bayrağı, Rojava Kürdistanı’ndaki halkımızın da tüm dünya Kürtlerinin de en büyük esin ve umut kaynaklarından biridir.
Milli, yurtsever değer, prensip, program, plan, strateji ve yol haritası ile geliştirilecek sabırlı, kararlı bir siyaset, ittifak ve meşru araç ve yöntemleri esas alan mücadele ile dünyada dostumuzu artıran, düşmanımızı azaltan bir anlayış ve strateji ile halkımızın özgürlüğüne kavuşacağından hiçbir zaman kuşku duymadık, duymuyoruz.