Kürt halkının statü sahibi olma arzusunu yok etmek için oldukça pervasız davranan TC devleti, Rojava Kürdistan'ına saldırı ve katliam için teyakkuzda beklerken, deprem felaketi bu işgal planını sekteye uğramış ve tarihi bilinmez bir zamana ertelenmiş bulunmaktadır. Şubat ayının ilk haftasında Kürdistan coğrafyasında meydana gelen bu deprem ile gündem tekrar değişti. Birçok ülkeden gelen yardım ve kurtarma ekipleri kendi başlarına rağmen binlerce insan enkazların altında kurtarıldı. Kürdistan Bölgesel Hükümetinin göndermiş olduğu güçlü destek Türk ırkçılığına takıldı. Basın adeta Kürt kurtarma ve yardım ekibinin çabasını görme konusunda bir körlük yaşadılar. Aynı şekilde PKK ‘nin tek taraflı ilan ettiği eylemsizlik hiç taraf bulmadı.
Devleti olmayan bir halka reva görülen sadece ölüm olduğuna inananlardanım. Bu hem sömürgeci devletin hem de “ilahi” güçlerin zulmüne maruz kalmak anlamındadır. Son birkaç haftadır yaşadığımız bunun özeti gibidir. Milyonlarca insanımızı can ve mal kaybının yanı sıra yaşamın altüst olmasına neden oldu. Denetimden uzak, güzellik abidesi gibi görünen, bu sahte cennet vaad eden apartmanlar ve yaşam alanları halkımıza cehennemi yaşatmıştır. Askeri karakollar dışındaki tüm yaşam yerleri ve binalar kumdan yapılmış kaleler gibi yıkılmıştır. Ve hiç bir yetkili sorumluluk alarak istifa etmiş değildir.
Yeni bir göç ve sorunlu bir sürece girmiş bulunmaktayız. Ekonomik yıkım ve can kaybı büyük bir savaş kaybetmiş kadar ağır bir bedel olarak halka dönmektedir. Bu durumda milli gelir ortalaması da hızla aşağı doğru bir ivme izleyecektir.
Yerin altında kamufle durumda olan enerji harekâtı uzmanları tarafından tespit edilmiş, ve her an patlaması bekleniyordu.
Batıni bir bir olayın zahiri bir duruma zuhur etmesi anlık ve kaçınılmazdı.
Bu doğa felaketinin kapıda olduğunu bilen yetkililer, yıllardır tv programlarında tartışılmasına rağmen, sömürgeci sistem, gerekli tedbirleri hiçbir zaman almadı. Deprem sonrası bu bölgeye müdahale de oldukça gecikmeli ve isteksiz görünen, iktidarı ayrılıkçı anlayışı iyice su yüzüne çıktı..Yüzbinlerce ordusu olan bir devlet afet anında kendi vatandaşlarına yardım etmeyip kışlada “yan gelip yatmayı” tercih ettiler.
Hükümet “askerden korktuğu” için onları sahaya zamanında sürmediği dillendirilmektedir. Ancak bu büyük bir yalandır.
Belki de Türk devletinin Rojava’ya yönelik bir askeri saldırı ve işgal hazırlığı içinde olduğu için gerekli müdahale ve yardımlar sekteye uğramıştır. Aksi takdirde sivil bir kurum olan Kızılay'ın da benzer bir tutum içinde olduğunu nereye koymak gerekir?
Bu bölgelerde başta yoğun olarak Kürtlerin ayrı din, mezhep ve ulusların yaşıyor olmasından dolayı devlet, müdahalede isteksiz bir politika izlemiştir.
1978 Maraş katliamı sonrası, yüz binler göç ettirilmiş, Alevi Kürt nüfusu hızlan entegrasyona tabi tutularak bölge Türkleştirmenin merkezi olmuştur. Ayrıca Kürt örgütlerinin Sünni İslam geleneğe yakın durarak bir Alevi politikalarının olmayışı, devletin şidette dayalı asimilasyon ve entegrasyonu politikasının hızlandırmasına yardımcı olmuştur.
Tabiatta olması gereken olur, ama deprem sonrası olmaması gerekenin olması, ister istemez herkeste bir öfke yaratmıştır. İlk bir kaç gün devletin yardım ve kurtarmadaki isteksizliği ve kurumların yetersizliği, ağır can kaybına neden olmuştur.
Depremden sağ olarak kurtulanlar da bundan böyle, kendileri için, hayata sıfırdan başlamak zorundadırlar. Aynı zamanda mağdurlar, bu travmayı atlatma konusunda da uzun bir zaman dilimine ve tıbbi destek gerekmektedir.
Doğa şans ve kader tanımadığı gibi,olması gerekeni yapmakla yükümlüdür. Ancak felaket sonrası zararı azaltmak için, camilerdeki selâdan ziyade, bilim ve ilimin aklına ihtiyaç vardır. Başta devlet olmak üzere, burada yaşayanlar da sorumludurlar. Gerekli tedbir ve korunma görevleri yerine getirilmezse, bugün karşılaştığımız tabloda olduğu gibi sonuç her zaman yıkıcı ve acımasız olur.
Çünkü kadere inanan kimi aptal yöneticilerin iddia ettikleri gibi doğanın acıma duygusu ve aklı yoktur.
Şimdiden deprem sonrası yetersizliklerini kapatmak için “diş güçler, devletin bekâsı, bölünme histerisi, depremi ABD’nin yaptığı” gibi yalan söyleyen, din adamları ve gazeteciler bilinçli çarpıtmaktalar.
Bu kudretli doğa gücü karşısında, başta insanlar ve devlet olmak üzere, canlı ve Cansız olan her varlık bundan etkilenir, zarar görür. Toprağın, kayaların bile şekli değişir. Tarihi yerler başta olmak üzere, yollar, köprüler ve yeraltı hizmetleri yıkılır. Büyük yetersizlikler ve acı bir yaşam başlar. Bunun telafisi kuşaklar boyu bile sürebilir.
Fay hattının geçtiği yerin üzerine veya derenin ortasında ev yapan bir ahalinin günahı da sorgulanması gereklidir.
Bahar mevsiminde, aşırı yağışlar neticesi dereler ve doğanın değiştiğini hep gözlemleriz. Derelerin ve ırmakların sel olup akmasında bir anormalik yoktur. Ancak devlet yönetimi, belediyeler, ve yaşayan halkın da gerekli tedbir ve önlem almadaki eksikleri normal değildir.
Bu olanları şans, kader ve Allah’la izah etmek bir ahmaklık ve halkın dini değerlerin istismarıdır.. Eğer enkazın altında kalacakların listesi Allah’ın bir takdiri ise, o zaman enkazları kaldırmaya devleti gecikmekle suçlamaya da gerek yoktur.
Su alan bir gemiye ile okyanusa açılıp, sonucun nasıl biteceğini beklemenin ne anlamı olabilir?
Böylesi bir durumda yolcuların “kaderin” ölümle tecelli edeceği bilmek bir öngörü ve mucitlik değildir.Sonucu bilinen hiçbir şey kader ve şans degildir, olamaz.Göçük altında canlarını veren insanların yazgısı bu olmamalıydı.
Bu tam da kör gözlerin bile görebileceği bir katliam gerçekliğidir..
Bu söylemler ile halkın oylarına yeniden talip olmak, onları kandırmak, artık islamcı tarikat devletlerinin elinde bulunan etkili bir din sopası ve yöntem biçimidir.
İnsanlara ölümü böyle küçük ve sempatik sunumlarla kandırımanız mümkün mü?.
Bu büyük aymazlık ve yalana karşılık halkın çıkardığı dersi yaklaşan seçimde tekrar göreceğiz.
Biz kürt tarafı olarak ulusal bir örgütümüz olana kadar, hem işgalci devlet ve hem de “Tanrıya” büyük bedeller ödemeye devam edeceğimizdir.
Yaklaşan seçim tarihi, İktidar partisini giderek depremdeki suistimalini unutturmak için yeni bir maceraya girmeleri ihtimal dahilindedir.
Günlük olan artçı depremlerin yarattığı panik ve uygunsuzluğa, devletin uyguladığı orantısızlık, tecrit ve can ambargosu devam etmekte. Buna ilaveten diğer olumsuzluklar ve iklim koşullarında eklenince,kitlelerde büyük bir psikolojik bunalım ve sinmişlik yaşanmaktadır. Uluslararası dayanışma ve yardımları bile organize edecek becerilerini göstermediler. Avrupa’nın birçok ülkesinde Cem Evleri’nin ve diğer kurumların gönderdikleri katkılar, hükümetin engeline ve himayesine takılmaktan kurtulamadı.
Özgürlük ve düşükün yaşam arasındaki tercih ve bedel halkların kendi kararları olmaya devam edecektir. Bir halkın sadece aydınlarının bedel ödemesi yeterli değildir.
Bir halkın dini duyguları,ulusal duygularından ve yaşam hakkından fazla ise o halk köle olarak yaşamakta ısrar demektir.
Bunca yıkım ve sorunu unutturmak, iktidarlarını güvenceye almak,gündemini değiştirmek için masada tek seçenek olabilir.
Depremden dolayi sekteye uğrayan ve risk içeren Rojava’ya saldırı planı, yeni bir polim ile tekrar hayata geçebilir. Türk SİHA ve İHA’ları Kürdü öldürmek, bu üstün ölüm teknolojisi hazır beklemektedir. Sadece katleden öldüren bu zehirli araçların sahipleri olan “ ölüm çaylakları” hafızalarımıza iyi not edilmelidir.
Ölümler,savaş ve yıkım bu devletin ve özellikle de bu hükümetin yiyeceği,olmuştur.Bu özelliklerini devam ettirmeden iktidarda kalmaları mümkün görünmemektedir. Giderek ümmete dönmüş halka son bir çılgınlık daha yaşatmaları ihtimaldir. Ancak hem iktidarın hemde halkın sabrı giderek bu fütursuzluğa karşı yok olmaktadır.
Halkımın bu devletten ve bu doğa felaketinden dolayı acısını hissediyor ve paylaşıyorum. Günün sonunda herkes kendi ölüsüne ağlarmış.
Yaşadığımız felaket, bu ceberut ve zulüm devletinin sonlanmasına önayak olmasını diliyorum.
Görünen o ki, eskilerin söylediği bir deyim ile “her şeyde bir hayır var” inancı bugünlerde daha anlam kazanmaktadır.
Bekleyip göreceğiz..