İskan Tolun (d. 1966, Teherî, Beşiri/Batman), Ezidi bir Kürd. Yoksul bir çiftçi ailesinin oğlu. Mîhemetkê Rêzigundî bavik’ine mensup. İlkokulu bitirdikten sonra, çocuk yaşta hayata atılıyor. Adana, Mersin, İstanbul gibi metropollerde inşaat işçiliği, garsonluk gibi çeşitli işlerde çalışıyor.
1985’den beri Almanya’da yaşıyor. Alman vatandaşı. Almanya’da bazı firmalarda işçi, bazı firmalarda şoförlük gibi işlerde çalışmış. Kaynakçılığı öğrenip taşeron bir firmada demir-döküm işlerinde ter dökmüş. Ailesinin hastalanması üzerine, bu hastalıklarla ilgilenmek için işi bırakmak zorunda kalmış. Kitap okuyan, aynı zamanda yazan bir kişi. Zamanla yazı hayatında gelişmeler gösteriyor.
İskan Tolun, bugüne kadar dokuz roman yayımlamıştır. (x) Yazar, yayıncı Ragıp Zarakolu İskan Tolun’u ‘anlatı ustası ‘ kavramıyla değerlendiriyor.
***
Rovîyê Xasûk kitabının girişinde Yaşar Kemal’in, ‘İnsan, evrende, gölgesinin kapladığı yer kadar değil, yüreği kadar yer kaplar’ sözü yer alıyor.
Kitapta Önsözden sonra Başlangıç ve Doğa isimli hikayeler yer almaktadır. Doğa isimli masalın ana konusu özellikle Hakkari kırsalında yetişen ters laledir. Ondan sonra, kitapta, bir kedinin konu edildiği Dünya Güzeli isimli bir masal yer almaktadır. İhtiyar Ana ve Onun Oğlu, geleneksel toplumda ana-oğul ilişkilerini konu etmektedir.
Kitapta, kuşların dilinden anlayan, kuşlarla konuştuğu vurgulanan Mukus’lu Feqîyê Teyran (1590-1660)’la ilgili bir masal da vardır.
Kürdlerin Homeros’u olarak sözü edilen Serhat’lı, Êvdalê Zeynikê (1800-1913) konulu masal dengbejliği konu edinmektedir.
Yavru Kuş, İhtiyar Aslan ve Kedi, Kurnaz Tilki, Tilki ve Yılan, Bitlis’li Öküz, kitapta yer alan diğer masallardır.
Kitabı sonunda sonsöz isimli küçük bir bölüm daha vardır.
Rovîyê Xasûk çocuk kitabında, resimler ve fotoğraflar da yer almaktadır.
***
Kürd yazarların yazılarını Kürdçe yazmaya gayret etmeleri, düşüncelerini Kürdçe açıklamaya özen göstermeleri önemlidir. Kürd okurların da Kürdçe okuma çabası içinde olmaları sağlıklı bir gelişmeye işaret eder. Her iki tutum da Kürdlerin geleceği açısından yaşamsaldır. Sağlıklı bir gelişme ancak anadille olur.
***
Hatırlayalım, Cumhuriyet’ten beri, devletin Kürdlerle ilgili en önemli politikası asimilasyondu. Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu. Kürdçe’nin unutturulması, Kürdler arasında Türkçe’nin egemen kılınması, devletin sistematik ve kararlı bir şekilde yaşama geçirmeye, uygulamaya çalıştığı bir politikaydı. Kürd bölgelerinde, ilkokul eğitiminin ana amacı buydu. Öğretmenlere, ‘onlara Türk olduklarını öğretin, Müslüman olduklarını öğretin, yeter …’ deniyordu. Ondan sonra, Ortaokul ve Lise eğitimi de, bu amacı gerçekleştirmek doğrultusunda planlanıyordu.
Evlerin, köylerin yakılması-yıkılması, bazı kişilerin, ailelerin sürgün edilmesi, kitlesel sürgünlerin gerçekleştirilmesi, Kürdlerden göçertilen alanlara, Balkanlardan, Kafkaslardan göçertilen Türklerin, Karadeniz’den göçertilen Lazların yerleştirilmesi önemli uygulamalardı.
Orta Anadolu ve Batı Anadolu’ya sürgün edilen Kürdlerin, bazı alanlarda nüfusun yüzde 5’ini, bazı alanlarda yüzde 10’unu geçmeyecek şekilde dağıtılması, Kürd bireylerin, hatta aile üyelerinin birbirlerinden tecrid edilmesi, harekat sırasında anası-babası, kardeşleri öldürülmüş, katledilmiş çocukların subay ailelerinin evlerine hizmetçi diye yerleştirilmesi, harekattan sonra kızların toplanması ve özel olarak eğitilmesi, Kürd-Türk evliliklerinin teşviki, Kürdçe konuşanlardan para cezası alınması vs. bu esas amaca ulaşmak içindi. Şu habere bakalım: ‘Türkçe konuşmayanlara yüz lira para cezası verilecek. Tahsil edilen para cezasının yarısı ihbar edenlere ödenecek’ (Haber Gazetesi, 7 İkinci Kanun 1938)
1927’de kurulan Birinci Genel Müfettişlikten sonra, 1934’de İkinci Genel Müfettişlik Trakya’da kuruldu. İkinci Genel Müfettişlik, Trakya’daki şehirlere sürgün edilen Kürdlerin bölgeye intibakının sağlanması amacıyla kuruldu.
1937-1938 yıllarında bir memurun, örneğin bir öğretmenin maaşının 25-30 lira olduğu düşünülürse bu para cezasının büyük bir gelir kaynağı olduğu söylenebilir. Bunun toplumda nifak tohumları eken, çatışma, çekişme yaratan bir tutum olduğu açıktır.
***
Burada, üç mektuptan söz etmek gereğini duyuyorum.
Bir. Dr. Mehmet Şükrü Sekban (1881-1940), Cumhuriyet’in ilanından bir ay 15 gün önce, Mustafa Kemal’e, Beyrut’tan, 14 Eylül 1923 tarihli bir mektup gönderiyor.
İki. Celadet Âli Bedirxan’ın, (1893-1951) Cumhuriyet’in Onuncu Yılı kutlamalarından sonra, 8 Kanunusani 1933’de, Mustafa Kemal’e gönderdiği mektup
Bu mektuplarda dönemin aydınları, Kürdlerin haklarından ve özgürlüklerinden söz ediyor, Kürd milleti için isteklerinin dile getiriyorlar.
Üç. Başbakan İsmet İnönü, Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak, 4 Şubat 1964’de New York Times Gazetesi’ne bir röportaj veriyor. O röportajda Kıbrıs sorununun çözümü için federasyon önerdiğini vurguluyor. Bunun üzerine, ABD’de sürgün yaşayan Mustafa Remzi Bucak (1912-1985), Başbakan İsmet İnönü’ye, 3 Ocak 1965 tarihli bir mektup gönderiyor. Bu mektupta Mustafa Remzi Bucak, Başbakan İsmet İnönü’ye ‘Kıbrıs’ta 80 bin Türk için istediğiniz federasyonu, Türkiye’de 8 milyondan fazla bir nüfusa sahip olan Kürdler için de düşünür müsünüz?’ diyor. (xx)
Bu mektuplar şüphesiz Türk basınında yer almıyor. Bu mektuplara doğal olarak yazılı cevaplar verilmiyor. Bu mektuplara, savaş uçaklarıyla yapılan bombardımanlarla, tanklar, toplar, mayınlarla, evlerin-köylerin yakılıp yıkılmasıyla, kitlesel sürgünlerle Türkiye-İran, Türkiye-Irak, Türkiye- Suriye sınırlarında, dikenli tellerle, mayın tarlalarıyla, gözetleme kuleleriyle, uçaklarla, blok duvarlarla Kürdlerin birbirlerinden tecrid edilmesiyle, tecridin derinleştirilmesiyle vs. cevap veriliyor. Bu, asimilasyonun zoraki bir şekilde, şiddete dayalı bir şekilde sürdürüleceği, asimilasyonu kabul etmeyenlerin imha edileceği anlamına gelmektedir.
Bu konuda yapılan katliamların, bu çerçevede gündeme gelen ve gerçekleştirilen operasyonların suç sayılmayacağına dair bir kanundan da söz etmek gerekir. İsyan Bölgesinde İşlenen Ef’al’in (fiillerin) Suç Sayılmayacağı Hakkında, 1850 numaralı ve 31 Temmuz 1931 tarihli Kanun
***
Bütün bunlar, devletin bu konuda çok yoğun bir bilince sahip olduğunu göstermektedir. Bu politika ve uygulama doğrultusunda Türkçe yoğun bir şekilde desteklenmiş, teşvik edilmiş, Kürdçe yoğun bir şekilde baskı altına alınmış, yok edilmeye gayret edilmiştir. Çünkü, anadil Kürdçe yok edildikten, bölgede, Türkçe egemen kılındıktan sonra geriye hiçbir ciddi sorunun kalmayacağı hesaplanıyordu.
***
Devletin bu yoğun dil bilincine karşı, Kürdlerde sağlıklı bir dil bilincinin geliştiği söylenemez. Özellikle sol enternasyonalist ve ümmetçi enternasyonalist Kürdlerde, Kürd siyasal akımlarında bu bilincin hiç gelişmediği bile söylenebilir. Bu bilincin medrese eğitimi almış bazı Kürdlerde geliştiğine işaret etmek gerekir. 3 Mart 1924’de Medreselerin kapatılması, kanımca, medreselerdeki eğitimin Kürdçe olmasındandır. 1 Kasım 1928 Harf İnkılabı Kürdlerin geçmişiyle bağının koparılmasında etkili olmuştur.
Medreselerin kapatılması, Harf İnkılabı gibi olgular Türk toplumu bakımından ve Kürd toplumu bakımından aynı değere sahip değildir. Bu olguları, Türk toplumu açısından ve Kürd toplumu açısından ayrı ayrı incelemek gerekir.
(x) Gerçek Hikayeler ve 444 Kitabın Özeti
Remzi’nin Çilesi Ölümle Biter
Remzi’nin Çilesi Ölümle Biter 2 Girdap
Remzi’nin Çilesi Ölümle Biter 3 İsyan
Remzi’nin Çilesi Ölümle Birer 4 Diaspora
Üç Kafadar
İbret Ulu Tanrım
Cenk İstanbul’da
Üç Kafadarın Dönüşü
Kitaplar, Babıali Kitaplığı, Ozan Yayıncılık tarafından basılmaktadır.
İlk kitap 2016, son kitap Şubat 2022 tarihlidir. İbret Ulu Tanrım kitabı Almanca olarak da yayımlanmıştır.
(xx) Bu mektuplar için bk.
Dr. Mehmet Şükrü Sekban’ın Mustafa Kemal’e Mektubu, ‘Kürtler Türklerden Ne İstiyorlar?’ Hazırlayan: Hüseyin Siyabend Aytemur, Hivda İletişim, İstanbul 2021
Celadet Âli Bedirxan, Bir Kürt Aydınının Mustafa Kemal’e Mektubu, Yayına Hazırlayan Mustafa Aydoğan, Doz Yayınları, İstanbul, 2010
Mustafa Remzi Bucak, Bir Kürt Aydınının İsmet İnönü’ye Mektubu, Doz Yayınevi, Kasım 1991 Yukarıda sözü edilen 1850 numaralı ve 20 Temmuz 1931 tarihli Kanun Mustafa Remzi Bucak’ın bu mektubu içinde yer almaktadır.
Mustafa Remzi Bucak, 1950’lerde milletvekilidir. Sürgün hayatında başka mektuplar da yazıyor.
Maliye Bakanı Ekrem Alican’a yazdığı 10 Haziran 1960 tarihli mektup
Yeni Türkiye Partisi Başkanı Yusuf Azizoğlu’na yazdığı 30 Ağustos 1961 tarihli mektup
Cumhuriyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğü’ne yazdığı 28 Eylül 1964 tarihli mektup
Başbakan Suat Hayri Ürgüplü’ye yazdığı 23 Şubat 1965 tarihli mektup …
Bu mektuplarda, Kürd haklarından ve özgürlüklerinden söz edilmekte, devletin Kürdlere uyguladığı asimilasyon politikası eleştirilmektedir.
Bu mektuplar Türk basınında yer almıyor. Bu mektuplara cevap verilmiyor.